Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de “suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi” özel olarak güvence altına alınmıştır.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır.
Bu çerçevede yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanarak kişiye bir suçun karşılığı olarak ceza tayin edilmesi veya kişini kabahatinin sonucu olarak idari yaptırım uygulanması suçların ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal eder.
İlgili Kararlar:
♦ (Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014)
♦ (Samet Öztürk, B. No: 2014/20188, 6/12/2017)
♦ (Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş., B. No: 2015/3116, 27/6/2018)
♦ (Seyfullah Can Yıldız, B. No: 2015/2128, 7/2/2019)
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
FİKRİYE AYTİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/6154) |
Karar Tarihi: 11/12/2014 |
R.G. Tarih-Sayı : 12/5/2015-29353 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan | : | Serruh KALELİ |
Üyeler | : | Hicabi DURSUN |
Erdal TERCAN | ||
Zühtü ARSLAN | ||
Hasan Tahsin GÖKCAN | ||
Raportör | : | Yunus HEPER |
Başvurucular | : | Fikriye AYTİN |
Ali ŞİMŞEK | ||
Sevi DEMİR | ||
Vekili | : | Av. Reyhan YALÇINDAĞ BAYDEMİR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, yerel seçimler öncesinde Demokratik Toplum Partisinin (DTP) yaptığı aday tanıtım toplantısında Kürtçe konuşmalar yaptıkları için cezalandırıldıklarını belirterek ifade özgürlüklerinin ve kanunsuz ceza olmaz ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmektedirler. Başvurucular ihlalin tespiti ile hakkaniyete uygun manevi tazminata karar verilmesini talep etmektedirler.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde Diyarbakır 8. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 16/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 3/4/2014 tarihli görüş yazısı 16/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Fikriye Aytin olayların geçtiği tarihte Lice İlçe Belediye Başkanı; Ali Şimşek, DTP Diyarbakır İl Başkanı ve Sevi Demir ise DTP Kadın Meclisi üyesidir.
8. Başvurucular, 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimler öncesinde 31/1/2009 tarihinde DTP’nin Lice ilçesinde yaptığı aday tanıtım toplantısında Kürtçe konuşmalar yapmıştır.
9. Lice Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucuların toplantıda Kürtçe konuşma yaptıkları iddiasıyla 22/4/1983 tarih ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 117. maddesi hükmü uyarınca cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır.
10. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2012 tarih ve E. 2011/62, K.2012/2 sayılı Kararı ile 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesi iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı 5/7/2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 5/1/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
11. Lice Asliye Ceza Mahkemesinin 29/3/2013 tarihli kararı ile başvurucuların siyasi parti faaliyetleri çerçevesinde yaptıkları toplantıda Kürtçe konuştukları gerekçesiyle ayrı ayrı 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve başvurucular hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
12. Başvurucuların itirazı üzerine Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 30/5/2013 tarihli kararı ile itirazları reddetmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvuruculara karar 3/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 2/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 2820 sayılı Kanun’un “Azınlık yaratılmasının önlenmesi” kenar başlıklı 81. maddesinin (c) fıkrası şöyledir:
“Siyasi partiler:
…
c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe’den başka dil kullanamazlar; Türkçe’den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.”
15. 2820 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesince iptal edilen “Kanuna aykırı sair davranışlar” kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun dördüncü kısmında yazılı yasak fiilleri işleyenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, altı aydan az olmamak üzere hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
16. Anayasa Mahkemesinin 12/1/2012 tarih ve E.2011/62, K.2012/2 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“İtiraz konusu kural Siyasî Partiler Kanunu’nda yer alıp, Kanun’un Dördüncü Kısmı’ndaki yasak fiilleri kişiler yönünden ceza kapsamına almaktadır. Esasen siyasi partiler için birçok yasak öngören bu Kısımdaki maddelerde yer alan fiillerin hangi hallerde suç teşkil edeceğinin gerçek kişilerce yeterli açıklıkta öngörülebilir oldukları söylenemez. Çünkü doğrudan siyasi parti tüzel kişiliğini muhatap alan bu yasaklar, itiraz konusu kuralla, kişiler hakkında yaptırım öngören düzenlemelere dönüştürülmüştür. Bu yapılırken anılan kısımda sayılan fiillerin ağırlıklarıyla bunları işleyenlerin siyasi partideki sıfat ve konumları da dikkate alınmamıştır. Bu durumda, siyasi faaliyette bulunan geniş bir kitleyi hiçbir ayrım gözetmeksizin ceza tehdidi altında bırakan düzenleme gerçek şahıslarca yeterli derecede öngörülebilir değildir.
Diğer yandan, gerek anayasal veya yasal değişiklikler sonucunda gerekse uygulamayla zaman içerisinde siyasi faaliyet alanı genişlemiştir. Buna bağlı olarak kuralın, içinde yer aldığı Kanun’un yasalaştığı dönemde ‘öngörülebilir’ olduğu kabul edilse bile, Anayasa ile yasalarda yapılan siyasi faaliyet özgürlüğünü genişleten değişikliklerle buna paralel uygulamalar neticesinde öngörülebilir olma özelliğini tümden yitirdiği sonucuna varılmıştır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/8/2013 tarih ve 2013/6154 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucular, 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimler öncesinde 31/1/2009 tarihinde DTP’nin Lice ilçesinde yaptığı aday tanıtım toplantısında Kürtçe konuşmalar yaptıkları için cezalandırıldıklarını, 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği halde cezalandırılmalarının adil yargılanma hakkı, kanunsuz ceza olmaz ilkesi ve ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
19. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun doğrudan kanunsuz ceza olmaz ilkesi ve ifade özgürlüklerinin ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Zira başvurucular, üyesi oldukları DTP’nin aday tanıtım toplantısında Kürtçe konuşmaları nedeniyle cezalandırılmışlardır. Başvurucular her ne kadar söz konusu eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarının adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de, bu iddianın özü, kanunsuz ceza olmaz ilkesine müdahale hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucuların iddiaları kanunsuz ceza olmaz ilkesi ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmiştir.
20. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. İfade Özgürlüğünün İhlali İddiası
21. Başvurucular, bir siyasi parti toplantısında Kürtçe konuşmaları nedeniyle cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
22. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’in benzer kararları hatırlatılmış ve başvurucuların iddialarının bu kararlar doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.
23. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
24. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
25. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (B. No:2013/2602, 23/1/2014, §43). Benzer şekilde Sözleşme’nin 10. maddesi de yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır.
26. İfadenin iletilmesinde kullanılan dilin, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe ya da anlaşmazlık bulunmamaktadır. Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.
27. Sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci, fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir.
28. İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).
29. İfade özgürlüğü, düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindedir. Bu itibarla ifade özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 74).
30. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.
i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında
31. Başvurucular bir siyasi partinin seçim faaliyetleri sırasında Kürtçe konuşma yaptıklarından dolayı cezalandırılmışlardır. Müdahalenin mevcudiyetine ilişkin Adalet Bakanlığınca Anayasa Mahkemesine herhangi bir itiraz da sunulmamıştır. Bu koşullarda, Anayasa’nın 26. maddesi çerçevesinde başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.
ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında
32. Yukarıda anılan müdahaleler Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
33. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Yine bu sebeple hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahip olmuştur (Bkz. AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008; . B. No: 2014/256 (GK), 25/6/2014, § 81).
34. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahalenin hukuki bir temelinin yani müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabulü için, müdahalenin “kanuni” bir dayanağının bulunması zorunludur (bkz. B. No: 2014/256 (GK), 25/6/2014, § 82; ayrıca kanunilik şartına başka bir bağlamda dikkat çeken bir karar için bkz. B. No: 2013/2178, 19/12/2013, § 36).
35. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin “hukuk” (prescribed by law/prêvue par la loi) uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (bkz. Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 51).
36. “Kanun ile sınırlama” ölçütü veya “kanunilik ilkesi” Sözleşme’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinde de bir sınırlama ve güvence ölçütü olarak yer almaktadır. Buna karşın Sözleşme’de yer alan “hukukilik” (prescribed by law/prêvue par la loi) kavramı ile Anayasa’da yer alan “kanunilik ilkesi” tam olarak aynı değildir. AİHM, “kanun ile öngörülmüş olma” kavramına Türk hukukunda kanunilik ilkesine verilen anlamdan daha geniş bir anlam vermektedir.
37. Anayasasının 87. maddesine göre “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkisindedir. Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento kararı dışında kalan ve Anayasanın yetki verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Anayasa’nın 7. maddesinde yer alan “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” kuralı, bir ayrım yapmadan, kanunun maddi ve şekli anlamlarını kapsamaktadır. Anayasa’nın 7. maddesinin anlamı, kanun yapma yetkisinin başka bir mercie devredilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak da Anayasa’ya göre kanunla yapılması zorunlu olan bir düzenlemenin başka bir merci tarafından yapılamayacağıdır (bkz. B. No: 2014/256 (GK), 25/6/2014, § 85).
38. Anayasa’ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılabilir. Buna karşın temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının ancak kanunla yapılacağına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi, bir kanun hükmü olmaksızın yürütme ve idarenin bir hak ve hürriyeti ilk elden düzenleyici işlemle sınırlamasına izin vermez (bkz. B. No: 2014/256 (GK), 25/6/2014, § 87).
39. Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının, keyfiliğe izin vermeyen, öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfi uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idarenin keyfi uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (Bkz. AYM, E.1984/14, K.1985/7, K.T. 13/6/1985). Aksi bir durum temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır (bkz. B. No: 2014/256 (GK), 25/6/2014, § 89).
40. Somut olay yukarıda zikredilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Başvurucular siyasi parti faaliyetleri çerçevesinde yaptıkları toplantıda Kürtçe konuştukları gerekçesiyle hapis cezası ile cezalandırılmışlardır. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi kararını, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile yürürlükten kaldırılmış olan bir kanun hükmüne dayanarak vermiş ve bu karar itiraz üzerine kesinleşmiştir. Dolayısıyla mevcut durumda başvurucuların ifade özgürlüklerini sınırlandıran ve Anayasa’nın 13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak, erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte bir kanun hükmünün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
41. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden, ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin varlığı halinde bulunması gereken ve Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen meşru amaçlardan biri kapsamında olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama gibi kriterlere riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
42. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Kanunsuz Ceza Olmaz İlkesi Yönünden
43. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan bir ceza normuna dayalı olarak cezalandırılmalarının kanunsuz ceza olmaz ilkesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
44. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın 38. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 7. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı içtihatları hatırlatılmıştır.
45. Esas incelemesinin özünü “kanunsuz ceza olmaz” ilkesinin ihlal edildiği iddiası oluşturmaktadır. “Kanunsuz ceza olmaz” ilkesi, ceza hukuku kurallarına ve bu kuralların uygulanmasına ilişkin, Anayasa ve Sözleşme’de güvence altına alınmış temel bir ilkedir.
46. Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.”
47. Sözleşme’nin “Kanunsuz ceza olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
48. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi, 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de “suç ve cezada kanunilik” ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır.
49. Suç ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önemi haiz olup, bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (B. No: 2013/849, 15/4/2014, §32).
50. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No:2013/849, 15/4/2014, §33).
51. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçta kanunilik”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek, “cezada kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasa’da öngörülen “suç ve cezada kanunilik” ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde de düzenlenen ilke, yasaklanan eylemlerin ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; B. No:2013/849, 15/4/2014, §35).
52. Somut başvuruda başvurucular, Lice Asliye Ceza Mahkemesinin 29/3/2013 tarihli kararı ile siyasi parti faaliyetleri çerçevesinde yaptıkları toplantıda Kürtçe konuştukları gerekçesiyle ayrı ayrı 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Buna karşın hükmün dayanağını oluşturan 2820 sayılı Kanun’un 117. maddesi, İlk Derece Mahkemesinin kararından önce Anayasa Mahkemesinin 12/1/2012 tarihli kararı ile iptal edilmiş, iptal kararı 5/7/2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 5/1/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sonuç olarak İlk Derece Mahkemesi kararını, yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanarak vermiştir. Ortaya çıkan bu sonuç, Anayasa’nın 38. maddesinin üçüncü fırkasında düzenlenen “kanunsuz ceza olmaz” ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
53. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanarak cezalandırılmalarının, “kanunsuz ceza olmaz” ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulaması
54. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş, ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
55. Başvurucular hakkında verilen kanunsuz ceza olmaz ilkesini ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gözetilerek başvurucuların cezalandırılmasına ilişkin davada yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmüştür. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. Başvuruda Anayasa’nın 26. ve 38. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların her biri hakkaniyete uygun maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucular ayrıca, avukatlık ücretlerini ve ödenen harç ile yapılan diğer masrafların ödenmesini de talep etmiştir.
57. Adalet Bakanlığı, başvurucular tarafından talep edilen tazminat miktarları konusunda herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Başvurucular maddi zararlarına ilişkin her hangi bir kanıt sunmadıklarından maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
58. İhlal tespitinin yeterli tatmin sağladığı değerlendirildiğinden kanunsuz ceza olmaz ilkesi ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahale nedeniyle manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
59. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurulara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların, ifade özgürlüğünün ve kanunsuz ceza olmaz ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan “kanunsuz ceza olmaz” ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA müştereken ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.
11/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
—
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
SAMET ÖZTÜRK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/20188) |
Karar Tarihi: 6/12/2017 |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan | : | Engin YILDIRIM |
Üyeler | : | Serdar ÖZGÜLDÜR |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT | ||
Recep KÖMÜRCÜ | ||
M. Emin KUZ | ||
Raportör | : | Heysem KOCAÇİNAR |
Başvurucu | : | Samet ÖZTÜRK |
Vekili | : | Av. Adem BALTACI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasına rağmen bu husus gözetilmeden karar verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) 25/4/2014 tarihli ve 650 sayılı karar ile hayat ve emeklilik sigortası şirketi çalışanı olan başvurucuyu bazı iştirakçilerin kimlik tespit yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle toplam 6.766 TL idari para cezası ile cezalandırmıştır.
9. Başvurucu, 13/5/2014 tarihli dilekçe ile idari yaptırım kararına itiraz etmekle birlikte, idari para cezasını 30/5/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla ödemiştir.
10. İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hâkimliği 30/9/2014 tarihli karar ilebaşvurucu tarafından ileri sürülen itiraz nedenlerinin idare tarafından düzenlenen ceza tutanağında ayrıntılı olarak cevaplandırıldığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
11. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği ceza tutanağı ve İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin gerekçesine atıf yaparak itirazı kesin olarak 27/10/2014 tarihinde reddetmiştir.
12. Nihai karar 4/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 26/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
13. 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un ” Kimlik tespiti ” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“(1) Yükümlüler, kendileri nezdinde yapılan veya aracılık ettikleri işlemlerde işlem yapılmadan önce, işlem yapanlar ile nam veya hesaplarına işlem yapılanların kimliklerini tespit etmek zorundadır.
(2) Kimlik tespitine esas belge nevilerini belirlemeye Bakanlık yetkili olup, kimlik tespitini gerektiren işlem türleri, bunların parasal sınırları ve konuyla ilgili diğer usûl ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”
14. 5549 sayılı Kanun’un ceza tutanağının düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan ”Yükümlülük ihlalinde idari ceza” kenar başlıklı 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasışöyledir:
“(2) Bu Kanunun 3 üncü maddesi ile 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan yükümlülüklere uyulmaması durumunda yükümlülüğü yerine getirmeyen görevliye de ayrıca ikibin Yeni Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
15. 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 88. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“5549 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve mevcut beşinci fıkrası yedinci fıkra olarak teselsül ettirilmiştir.”
16. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılıTürk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.”
17. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinin ilgili kısmışöyledir:
“(1) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler bakımından da uygulanır. Ancak, kabahatler karşılığında öngörülen idarî yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı geçerlidir.”
18. 5326 sayılı Kanunu’nun 17. maddesinin (6)numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir:
“(6)…Peşin ödeme, kişinin bu karara karşı kanun yoluna başvurma hakkını etkilemez.”
B. Yargıtay Kararları
19. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin23/12/2014 tarihli ve E.2014/20589, K.2014/22335 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Yargısal kararlarda da lehe kanun değişikliğininkesinleşmiş ancak tahsil edilmemişidari yaptırımlara uygulanacağı kabul edilmektedir. Örneğin Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, 2008/3398 E, 2009/60 K. sayılı 19.02.2009 günlü ve Danıştay 13. Dairesinin 2007/5970 E, 2009/5492 K. 20.05.2009 günlü karar gerekçelerinde idari para cezasının tahsili tarihindeki ceza miktarında yapılan lehe düzenlemerin göz önünde bulundurulması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
Kabahatler hakkında zaman bakımından uygulama konusunda atıf yapılan TCK’nun 7. maddesinin 2. fıkrasında; ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.’ hükmü yer almaktadır. Bu hükmün kabahatler hakkında da uygulanacağında bir kuşku yoktur. Hükümde belirtilen ‘ ….failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. ‘ İfadesinden lehe kanunun kesinleşmiş ancak infaz edilmemiş hükümlere de uygulanacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla lehe kanun hükümlerinin kesinleşmiş ancak infaz edilmemiş idari yaptırımlara da uygulanması gerekecektir. Kabahatler Kanunun ‘Zaman bakımından uygulama’ başlıklı 5. maddesinin 1.fıkra 2. cümlesi kesinleşmiş idari yaptırımın yerine getirilmesi şekline yani idari yaptırımın infaz rejimine ilişkindir.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 6/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucunun iddiaları
21. Başvurucunun çalıştığı işyerinde yapılan denetimler sonucunda yükümlülük ihlali inceleme raporu düzenlenmiş ve bu rapordaki tespitler esas alınarak idari yaptırım tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu idari yaptırım kararına esas teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen eylemin, tutanağa yapılan itirazın incelemesi aşamasında yapılan kanun değişikliğiyle kabahat olmaktan çıkarıldığını, ancak itiraz mercilerinin bu yöndeki savunmalarını dikkate almadan itirazın reddine karar vermesi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
22.Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
” Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
24. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de “suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi”özel olarak güvence altına alınmıştır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 31).
25. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte, buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (Karlis A.Ş.,§ 32).
26. 5326 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler açısından da uygulanacak, ancak kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı geçerli olacaktır. Dolayısıyla infaz aşamasında da olsa kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde, Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasındadüzenlenen “kanunilik ilkesi”nin sonuçlarından biri olarak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasındayer alan “lehe kanunun geriye yürümesi” kuralının uygulanması gerekir (Mahmut Manbaki, B. No: 2012/731, 15/10/2014, § 47).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
27. MASAK tarafından yaptırılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında ceza tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu, ceza tutanağına itiraz etmiş ancak itiraz merciince bu hususta herhangi bir karar verilmeden önce ihtirazi kayıt koyarak öngörülen meblağı Maliye Hazinesine yatırmıştır.
28. Başvurucunun itirazı değerlendirilme aşamasında iken 6545 sayılı Kanun 28/6/2014 tarihli ve 29044 sayılı ResmîGazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un 88. maddesi ile ceza tutanağına esas teşkil eden eylemi kabahat olarak düzenleyen 5549 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Başka bir anlatımla ”kimlik tespiti yükümlülüğü”kabahat olmaktan çıkarılmıştır.
29. Kanun’da yapılan değişiklik, itirazda belirtilmesine rağmen, ceza tutanağına yönelik itirazı inceleyen İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hâkimliği ve bu Hâkimlik tarafından verilen kararın itiraz mercii olan İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından dikkate alınmamıştır.
30. Anayasa Mahkemesinin, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin kararlarında, “suçların ve cezaların kanuniliği” ilkesi uyarınca kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde lehe kanunun geriye yürümesi kuralının uygulanması bu ilkenin sağladığı güvenceler arasında kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay’ın uygulaması da bu yöndedir (bkz. §18).
31. Somut olayda ceza tutanağının kanuni dayanağını teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (2) numaralı fıkrası 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tarih itibariyle kimlik tespiti yükümlülüğü bir kabahat olma niteliğini kaybetmiş olduğundan başvurucunun idari yaptırım kararının kesinleşmesini önleyen itirazının yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanılarak reddedildiği anlaşılmaktadır.
32. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
34. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
35. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
36. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (2014/165 Değişik İş) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
—
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
BEREKET EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/3116) |
Karar Tarihi: 27/6/2018 |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan | : | Engin YILDIRIM |
Üyeler | : | Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
Muammer TOPAL | ||
M. Emin KUZ | ||
Rıdvan GÜLEÇ | ||
Raportör | : | Tuğçe TAKCI |
Başvurucu | : | Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş. |
Vekili | : | Av. Yağmur EKİNCİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasına rağmen bu husus gözetilmeden karar verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/2/2015 tarihinde Asya Emeklilik ve Hayat A.Ş. tarafından yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
7. Başvuru sonrası Asya Emeklilik ve Hayat A.Ş. el değiştirerek ticari unvanı Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş. olarak değişmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) 25/4/2014 tarihli ve 646 sayılı kararla özel bir hayat ve emeklilik sigortası şirketi olan başvurucuyu gerçekleştirdiği yirmi sekiz adet işlem sırasında kimlik tespit yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle toplam 451.952 TL idari para cezasıyla cezalandırmıştır.
10. Başvurucu 14/5/2014 tarihli dilekçeyle idari yaptırım kararının iptali için başvuruda bulunmakla birlikte idari para cezasını 13/5/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla ödemiştir.
11. Bu aşamada 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun, 28/6/2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un 88. maddesi ile ceza tutanağına esas teşkil eden eylemi kabahat olarak düzenleyen 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Başka bir anlatımla ‘kimlik tespiti yükümlülüğü’ kabahat olmaktan çıkarılmıştır.
12. İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği 22/12/2014 tarihli kararıyla başvurucunun iptal talebiyle yaptığı başvuruyu reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“İtiraz edenin dilekçesinde göstermiş olduğu gerekçeler yerinde görülmediği gibi Trafik Ceza Tutanağında herhangi bir usulsüzlük görülmemiştir. Hakimliğimizce de itirazcının itirazının kabulü gerektirir bir delilde bulunamadığından 25/04/2014 tarih ve 52055169-663.05 (2014/25) 5745 sayılı 646 kararı ile verilen idari para cezası ve tutanakla ilgili itirazın reddine, karar verilmiş olup …”
13. Başvurucu, anılan karara idari para cezasına dayanak teşkil eden kanun maddesinin iptal edildiği gerekçesini de belirterek itiraz etmiş; İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hakimlik) 15/1/2015 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“… itiraza ve ihlale konu 28 adet işlemden sadece 11 adedine ilişkin evrakın denetim sırasında denetim elemanına ibraz edildiği, söz konusu 11 adet Emeklilik Sözleşmesinin 5 adedinin [Ö.G. TCKN: …, S.Ö. TCKN:…, Y.G. TCKN:.., G.A. TCKN: …, E.Y. TCKN:…] üzerine de yükümlü çalışanları tarafından “kimlik fotokopisi eksik” şeklinde not düşüldüğü,kimlik tespitinin eksiksiz yapılması gerektiği,
İdari yaptırıma konu 28 adet işlemin çağrı merkezi aracılığıyla yapılmış olduğu belirtilmiş ise de raporun 5 numaralı ekinde yer alan CD’deki ” 2012 yılı üretim raporu” isimli excel dosyasında açıkça görüleceği üzere, “Acente” başlıkla Ak ile “Bölge Adı” başlıklı a.m. Sütunlarında işlemi gerçekleştiren birime ilişkin bilgilerin yer aldığı ve ihlale konu edilen 28 adet işlemin hepsinin söz konusu sütunlarda genel müdürlük tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. Bu kapsamda çağrı merkezi vasıtasıyla yapılmayan işlemlerde imzaların eksik olması, tedbirler yönetmeliğinin 6 ıncı maddesinin ihlali niteliğini taşıdığı,
…
Sonuç olarak itiraz edenin 28 adet işlemde kimlik tespiti yükümlülüğünü yerine getirmeyerek kabahat fiilleri işlediği, düzenlenen 25/04/2014 tarih 52055169-663.05(2014/25)5745 sayı ve 646 sayılı idari para cezası kararının 5549 sayılı kanunun 3, 13 ve 28 inci; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 17. ve 22 inci maddelerine istinaden düzenlendiği, 5326 sayılı Kanunun ve bu Kanunun 25. maddesindeki düzenlemeninde dikkate alındığında idari para cezasının usul ve yasaya, hak ve nesafet kurallarına, idari para cezasına konu maddi gerçeğe uygun olduğu kanaatine varılmakla hakimliğimizce aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir… “
14. Nihai karar 3/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu20/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. İlgili ulusal hukuk için bkz. Samet Öztürk, B. No: 2014/20188, 6/12/2017, §§ 13-19.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Gerçekleştirilen denetimler sonucunda hazırlanan yükümlülük ihlali inceleme raporundaki tespitler esas alınarak başvurucu hakkında idari yaptırım tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu idari yaptırım kararına esas teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen eylemin, tutanağa yapılan itirazın incelenmesi aşamasında yapılan kanun değişikliğiyle kabahat olmaktan çıkarıldığını, ancak itiraz merciinin bu yöndeki iddiasını dikkate almadan itirazın reddine karar verdiğini iddia ederek Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
18. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
” Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
20. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların ancak kanunla yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 31).
21. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte; buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (Karlis A.Ş.,§ 32).
22. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler açısından da uygulanacaktır. Dolayısıyla kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde, Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasındadüzenlenen kanunilik ilkesinin sonuçlarından biri olarak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasındayer alan “lehe kanunun geriye yürümesi” kuralının uygulanması gerekir (Mahmut Manbaki, B. No: 2012/731, 15/10/2014, § 47).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
23. MASAK tarafından yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, ceza tutanağına karşı iptal talebiyle yaptığı başvurunun Hâkimlikçe reddi kararına karşı itiraz etmiştir.
24. Başvurucunun itirazı değerlendirilme aşamasında iken 6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle anılan Kanun’un 88. maddesi uyarınca ‘kimlik tespiti yükümlülüğü kabahat olmaktan çıkarılmıştır (bkz. § 11).
25. Kanun’da yapılan söz konusu değişiklik, itiraz nedeni olarak belirtilmesine rağmen itirazı inceleyen Hâkimlik tarafından bu husus dikkate alınmamıştır (bkz. § 13).
26. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurularda verdiği kararlarda suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişiliklerinin geriye yürümesini de güvence altına aldığını kabul etmektedir (Samet Öztürk, § 30).
27. Somut olayda ceza tutanağının kanuni dayanağını teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (2) numaralı fıkrası 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır. Başvurucunun bu hususa yönelik itirazı itiraz mercii tarafından dikkate alınmadığından ve bu tarih itibarıyla kimlik tespiti yükümlülüğü bir kabahat olma niteliğini kaybetmiş olduğundan başvurucunun idari yaptırım kararının kesinleşmesini önleyen itirazının yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanılarak reddedildiği anlaşılmaktadır.
28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
30. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
31. Başvuruda, suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
32. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
33. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliğine (2015/226 Değişik İş) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
—
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
SEYFULLAH CAN YILDIZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/2128) |
Karar Tarihi: 7/2/2019 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan | : | Burhan ÜSTÜN |
Üyeler | : | Serdar ÖZGÜLDÜR |
Serruh KALELİ | ||
Kadir ÖZKAYA | ||
Yusuf Şevki HAKYEMEZ | ||
Raportör | : | Tuğçe TAKCI |
Başvurucu | : | Seyfullah Can YILDIZ |
Vekili | : | Av. Nuran CÖRE |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasına rağmen bu husus gözetilmeden karar verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı (MASAK) 25/4/2014 tarihli ve 5747 sayılı kararla özel bir hayat ve emeklilik sigortası şirketi çalışanı olan başvurucuyu, gerçekleştirdiği dört işlem sırasında kimlik tespit yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle toplam 13.044 TL idari para cezasıyla cezalandırmıştır.
10. Başvurucu 14/5/2014 tarihli dilekçeyle idari yaptırım kararının iptali için başvuruda bulunmakla birlikte idari para cezasını 30/5/2014 tarihinde ihtirazi kayıtla ödemiştir.
11.Bu aşamada 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun, 28/6/2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un 88. maddesi ile ceza tutanağına esas teşkil eden eylemi kabahat olarak düzenleyen 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Başka bir anlatımla kimlik tespiti yükümlülüğü kabahat olmaktan çıkarılmıştır.
12. İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği 24/11/2014 tarihli kararıyla başvurucunun iptal talepli başvurusunu reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“İtiraz edenin dilekçesinde göstermiş olduğu gerekçeler yerinde görülmediği gibi İdari Para Cezası Kararında herhangi bir usulsüzlük görülmemiştir. Mahkememizce de itirazcının itirazının kabulü gerektirir bir delilde bulunamadığından 25/04/2014 tarih ve 5747 sayılı idari para cezası ve tutanakla ilgili itirazın reddine, karar verilmiş olup…”
13. Başvurucu anılan karara, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanun maddesinin yürürlükten kaldırıldığı gerekçesini de belirterek itiraz etmiş; İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 23/12/2014 tarihinde İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında usule, kanuna ve oluşa aykırı bir yön bulunmadığını belirterek itirazı kesin olarak reddetmiştir.
14. Nihai karar 8/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 5/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
15. İlgili ulusal hukuk için bkz. Samet Öztürk, B. No: 2014/20188, 6/12/2017, §§ 13-19.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 7/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
17. Başvurucunun çalıştığı işyerinde yapılan denetimler sonucunda yükümlülük ihlali inceleme raporu ile bu rapordaki tespitler esas alınarak idari yaptırım tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu, idari yaptırım kararına esas teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen eylemin tutanağa yapılan itirazın incelemesi aşamasında yapılan kanun değişikliğiyle kabahat olmaktan çıkarıldığını ancak bu yöndeki iddiasını itiraz merciinin dikkate almadan itirazın reddine karar verdiğini iddia ederek Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
18. Bakanlık; yargılama devam ederken yürürlükte bulunan mevzuattan daha lehe bir mevzuatın yürürlüğe girmesi hâlinde bunun geriye etkili şekilde uygulanması gerektiği hususundaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay tarafından verilen çeşitli kararları dikkate sunmuştur.
B. Değerlendirme
19.Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
” Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
21. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi özel olarak güvence altına alınmıştır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 31).
22. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır. Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte; buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (Karlis A.Ş.,§ 32).
23. 5326 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler açısından da uygulanacaktır. Dolayısıyla kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinde Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kanunilik ilkesinin sonuçlarından biri olarak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “lehe kanunun geriye yürümesi” kuralının uygulanması gerekir (Mahmut Manbaki, B. No: 2012/731, 15/10/2014, § 47).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
24.MASAK tarafından yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, ceza tutanağına karşı yaptığı iptal talepli başvurusunun Hâkimlikçe reddedilmesi kararına karşı itiraz etmiştir.
25. Başvurucunun itirazı değerlendirilme aşamasında iken 6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle anılan Kanun’un 88. maddesi uyarınca kimlik tespiti yükümlülüğü kabahat olmaktan çıkarılmıştır (bkz. § 11).
26. Kanun’da yapılan söz konusu değişiklik, itiraz nedeni olarak belirtilmesine rağmen itirazı inceleyen Hâkimlik tarafından bu husus dikkate alınmamıştır (bkz. § 13).
27. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurularda verdiği kararlarda suçların ve cezaların kanuniliği‘ ilkesinin kabahat fiilinin unsurlarına veya yaptırımına yönelik lehe kanun değişikliklerinin geriye yürümesini de güvence altına aldığını kabul etmektedir (Samet Öztürk, § 30).
28. Somut olayda ceza tutanağının kanuni dayanağını teşkil eden 5549 sayılı Kanun’un 12. maddesinin (2) numaralı fıkrası 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tarih itibarıyla kimlik tespiti yükümlülüğü bir kabahat olma niteliğini kaybetmiş olduğundan başvurucunun idari yaptırım kararının kesinleşmesini önleyen itirazının yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanılarak reddedildiği anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
30.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
31.Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
32. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.
33.Anayasa Mahkemesi, idari yaptırım kararının kesinleşmesini önleyen itirazın yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanılarak reddedilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
34. Bu durumda suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
35. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Hâkimliğine (2014/3092 D. İş) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Kaynak:Hukukihaber