Manisa 1.İdare Mahkemesi Manisa’nın Sarıgöl ilçesi, Karacaali Mahallesinde yapılmak istenen JES ile ilgili “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararını iptal etti.

           T.C.

          MANİSA

1. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO      : 2019/755

KARAR NO  : 2020/159

DAVACI                               : SARIGÖL ZİRAAT ODASI BAŞKANLIĞI

VEKİLLERİ                           : 1- AV. AKIN YAKAN

                                               2- AV. SEVİNÇ ADAK

DAVALI                                 : MANİSA VALİLİĞİ – Merkez/MANİSA

MÜDAHİL (DAVALI)           : …….ANONİM ŞİRKETİ

VEKİLİ                                   :

DAVANIN ÖZETİ                 : Davacı Sarıgöl Ziraat Odası Başkanlığı tarafından, Manisa ili, Sarıgöl ilçesi, Karacaali Mahallesi, Göktepe Mevkii, 420 ada, 7 parsel taşınmaz mevkiindeki …….. A.Ş. tarafından yapılması planlanan AR:2015/04 numaralı ruhsat sahasında jeotermal amaçlı kaynak arama sondajı (1 adet) projesi ile ilgili olarak ÇED Yönetmeliğinin 17. maddesi uyarınca Manisa Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından verilen 23/07/2019 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının iptali istemiyle açılan davada; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait internet sitesinden  davaya konu işlemin tesis edildiğini öğrendikleri, bu duyuru dışında başka bir yoldan davacıya bildirim ve tebligat yapılmadığı, bu nedenlerle davayı yasal süresi içinde açtıkları, proje kapsamında yatırımcı şirket tarafından jeotermal enerji santralinde kullanılmak üzere 1 adet jeotermal arama sondajının 2015/04 numaralı ve 3297161 erişim numaralı toplam 2303,35 ha’lık ruhsatlı alanda 10.822,85 m² üzerinde kurulmasının planlandığı, onaylı İzmir-Manisa Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planına göre proje alanı olarak belirlenen 420 ada 7 parselin orman alanı içerisinde kaldığı, proje alanı olan 420 ada 7 parsel Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne göre tarla vasfında olduğu, bu alan içerisinde projenin gerçekleştirilmesinin tarım ve sulamala alanlarını risk ve tehlike altına soktuğu, bu yönüyle davaya konu işlemin sebep unsuru yönünden sakat olduğu, proje tanıtım dosyasında belirlenen alanın yerleşim yerlerine yakın konumda olduğu, yapılması planlanan 3600 m3 hacmindeki depolama havuzunda ortaya çıkacak akışkanın kapasitesine göre çok az ve yetersiz olduğu, yine yapılması planlanan 3150 m3 hacmindeki çamur havuzunun ortaya çıkacak atığın kapasitesine göre çok az ve yetersiz olduğu, bu nedenlerle de davaya konu işlemin sebep unsuru yönünden sakat olduğu, proje kapsamında sondaj kuyusunun planladığı alanın içme suyu ve soğuk su kuyularının tam ortasında, neredeyse yanında olduğu, Gediz Havzasında yer altı suları hızla kirlenirken böyle bir faaliyete izin verilmemesi gerektiği, projenin yaşama geçmesi durumunda su kaynaklarının kirlenme risk ve tehlikesi bulunduğu, Manisa ve Gediz Havzasında yeraltı sularının jeotermal ve madencilik faaliyetleri nedeniyle hızla kirlendiğinin Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından tespit edildiği, bu nedenle de Bakanlık tarafından yeni jeotermal ve maden ruhsatı verilmemesi için İzmir ve Manisa Valiliklerine yazı yazıldığı, 14 Ağustos 2017 tarihli yazı ile jeotermal faaliyetlerinin yeraltı sularının kirlettiğinin açıkça ifade edildiği, DSİ’nin yazısı doğrultusunda ilgili kurumlardan görüşler alınmadığı, proje dosyası kapsamında, Sarıgöl Kızılçukur Kooperatifinden alınmış bir görüş yer almadığı, projenin yaşama geçmesi ile “Sarıgöl Kızılçukur Kooperatifi Sulama Alanı” risk ve tehlike altında kalabileceği, ÇED dosyasının 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve diğer mevzuatlar kapsamında alınması gereken yasal izinleri ve olurları içermediği, fiili olarak çakılan sondaj noktaları ile ÇED ekinde yer alan koordinatların aynı olmama ihtimali bulunduğu, dava konusu idari işlemin “kamu yararı” unsurundan açıkça yoksun olduğu, belirtilen bu nedenlerle dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlar doğacağı ileri sürülmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ                   : Dava konusu proje alanının Manisa ili, Sarıgöl ilçesi, Karacaali Mahallesi, Göktepe mevkii, 420 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz olduğu, taşınmazın tarla vasfında olduğu, söz konusu projenin jeotermal kaynak arama projesi olduğu, arama faaliyeti sonrasında üretime geçilmesinin planlanması durumunda “Jeotermal Enerji Santrali” için ÇED Yönetmeliği hükümlerine göre başvuru yapılacağının taahhüt edildiği, proje kapsamında büyük çaplı bir adet 2000 metre derinlikte sondaj kuyusu açılmasının planlandığı, jeotermal akışkana ulaşılmasını müteakiben test işlemleri sonrasında yer altının jeolojik ve tektoniği hakkında bilimsel verilerek elde edilerek, jeotermal akışkanın fiziksel ve kimyasal özelliklerinin tespit edileceği, konumu sebebiyle İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ile DSİ 2. Bölge Müdürlüğü’nden kurum görüşlerinin alındığı; buna göre  İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından verilen görüşte, halihazırda taşınmazda tarımsal üretim yapıldığı, İl Toprak Kurulu’nun uygun görmesi halinde ancak Bakanlıkları tarafından tarım dışı kullanıma izin verilebileceği, evrakların tamamlanmasını müteakip kurum görüşlerinin bildirileceği, kurum görüşleri alınmadan yatırımlara başlanmaması gerektiğinin belirtildiği; DSİ 2. Bölge Müdürlüğü tarafından sakınca bulunmadığı yönünde verilen görüşe jeotermal sondaj faaliyetleri kapsamında alınması gereken önlemleri içeren ek bir taahhütname eklendiği, proje tanıtım dosyasını hazırlayan çalışma grubuna jeoloji mühendisinin dahil edildiği; proje kapsamında jeotermal akışkan depolama havuzu, acil durum havuzu ve sondaj çamuru havuzu olmak üzere üç adet havuz planlandığı; proje tanıtım dosyasının idareleri Çevre Ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından incelenerek değerlendirildiği ve ÇED gerekli değildir belgesi verildiği savunulmaktadır.

DAVALI YANINDA MÜDAHİL

SAVUNMA ÖZETİ               : Dava konusu edilen ÇED gerekli değildir kararına ilişkin projenin bir adet jeotermal kaynak arama projesi olduğu, işlemin santral için değil yalnızca bir adet sondaj için verildiği, ileriye dönük yapılacak her çalışma için ayrıca ÇED raporu hazırlanacağı, jeotermal enerjinin temiz bir enerji kaynağı olduğu, jeotermal elektrik santrallerinin de bütün dünyada kabul edildiği üzere en az yer kaplayarak en verimli elektriği üreten ve kamu yararına olan temiz bir elektrik santralleri olduğu, literatürde kabul edilen en verimli ve doğa dostu enerji üretim kaynağı olduğu, enerjide dışa bağımlılığı azaltmada büyük rol oynayacağı, dava dilekçesinde Türkiye’deki teknolojinin yetersiz olduğunun belirtilmesinin abes olduğu ve enerji üretim metodu hakkında bilgi sahibi olmadıklarının göstergesi olduğu, dava dilekçesinde iddia edilenin aksine üzüm veya incir üretiminin jeotermal enerji üretimine bağlı olarak kalitesinin yahut miktarının azaldığı herhangi bir kaynak tarafından doğrulanmadığı, aksine TÜİK verilerine bakıldığında jeotermal enerji santrali kurulduktan sonraki yıllarda da üzüm ve incir üretiminde artış olduğunun resmi raporlarda kayıt altına alındığı,  İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ve DSİ 2. Bölge Müdürlüğü’nden gerekli görüşlerin alındığı ve kendileri tarafından gerekli taahhütlerin verildiği, netice olarak olumlu kurum görüşleri verildiği, projeye en yakın mesafedeki yerleşim yerinin 1 km mesafede olduğu, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14/08/2017 tarih ve 173934 sayılı yazısının kurum tarafından geri çekildiği, haksız ikame edilen davanın reddi gerektiği ileri sürülmektedir.

TÜRK  MİLLETİ  ADINA

            Karar veren Manisa 1. İdare Mahkemesi’nce, duruşma için önceden belirlenen 18/02/2020 günü  Sarıgöl Ziraat Odası Başkanlığı vekili Av. Sevinç Adak, Av. Akın Yakan’ın; davalı Manisa Valiliği adına Şube Müdürü Güven Yuğuranlar ile Şehir Ve Bölge Plancısı Sevgi Kayser’in; davalı yanında müdahil …..AŞ. Vekili Av. Burak Boz’un geldikleri görülerek, taraflara usulüne uygun söz verilip açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilip, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İvedi Yargılama Usulü” başlıklı 20/A maddesi uyarınca  dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

            Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 56. maddesinde: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

            Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

            Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

            Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. …” hükmüne,

            3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 20. maddesinin 1. fıkrasında: “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır.” hükmüne yer verilmiştir.

            2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Kirletme yasağı” başlıklı 8. maddesinde: “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.

            Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.” hükmüne, “Çevresel Etki Değerlendirilmesi” başlıklı 10. maddesinde: “Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.

            Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.

            Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

            25/11/2014 günlü, 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 4. maddesinin (g) bendinde: “g) Çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir kararı: Seçme Eleme Kriterlerine Tabi Projeler hakkında yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun belirlenmesi üzerine projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca görülmediğini belirten Bakanlık kararını ifade eder.” hükmüne

            5. maddesinde: “(1) Bu Yönetmeliğe tabi projeler hakkında “ÇED Olumlu”, “ÇED Olumsuz”, “ÇED Gereklidir” veya “ÇED Gerekli Değildir” kararlarını verme yetkisi Bakanlığa aittir. Ancak Bakanlık gerekli gördüğü durumlarda “ÇED Gereklidir” veya “ÇED Gerekli Değildir” kararının verilmesi konusundaki yetkisini, sınırlarını belirleyerek yetki genişliği esasına göre Valiliklere devredebilir.” hükmüne,

7. maddesinde: “(1) Bu Yönetmeliğin;

a) Ek-1 listesinde yer alan projelere,

b) “ÇED Gereklidir” kararı verilen projelere,

c) Kapsam dışı değerlendirilen projelere ilişkin kapasite artırımı ve/veya genişletilmesinin planlanması halinde, mevcut proje kapasitesi ve kapasite artışları toplamı ile birlikte projenin yeni kapasitesi ek-1 listesinde belirtilen eşik değer veya üzerinde olan projelere,

ÇED Raporu hazırlanması zorunludur.” hükmüne,

15. maddesinde: “(1) Bu Yönetmeliğin;

a) Ek-2 listesinde yer alan projeler,

b) Kapsam dışı değerlendirilen projelere ilişkin kapasite artırımı ve/veya genişletilmesinin planlanması halinde, mevcut proje kapasitesi ve kapasite artışları toplamı ile birlikte projenin yeni kapasitesi ek-2 listesinde belirtilen projeler,

seçme, eleme kriterlerine tabidir.” hükmüne,

            16. maddesinde: “Çevresel Etki Değerlendirmesinin gerekli olup olmadığının araştırılması amacıyla, proje sahibi tarafından yetkilendirilen Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar tarafından; Ek-4’e göre hazırlanan Proje Tanıtım Dosyası, proje sahibince Proje Tanıtım Dosyasında ve eklerinde yer alan bilgi ve belgelerin doğru olduğunu belirtir taahhüt yazısı Bakanlığa sunulur. Bakanlık tarafından belirlenen başvuru bedeli proje sahibi tarafından ödenir. …” hükmüne,

            17. maddesinde: “(1) Bakanlık, Proje Tanıtım Dosyalarını Ek-4’te yer alan kriterler çerçevesinde inceler ve değerlendirir. Bakanlık, bu aşamada gerekli görülmesi halinde Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlardan proje ile ilgili geniş kapsamlı bilgi vermesini, araç gereç sağlamasını, yeterliği kabul edilebilir kuruluşlarca analiz, deney ve ölçümler yapmasını veya yaptırmasını isteyebilir. Bakanlık inceleme değerlendirme sürecinde gerekli görülmesi halinde yetkili kurum/kuruluşlardan görüş isteyebilir. Otuz (30) takvim günü içerisinde görüş bildirmeyen kurum/kuruluşun görüşü olumlu kabul edilir.

            (2) Bakanlık on beş (15) iş günü içinde inceleme ve değerlendirmelerini tamamlar. Proje hakkında “ÇED Gereklidir” veya “ÇED Gerekli Değildir” kararını beş (5) iş günü içinde verir, kararı Valiliğe, proje sahibine ve Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara bildirir. Valilik, bu kararı askıda ilan ve internet aracılığıyla halka duyurur.

            (3) “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilen proje için beş (5) yıl içinde mücbir sebep bulunmaksızın yatırıma başlanmaması durumunda “ÇED Gerekli Değildir” kararı geçersiz sayılır.

            (4) “ÇED Gereklidir” kararı verilen projeler için bir (1) yıl içerisinde Bakanlığa başvuru yapılmaması durumunda karar geçersiz sayılır.” hükmüne, ÇED Yönetmeliğinin Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeler listesi olan Ek-1 listesinin 44. maddesinde; jeotermal kaynağın çıkartılması ve kullanılması (Isıl kapasitesi 20 MWe ve üzeri) için ÇED Raporu hazırlanması zorunluluğu getirilmiştir.

            Yönetmeliğin seçme-eleme kriterleri uygulanacak projeler listesi olan EK-2 listesinin:

            43. maddesinde;  “Jeotermal kaynağın çıkartılması ve kullanılması, (Isıl gücü 5 MWe ve üzeri),”

            55. maddesinde; “Maden, petrol ve jeotermal kaynak arama projeleri, (Sismik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, jeofizik vb. yöntemle yapılan aramalar hariç),” seçme-eleme kriterine tabi tutularak bu projeler için sunulan Proje Tanıtım Dosyası üzerinden ÇED raporu hazırlanmasına gerek olup olmadığına karar verilebileceği, düzenlenmiştir.

            Dosyanın incelenmesinden, Manisa ili, Sarıgöl ilçesi, Karacaali Mahallesi, Göktepe mevkii, 420 ada, 7 parsel taşınmaz mevkiindeki ….. A.Ş. tarafından yapılması planlanan AR:2015/04 numaralı ruhsat sahasında jeotermal amaçlı kaynak arama sondajı (1 adet) projesi ile ilgili olarak ÇED Yönetmeliğinin 17. maddesi uyarınca Manisa Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından verilen 23/07/2019 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının  iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

            Uyuşmazlığın çözümü, teknik bilgi ve birden çok uzmanlık alanını ilgilendirmesi nedeniyle, Profesör ünvanlı Ziraat Mühendisi, Jeoloji Mühendisi, Jeofizik Mühendisi yanında; Doktor unvanlı Çevre Yüksek Mühendisi; Jeodezi ve Fotogrametri (Harita) Yüksek Mühendisi ile mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda özetle; “… Dava konusu işlemin tarımsal üretim ve tarım arazileri açısından incelenmesi; Dava konusu kuyu alanı ve içerisinde bulunduğu ruhsat alanı Gediz havzasını besleyen bir yan havza içerisinde yer almaktadır. Yan havzalarda, yüzey akış sularını toplayan eğimli yüzeyler geniş yamaç arazileri oluşturmaktadır. Dava konusu kuyu alanı ve içinde bulunduğu ruhsat alanı yan havzanın yamaç pozisyonunda yer almaktadır. Arazi eğimi homojen değildir, kuzeyinde %3-4 oranlarına düşmesine rağmen ortalama eğimi, Tarım ve Orman Bakanlığı TE-Standart-1 değerlerine göre %6-12 eğim grubu içerisinde yer almaktadır. Arazi eğimi güney-kuzey yönünde azalan şekildedir. Dava konusu parsel ve çevresindeki araziler kireçsiz jeolojik ana materyallerin özerinde oluşmuş kireçsiz kahverengi büyük toprak grubu ile dik eğimli alanlardan taşınıp eğimin azaldığı bölgelerde depolanan yamaç molozları üzerinde oluşmuş kolüvyal büyük toprak grubu içerisinde yer almaktadır. Davaya konu parsel kolüvyal toprak grubu içerisinde değerlendirilmiş ve kök derinliği 50 cm nin üzerindedir. Toprak bünyesi kumlu killi tın (SCL) olup topraklarda kireç içeriği çok düşüktür. Parselin yüzey ve profilinde %10-15 arasında değişen oranlarda taşlılık vardır. Bunun dışında herhangi bir drenaj yetersizliği, tuzluluk, alkalilik, kayalılık vb toprak yetersizlikleri mevcut değildir. Bu hali ile dava konusu araziler eğim ve taşlılık sınırlayıcı faktörlerin varlığı nedeniyle IVes (dördüncü) Arazi Kullanım Kabiliyet (AKK) sınıfı içerisinde değerlendirilmişlerdir.

Arazilerin tarımsal açıdan değerlendirilmesi için ulusal ve yasal standartlar geliştirilmiştir. Arazilerin sınıflandırmasında kullanılan ve arazi kullanım şekillerini tanımlayan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’na göre araziler; Mutlak tarım arazileri, Dikili tarım arazileri, Özel Ürün Arazileri ve Marjinal Tarım Arazileri şeklinde 4 sınıf altında incelenmektedir. Bu sınıflardan; Mutlak Tarım Arazileri, Dikili Tarım Arazileri ve Özel Ürün Arazileri tarım dışı amaçla kullanılamaz ve bu araziler “Tarımsal Niteliği Korunacak Araziler” olarak değerlendirilirler. Bunun yanında tarımsal bütünlük içerisinde yer alan marjinal tarım arazileri de tarım dışına çıkartılamaz.

            Davaya konu kuyu yeri ve çevresindeki parseller 5403 sayılı yasa kriterlerine göre “özel ürün arazisi” ve “dikili tarım arazileri” olarak sınıflandırılmışlardır (Şekil 5.1.3, 5.1.4, 5.1.5, 5.1.6). 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi kullanım Kanunu, Toprak ve Arazi Sınıflaması Standartları Teknik Talimatına göre arazi sınıflandırma kriterleri aşağıdaki gibi tanımlanmıştır. …

            Ruhsat alanı içerisinde arama kuyusu açılması gerekçesinin bir jeotermal enerji santrali oluşturulması hedefi taşıması nedeniyle, tarımsal arazi kullanım şekli 3573 sayılı zeytincilik yasası ve 5403 sayılı toprak koruma ve arazi kullanım kanunu açısından değerlendirilmiştir. Bu nedenle kuyu noktası merkez olacak şekilde en fazla 3 km mesafedeki parsellerin kullanım şekilleri detaylandırılmıştır. Elde edilen ölçümlere göre davaya konu kuyunun 3 km yakında yaklaşık 5325 da genişliğinde parçalı parseller şeklinde zeytinlik vardır. Bunun yanında yine kuyu yerine 3 km mesafede 1859 da genişliğinde bağ vardır. Bu değerler küçük parsellerin eklenmesi ile biraz daha artabilir. Bu rakamlar tarımsal kullanım şeklinin yoğunluğunu açıkça göstermektedir. Elde edilen poligonlar Google uydu görüntüsü üzerinde gösterilmektedir (Şekil 5.1.8, 5.1.9). Aynı şekilde arama ruhsat sahasının çok büyük bir bölümü zeytin ve bağ bitki örtüsü ile kapalı durumdadır. Zeytincilik yasasına göre zeytinliklere en az 3 km mesafede toz, duman çıkartan tesislerin yapılması yasaklanmıştır. …

Davaya konu kuyu yerinin çevresi 5403 sayılı yasa kriterlerine göre çoğunlukla özel ürün ve dikili tarım arazilerinden oluşmaktadır. Bu araziler içerisinde 50 cm den daha sığ ve eğimli marjinal tarım arazisi özelliği taşıyan parseller de bulunmaktadır. Dikili tarım arazileri arasında kalan ve tarla tarımı yapıldığı görülen bu araziler ile dikili tarım ve özel ürün arazileri ile bir tarımsal bütünlük oluşturmuşlardır. 5403 sayılı yasaya göre “tarımsal bütünlük gösteren alanlar içerisinde kalan marjinal tarım arazileri de tarımsal niteliği korunacak arazi olarak değerlendirilir” demektedir. Tarımsal nitelikli arazilerin tarımsal üretim altında tutulması ve tarımsal bütünlüğünün korunması kesintisiz gıda üretimi açısından ulusal düzeyde yüksek kamu yararı değeri taşımaktadır. Bu nedenlerle dava konusu parsel ve ruhsat alanının tarım dışı amaçla kullanımı uygun değildir.

            Jeotermal sıvı çıkartılması ve işletmede kullanılması sürecinde yakınlarındaki derelere sızdırılması, buharının zeminde bor ve sülfür birikimine neden olması durumunda, özellikle yüzey akış suları ile bu kirliliğin çok uzak mesafelere yayılma potansiyeli vardır. Havzada artan su ihtiyacı, başta kuyu, dere ve eski yatak içi sularının da sulamada kullanılmasını gerektirmektedir. Jeotermal sıvı bulaşımı olan sulama suların toprağa verilmesi, başta bor olmak üzere toksik düzeyde tuz ve bazı ağır metallerin bulaşmasına ve çoraklaşmasına neden olmaktadır. Bor ve ağır metallerin topraktan yıkanması ya da uzaklaştırılması oldukça güçtür. Bunun yanında jeotermal sularla bulaşan dereler havza suyunu toplayan ırmağa ulaşmakta ve tüm havzaya yayılabilmektedir. Bu nedenle özellikle eğimli alanlardaki kirletici parametreler aşağı arazilere taşınabilmektedir. Bu tür taşınmaların sonucunda gerek jeotermal gerekse maden işletmelerinden kirlenen sular başta arsenik olmak üzere diğer ağır metal ve bileşikleri Gediz havzası taban suyuna iletmiştir. Buna bağlı olarak Manisa Valiliği duruma müdahale ederek ilave jeotermal enerji işletmelerinin izinlendirilmemesi yönünde karar almıştır.

            Jeotermal suların enerji üretilmesi ya da seracılıkta kullanılması yenilenebilir enerji kaynağı açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Enerji üretiminde fosil yakıtların kullanılmasının olumsuz etkileri, gerek insan sağlığı açısından gerekse çevresel etkiler bakımından defalarca kanıtlanmıştır. Ulusal politikalara bağlı olarak giderek önemi artan enerji ihtiyacı, son yıllarda jeotermal suların da bu amaçla kullanılmasını teşvik etmektedir. Bu amaçla yasalar ile de kolaylık sağlanmaktadır. Ancak, dava konusu termal enerji tesis ve kuyularını içeren ruhsat sahası, Gediz ovası yan havzasındaki yoğun tarımsal üretim alanları ve yeraltı içme/sulama suyu kaynakları üzerinde bulunmaktadır. Ruhsat sahası izdüşümündeki yeraltı su kaynaklarının, çizilmiş ruhsat sınırı gibi bir sınırı bulunmaması nedeniyle herhangi bir kirlenme durumunda bunun tüm ova içerisine yayılması mümkün görülmektedir. Bu nedenle ruhsat arama sınırlarının sadece ruhsat alanını değil, Gediz Ovası’nın tüm yeraltı suyu tablasını etkileyeceği düşünülmelidir. Kirlenmiş yeraltı sularının arıtılması ve yerinde geri kazanılması mümkün değildir. …

            Hem jeotermal enerjinin kullanımı, hem de içme suyu ve sulama suyu gibi yaşamsal önem taşıyan doğal kaynağın korunması kamu yararını oluşturmaktadır. Ege Bölgesi’nin yaklaşık %24’ünde verimli tarım arazileri bulunmakta ve tarım yapılmaktadır. Geriye kalan yaklaşık %76’lık bölümü ise orman ve diğer arazilerden oluşmaktadır. Türkiye’nin termal su kaynakları potansiyelinin yaklaşık %77,9’u ise Ege Bölge’sinde bulunmaktadır (Güneş ve Güneş, 2013). Ege Bölgesi’nde her iki kullanım şekli için de potansiyel araziler mevcut olup akılcı arazi kullanım planlamaları ile her iki doğal kaynağı koruyarak kullanmak mümkündür. Ülke koşulları düşünüldüğünde gerek enerji üretimi gerekse gıda üretimi önemli kamu yararı özelliği taşıyan değere sahiptirler. Enerjide dışa bağımlı olmak ekonomik olarak önemli bir risk oluşturmaktadır. Ancak gıda egemenliğinin kaybedilmesi ve gıda maddelerinde de dışa bağımlı olmak, başta sosyal problemlere ve buna ek olarak yaşamsal ve ekonomik risklere neden olabilmektedir. Bu nedenle, ülke refahının yanında ulusal yaşamın devamı için çok önemli su havzalarının ve verimli tarım arazilerinin termal su kaynakları ile bir arada bulunmadığı bölgelerin enerji üretimi için öncelikli olarak düşünülmesi, bir kamu yararını korurken bir diğer kamu yararının yok edilmesinin önlenmesi, karar vericilerin önemli sorumluluklarından birisidir. …

            Sonuç olarak;

            • Davaya konu kuyu yerinin 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi kullanım Kanununa göre korunması gereken özel ürün arazilerinden olması,

            • Davaya konu kuyu alanı çevresinde bir bağ ihtisas üretim alanı şeklinde üzüm üretimi yapılması ve bir coğrafi işaret potansiyelinin bulunması,

            • Davaya konu kuyu yerine 3 km mesafedeki arazilerde ve içerisinde bulunduğu ruhsat alanı içerisinde yoğun zeytinliklerin olması ve buna bağlı olarak 3573 sayılı zeytinlik yasası gereği toz, duman çıkartan tesislerin bölgede yer almaması gerektiği,

            • Davaya konu kuyu yeri ve ruhsat sahası çevresindeki derelerin 9km mesafedeki Avşar barajını besliyor olması ve bu baraj gölünün sulama amaçlı kullanıldığı, bunun yanında içerisinde balık yaşamının olduğu ve balıkçılık yapılması nedenleriyle, hem yüzey hem de yeraltı sularını, dolayısıyla gıda üretimi açısından önemli riskleri bulunan bu uygulama için ÇED gerekli değildir kararı uygun değildir.

            Dava konusu işlemin jeolojik ve hidrojeolojik açıdan incelenmesi; … Olumlu: Türkiye’de ÇED kapsamına giren etkinlikler iki gruba ayrılmıştır. Birinci grupta kirleticilik vasfı yüksek projeler yer almakta, yönetmeliğin Ek-I listesinde yer alan bu tür projeler için ÇED Raporu hazırlanması gerekmektedir. Ayrıca Ek-II listesinde bulunup “ÇED Gereklidir” kararı verilen projeler için de ÇED Raporu Hazırlanması gerekmektedir. İkinci grupta ise nispeten daha az kirleticilik vasfına sahip olan projeler bulunmakta olup, söz konusu projeler Yönetmeliğin Ek-II Listesinde yer almaktadır. Bu Yönetmeliğe tabi Ek-I’ deki projeler için ÇED Raporu hazırlanıp Bakanlıktan proje hakkında ÇED Olumlu Kararı, Ek-II’ deki projeler için ise ÇED Ön Araştırma Raporu (ÇED Yönetmeliğinin EK: IV formatında Proje Tanıtım Dosyası) hazırlanıp, Bakanlıktan proje hakkında “ÇED Gerekli Değildir” kararı alınması gereklidir. Bu kapsamda dava konusu etkinlik EK-II listesinde 55. Maddede belirtilen etkinlik türü olduğundan Proje Tanıtım Dosyası hazırlanması doğrudur. Ayrıca söz konusu etkinlik için gerekli izinlerin çoğu alınmıştır ve PTD raporunda jeolojik ve hidrojeolojik içerik mevcuttur.

            Olumsuz: Bu olumlu projelendirmeler yanı sıra PTD raporunda jeolojik ve hidrojeolojik açıdan önemli eksiklikler ve hatalar bulunmaktadır. PTD raporundaki bazı değinilmeyen konular ve eksiklikler hidrojeolojik açıdan risk oluşturma potansiyeli içermektedir. Bu eksiklikler izlenme kolaylığı açısından aşağıda maddeler halinde ele alınmıştır.

            • PTD raporunda jeolojik ve hidrojeolojik açıklamalar çok genel ve bazıları birbiriyle çelişkilidir. Örneğin jeolojik birim adlandırılmaları EK-9’daki raporları birbirinden farklı olarak isimlendirilmiş ve raporlar birbiriyle ilişkilendirilmemiştir. Hepsinden önemlisi esas faaliyet konusunu oluşturan derin sondajlarda kesilecek jeolojik formasyonlar yanlış olarak belirtilmektedir. Yukarıdaki 5.2.2’de gösterildiği üzere dava konusu kuyuda kot olarak 250 m kotuyla 1250 m kotu arasında Neojen (alüvyon, Bintepeler-Kaletepe Formasyonu) kesilecek ve 1250-2000 m arasında Menderes Masifi metamorfikleri kesilecek olarak görülmektedir. Kuyu teçhiz planı da buna göre yapılmıştır. Oysa jeolojik, hidrojeolojik ve su noktaları haritalarına baktığımızda sondaj doğrudan Menderes Masifi metamorfitlerinin (gnaysların) üzerinde bulunmaktadır. Yani Neojen formasyonların ve alüvyonun kesilme olasılığı yoktur. Bu çok önemli bir hata olup kuyu projelendirilmesinin de yanlış olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yüzey ve yeraltı sularıyla tarımsal toprakların kirletilme potansiyeli mevcuttur.

            • DSİ 2. Bölge müdürlüğünün verdiği yüzey sularının korunmasına yönelik talimatlar doğrultusunda ilgili şirket tarafından aşağıdaki taahhütler yapılmıştır. Yapılan taahhütlerde “Proje kapsamında gerçekleştirilecek (arazi hazırlama ve ulaşım/nakliye dâhil) her türlü faaliyet sırasında, sondaj çalışma alanları ve çevresindeki dere yataklarına her türlü müdahaleden kaçınılacak, bu derelerin kadastral ve doğal yatakları ile mevcut yatak genişlikleri korunacak, suyun tam ve serbest akışını engelleyecek faaliyetlerde bulunulmayacaktır. Proje alanı ve çevresinde bulunabilecek akar ve/veya kuru derelerin her iki sahilinde dere şev üst çizgisinden itibaren 25’er m’lik alan kullanılmayarak boş bırakılacaktır. Oysa Der Ç.’ye akan 2 kuru dere arasında bulunan sondaj alanı Afşar Barajı gölünün uzun mesafeli koruma alanında ve nihayetinde (Barak D aracılığıyla) yan dere mutlak koruma alanında kalmaktadır. PTD raporu EK-8 sondaj alanı yerleşim planında bu durum görülmemektedir.

            • Davaya konu faaliyetin yer aldığı Gediz havzasına yönelik Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında özetle; içme suyu temini yapılan yeraltı suyu kalitesinin iyileştirilmesi amacına yönelik jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi istenmektedir. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarihli bu yazısında Gediz Havzası düzeyinde gereğinden fazla jeotermal akışkan çekilmesi ve geri basılması (kümülatif etki) nedeniyle içme suyu akiferlerinin kalitesinin azaldığına, özellikle arsenik değerlerinin yükseldiğine işaret edilmektedir. Diğer bir deyişle yeni izin ve ruhsat verilmemesi Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlemdir. ÇED sürecinde PTD raporunda söz konusu yazı dikkate alınmamıştır.

            • 11.07.2019 tarihli DSİ’nin yazısında dava konusu faaliyet alanının Sarıgöl Kızılçukur Kooperatifi sulama alanına 1400 metre mesafede olduğu bu nedenle kuyunun üretim aşamasında olumsuz yönde etkileşim olasılığı bulunduğu ve bu nedenle ilgili kooperatiften izin alınması gerektiği belirtilmiştir. Buna karşılık PTD raporunda Sarıgöl Kızılçukur Kooperatifinden alınmış bir görüş bulunmamaktadır ve projenin yaşama geçmesi ile “Sarıgöl Kızılçukur Kooperatifi Sulama Alanı” risk ve tehlike altında kalma riski bulunmaktadır.

            • Benzer şekilde 11.07.2019 tarihli DSİ’nin yazısında dava konusu faaliyet planlama aşamasındaki Karacaali Göleti sulama alanının içinde kalmaktadır. Bu nedenle söz konusu faaliyet ile ileride tarımsal alanların zarar görme riski bulunmaktadır.

            5.2.3. Jeolojik-Hidrojeolojik Açıdan Değerlendirme Sonucu

            Dava konusu “Sondajlı Jeotermal Kaynak Arama Faaliyeti” ile ilgili olarak hazırlanan PTD raporunda, söz konusu etkinlik jeolojik ve hidrojeolojik açıdan yeterli düzeyde tanıtılmamıştır. Etkinliğin olası çevresel etkileri ve alınması gereken önlemler de yeterince belirtilmemiştir. PTD raporunda planlanan jeotermal kuyuda geçilecek jeolojik formasyonlar yanlıştır. Yüzey ve yeraltı sularıyla tarımsal alanların kirletilmesi riskleri bulunmaktadır. Bu nedenle faaliyetin gerçekleşmesi durumunda çevreye olumsuz etkilerinin olacağı, Manisa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce verilen 23.07.2019 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.

            Dava konusu işlemin çevresel etkiler açısından incelenmesi; … PTD incelendiğinde; (…) …. A.Ş. tarafından Manisa İli, Sarıgöl İlçesi, Karacaali Mahallesi, Göktepe mevkii, 420 ada 7 parselde Manisa Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından verilmiş olan 2015/04 ruhsat sıra numaralı ve 3297161 erişim numaralı toplam 2303,35 hektar ruhsatlı alanda jeotermal enerji santralinde kullanılmak üzere “Jeotermal Amaçlı Kaynak Arama Sondajı (1 adet)” projesinin yapılması planlanmaktadır. Projeye ait “Yer Bulduru Haritası” Ek 1’de sunulmaktadır. (…)

            Projenin ilerleyen aşamalarında, koordinatları verilen sondaj alanında ve/veya ruhsat alanının diğer bölümlerinde, dosyada belirtilen 1 adet kaynak arama sondajına ilave olarak gerçekleştirilmek istenebilecek, jeotermal kaynak arama/üretme/reenjeksiyon amaçlı sondajlar, jeotermal akışkan iletim hatları, sağlık tesisi, ısıtma ve/veya enerji üretim tesisi vb. her türlü faaliyet hakkında DSİ 2. Bölge Müdürlüğü ayrıca görüşü alınacaktır.(…)

denilmektedir. Nihayetinde tek bir kuyu ile kalınmayıp ruhsat alanı içerisinde başka üretim ve reenjeksiyon kuyularının açılacağı, jeotermal enerji santralinin kurulacağı anlaşılmaktadır.

Çevresel kirliliğe ya da zarara neden olması muhtemel bir etkinliğin en erken safhada engellenmesi, yani çevreye yönelen bir tehlikeye karşı önlemler alınması Çevresel Etki Değerlendirmenin ana amacıdır.

            Projenin, Ek: II Listesi Madde 55 “Maden, petrol ve jeotermal kaynak arama projeleri, (Sismik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, jeofizik vb. yöntemle yapılan aramalar hariç)” kapsamında değerlendirilmesi sonucu “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verilmesinin yasal olarak mümkün olduğu, ancak Sondaj yöntemiyle kuyu açılmasının nihai amacından bağımsız olarak değerlendirilmesinin Çevresel Etki Değerlendirmenin amacına aykırı olduğu göz önüne alınmalıdır.

            Bağlamından koparılarak yani projenin nihai amacından bağımsız olarak değerlendirilmesi, faaliyetin Çevre üzerinde oluşturacağı baskının öngörülmesine engeldir.

            T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü talebiyle TÜBİTAK MAM Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü tarafından hazırlanan Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planının Hazırlanması Projesi Raporu sayfa 93 Tablo 2.9 da Gediz havzasında toplam Yer altı suyu çekim debisi yılda 884 milyon metreküp olarak, sayfa 92’de ise yer altı suyu yıllık beslenme miktarı 689 milyon metreküp olarak raporlanmıştır. Gediz havzasında YAS kaynaklarının baskı altında olduğu, korunması ve sürekliliğinin sağlanması gerektiği sonucu çıkmaktadır

            Sonuç olarak;

            Proje Tanıtım Dosyasının Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği ile belirlenen yasal formata uygun hazırlandığı,

            Ancak;

             Orman ve Su işleri Bakanlığının bölgedeki çalışmalarından, halihazırda kıt olan yer altı ve yerüstü su kaynaklarının, jeotermal ve madencilik faaliyetlerinden olumsuz etkilendiği,

             Gediz havzasında su kalitesinin hâlihazırda Jeotermal akışkanlarla kontamine olduğunun Orman ve Su İşleri Bakanlığı çalışmalarıyla tespit edilmiş olduğunun göz önüne alınması gerektiği,

             Yine Orman ve Su işleri Bakanlığının yazısı dikkate alınarak “jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi” gerekliliği nedeniyle yeni ruhsatların verilmemesi yanı sıra yeni izinlerin de verilmemesi gerektiği,

             Faaliyetin, nihai amacından bağımsız olarak değerlendirilmesi nedeniyle; bölgedeki tarım ve sulama faaliyetlerine olası etkileri, çevresel etkileri, faaliyetin etki alanına ilişkin belirlemelerin raporda tam olarak ortaya konulmadığı,

            Göz önüne alındığında, Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi Gerekli Değildir kararının uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.

            Dava konusu işlemin jeofizik açısından incelenmesi; … Neden sadece alanda manyetik ve gravite çalışmalarının yapıldığı anlaşılmamıştır. Jeotermal araştırmalarda manyetik ve gravite çalışmaları özellikle ısıtıcının saptanması, çökel kalınlığı, faylanma ve benzeri yapısal öğeler hakkında bilgi edinebilmek için önemli sonuçlar veren yöntemlerdir. Ancak derindeki rezervuar, taşıyıcı kırıklar, sıcaklık, gözeneklilik gibi faktörler hakkında ayrıntılı bilgi edinebilmek için, manyetotellürik, sismik yansıma, elektrik resistivite gibi yöntemlerin de birlikte kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle burada yapılması önerilen ile yapılan arasında herhangi bir açıklama olmadığından, bu kısım proje tanıtım dosyasının önemli bir eksikliğini ortaya koymaktadır. …

            Dava konusu “Sondajlı Jeotermal Kaynak Arama Faaliyeti” ile ilgili olarak hazırlanan PTD raporunda, söz konusu etkinlik jeofizik açıdan yeterli düzeyde tanıtılmamıştır. Jeofizik çalışmalar bağlamında sunulan proje tanıtım raporu ve ekinde sunulan manyetik-gravite araştırma raporunun da, alanda yapılan jeofizik çalışmalar doğrultusunda jeotermal rezervuar ve ilişkili diğer özellikler hakkında herhangi bir sonuç ortaya koymadığı görülmüştür. Sunulan jeofizik raporun bu alanın jeotermal yapılarına bir katkı sağlamadığı, raporun verilerinin güvenilir olmadığı, veri toplama, düzeltme ve değerlendirme aşamaları rapor içinde bulunmadığından sunulan bu rapora göre aşağıdaki jeotermal sistem hakkında yararlı bir yorum üretmenin olanaksız olduğu görüşüne ulaşılmıştır. Bu nedenle burada jeofizik hakkında sunulan bilgiler doğrultusunda herhangi bir sondaj yeri önermek doğru değildir ve bunların jeoloji, hidrojeoloji, jeokimya gibi önem taşıyan diğer bilim dallarına da katkısı olmadığından, yapılması planlanan sondaj hakkında jeofizik verilerin çok yetersiz olduğu görüşüne ulaşılmıştır. Ayrıca sondaj etkinliğinin hangi jeofizik verilerle ilişkili olarak açılacağı ve bu verilere göre ne tür formasyonlarla karşılaşılabileceği konusunda da gerekli bilgiler bulunmamaktadır. Bu nedenle yeterince jeofizik araştırmanın olmadığı, bu nedenle yeraltı hakkında ayrıntılı bilginin olmadığı, sondaj faaliyeti sırasında çevreye ne tür olumsuz etkilerinin olacağı hakkında PTD’de yeterli bilgi ve veri bulunmadığından, Manisa Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce verilen 23.07.2019 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.” görüş ve tespitlere yer verildiği görülmektedir.

            Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna karşı  davalı idare ve davalı yanında müdahil şirket tarafından yapılan itirazlar raporu  kusurlandırıcı nitelikte görülmeyip bilirkişi raporu Mahkememizce karara esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.

            Her ne kadar raporda dava konusu işleme dayanan olan Proje Tanıtım Dosyasında bir kısım eksiklikler bulunduğu yolunda görüşlere yer verilmiş ve bu belirtilen eksikliklerin Mahkememizce proje tanıtım dosyasını hukuken sakatlar mahiyette olduğu değerlendirilmiş ise de usul ekonomisi gereğince öncelikle dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile yer verilen bilirkişi raporu göz önünde bulundurularak uyuşmazlığa konu olan Projenin, Yönetmeliğin 7. maddesinde yer verilen kural gereğince ÇED sürecine dahil edilmesi gerekip gerekmediğini hususunun ortaya konulması gerekmektedir.

            Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri uyarınca; Yönetmeliğin EK-2 listesinin 55. maddesinde; sismik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, jeofizik vb. yöntemi dışındaki yöntemle jeotermal arama faaliyetleri ayrıca düzenlenerek seçme-eleme kriterlerine tabi projelerden olduğu belirtilmiş ve jeotermal kaynağın çıkartılması ve kullanılması faaliyetlerinden ayrı tutulmuştur.

            Olayda, bilirkişi raporunun Mahkememizce yapılan değerlendirmesi sonucunda davaya konu kuyu yerinin 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi kullanım Kanununa göre korunması gereken özel ürün arazilerinden olması, davaya konu sondaj kuyu alanı etrafında üzüm üretimi yapılıyor olması, sondaj kuyu yerine 3 km mesafedeki arazilerde ve içerisinde bulunduğu ruhsat alanı içerisinde yoğun zeytinliklerin olması ve buna bağlı olarak 3573 sayılı zeytinlik yasası gereği toz, duman çıkartan tesislerin bölgede yer almaması gerektiği, kuyu yeri ve ruhsat sahası çevresindeki derelerin 9 km mesafedeki Avşar barajını besliyor olması ve bu baraj gölünün sulama amaçlı kullanıldığı, bunun yanında içerisinde balık yaşamının olduğu ve balıkçılık yapılması nedenleriyle, hem yüzey hem de yeraltı sularını, dolayısıyla gıda üretimi açısından jeotermal sondaj kuyusu işleminin önemli riskleri bulunması, PTD raporunda, söz konusu etkinlik jeolojik ve hidrojeolojik açıdan ve jeofizik açıdan yeterli düzeyde tanıtılmamış oluşu, etkinliğin olası çevresel etkileri ve alınması gereken önlemler de yeterince belirtilmemiş oluşu, halihazırda kıt olan yer altı ve yerüstü su kaynaklarının, Gediz havzasının su kalitesinin jeotermal amaçlı kaynak arama faaliyetinden olumsuz etkileneceği sonucuna varılmıştır.

            Bu durumda; dosyadaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunda yer alan tespit ve açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, sondaj yöntemiyle jeotermal kaynak arama faaliyeti projesinin önemli çevresel etkilerinin olacağı, projenin uygulanacağı saha, su havzalarına yakınlığı ve tarımsal coğrafya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, gerek canlı ve bitki çeşitliliği ve gerekse Sarıgöl ilçesinin ve projenin uygulanacağı sahanın tarımsal potansiyeli ile projenin olası çevresel etkileri dikkate alındığında bilirkişi raporuyla ortaya konulan risk ve etkiler sebebiyle ÇED sürecinin işletilmesi ve neticede ortaya çıkan duruma göre iş ve işlemler gerçekleştirilmesi gerektiği kanaatine varılarak dava konusu idari işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir.

            Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda ayrıntısı gösterilen 6.693,05 TL yargılama gideriyle karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı işleri için takdir edilen 2.590 TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacı tarafa ödenmesine, davalı idare yanında müdahil tarafından yapılan 132,70 TL yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına, peşin alınan posta gideri avansının artan tutarının talep edilmesi halinde derhal, talep edilmemesi halinde karar kesinleştiğinde Mahkememizce re’sen yatıran taraflara iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İvedi Yargılama Usulü” başlıklı 20/A maddesinin 2-g bendi uyarınca kararın tebliğini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere, 20/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir