Avukatların kanun yolunda yanılmalarını mümkündür.

T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu

Esas No:2015/120
Karar No:2015/313

Alacaklısını zarara uğratmak kasdiyle mevcudunu eksiltmek suçundan sanığın 2004 sayılı İİK’nun 331 ve 5237 sayılı TCK’nun 52. maddeleri uyarınca 6 ay hapis ve 2.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Çumra İcra Ceza Mahkemesince verilen 19.07.2012 gün ve 7-29 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 16.10.2014 gün ve 7641-16721 sayı ile;
“…Sanık müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde temyiz süresinin kararın tebliğinden itibaren iki hafta olarak gösterilmesi, sanık müdafiine gerekçeli kararın 27.08.2012 tarihinde tebliğ edilip, temyiz isteminin 10.09.2012 tarihinde yapılması karşısında, kararda temyiz hakkının başlama ve süresinin yanlış gösterilmesinin sanık aleyhine değerlendirilemeyeceğinden, sanık müdaafiinin temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek, tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.
Şikâyet dilekçesinde özetle, borçlu sanık M.K.’in taşınmazına, sanık Gökhan Solak lehine alacaklıyı zarara sokmak kastıyla ipotek tesis edildiğinden, sanıkların İİK’nun 331. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle şikâyette bulunulduğu, hükümden sonra şikâyetçi vekilinin 23.07.2012 havale tarihli dilekçesi ile sanıklardan Gökhan Solak hakkındaki şikâyetten vazgeçtiği, mahkemenin 03.08.2012 tarihli ek kararı ile de şikâyetten vazgeçme nedeni ile sanıklardan Gökhan Solak hakkındaki cezanın İİK’nun 354. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verildiği, sanıklara atılı suçun iştirak halinde işlendiği, 5237 sayılı TCK’nun 73/5. maddesi uyarınca iştirak halinde işlenen suçlarda sanıklardan birisi hakkındaki vazgeçmenin, diğerine de sirayet edeceğinin gözetilmemesi” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.11.2014 gün ve 389622 sayı ile;
“1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi uyarınca, 19.07.2012 günü yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir haftalık süre içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii bir haftalık süreden sonra 10.09.2012 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının tebliğ olarak gösterilmiş bulunması ve tebliğden itibaren iki hafta içerisinde temyiz edilebileceğinin belirtilmesinin yanıltıcı mahiyette olduğu, ileri sürülebilirse de, bu husus sanık müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından kanun yolu süresinin işlemeye başlamasını engellemeyecektir.
Zira, mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan, sanıkların savunmasını üstlenen; savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki, sanıklar müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde temyiz süresinin başlangıcı konusunda kendisinin yanılgıya düşürüldüğü yönünde bir iddiası da olmamıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 08.05.2012 gün ve 129-182 ile 27.12.2011 gün ve 377-301 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, sanık müdafiinin kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmesi gerekmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.01.2015 gün ve 21583-196 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık M.K. hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; icra ceza mahkemesince sanık müdafii ve şikayetçi vekilinin yüzüne karşı tefhim olunan hükmün kanun yolu bildirimindeki temyiz süresi ve sürenin başlangıcıyla ilgili hatanın eski hale getirme sebebi olarak kabul edilip edilmeyeceğinin ve buna bağlı olarak da sanık müdafinin temyizinin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık hakkında alacaklısını zarara uğratmak kasdiyle mevcudunu eksiltmek suçundan İİK’nun 331. maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan davada şikayetçi vekili ve sanık müdafiinin hazır bulunduğu 19.07.2012 tarihli duruşmada mahkûmiyet kararı verildiği,

Tefhim edilen hükümdeki kanun yolu bildiriminin; “davacının vekilinin ve davalı vekilinin huzurunda, iş bu kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı” şeklinde olduğu,

Kararın 19.07.2012 tarihinde müşteki vekili ve sanık müdafiinin huzurunda tefhim olunmasına karşın gösterilen kanun yolu bildirimi uyarınca 27.08.2012 tarihinde sanık müdafine tebliğ edildiği, sanık müdafin de hükmü 10.09.2012 havale tarihli dilekçe ile temyiz ettiği,
Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için öncelikle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan suçlara ilişkin verilen hükümlerin tâbi olduğu kanun yolları ile ilgili bilgi verilmesinde yarar bulunmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 gün ve 16-28 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’da, cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanuna uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanunun 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanununda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.

Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanununun 16. babı kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tâbi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak düzenleyip, hapis ve adlî para cezası şeklinde yaptırıma bağlamış, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlenmek suretiyle, yaptırımlarını disiplin veya tazyik hapsi şeklinde belirlemiştir. Bir kısım suçların resen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmış, bu husus suç tanımının yer aldığı maddelerde; “Bu suçlar alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur”, “alacaklının şikâyeti üzerine”, “ilgilinin şikâyeti üzerine”, “zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine” ibareleriyle açıkça belirtilmiştir.

İcra ve İflas Kanunundaki yaptırım sistemi ilgili yapılan bu değişikliklere karşın, bu kanundaki suçlar bakımından kabul edilen özel muhakeme usulünü düzenleyen maddelerde köklü herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle İİK’da düzenlenen suçlar bakımından, yeni dönemde de, 5271 sayılı CMK hükümlerinin değil, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun ilgili hükümleri uygulanmalıdır.

Ancak atıf yapılan hallerde CMK hükümlerinin uygulanabileceği açıktır.

Diğer taraftan İcra ve İflas Kanununda kendine özgü bir özel yargılama sisteminin öngörülmüş olması, bu kanunda düzenlenen suçlara ilişkin yargılama işlemlerinin ceza muhakemesi faaliyeti olmadığı anlamına gelmemekte olup, aksine sınırlayıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde ve özel kanunun amaç ve prensiplerine uygun düştüğü ölçüde ceza muhakemesi kural ve ilkelerinin İİK’da düzenlenen suçlara ilişkin yapılan yargılamalarda da kıyasen uygulanması mümkündür.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunundaki bu kanunda yer alan suçlara ilişkin verilen hükümlerin tâbi olduğu kanun yolları ilgili düzenlemelere bakıldığında “itiraz” başlıklı 353. maddesinde;
“İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir.
İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır”hükmünün yer aldığı görülmektedir.

Bu düzenleme uyarınca, icra mahkemesince disiplin veya tazyik hapsini gerektiren fiiller nedeniyle verilen kararlara karşı başvurulabilecek kanun yolu itirazdır. Suç olarak düzenlenen eylemlerden dolayı verilen hükümlerle ilgili olarak ise, 5271 sayılı CMK’nun kanun yollarına ilişkin hükümlerinin uygulanması öngörüldüğünden, bu suçlar nedeniyle CMK’nun 223. maddesinde hüküm olarak belirtilen beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararları ile adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları temyiz kanun yoluna tâbidir.

İİK’nun 353/2. maddesindeki atıf uyarınca temyiz kanun yolunun tatbikatında 5271 sayılı CMK’nun kanun yollarına ilişkin genel hükümlerinin ve 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun temyize ilişkin hükümlerinin (322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin) uygulanması gerekmektedir.

Buna göre, 5271 sayılı CMK’nun 260 ve devamı maddeleri uyarınca kural olarak icra mahkemesince verilen hükümleri; sanığın, müdafiinin, yasal temsilcisi ve eşinin, şikayetçinin, vekilinin ve yerel Cumhuriyet savcısının temyiz hakkı bulunmaktadır. İcra mahkemesinin kararlarına karşı temyiz yetkisi sadece o yer Cumhuriyet savcılarına ait olup 13.01.1936 gün ve 1935/107 esas, 1936/25 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca Ağır Ceza (üst) Cumhuriyet savcılarının icra ceza mahkemesinin kararlarını temyize yetkileri yoktur. Ayrıca yerel Cumhuriyet savcılarının temyiz yetkisi şahsi hak taleplerini kapsamadığı açıktır.

5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi uyarınca da temyiz süresi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden itibaren başlamak üzere bir haftadır. İİK’nun 350. maddesi uyarınca icra mahkemesinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı hazır bulunmamakta ancak 352. maddesi uyarınca icra mahkemesince verilen kararın hülasasının Cumhuriyet savcısına bildirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29.04.2003 gün ve 126-122 sayılı kararında da açıklandığı üzere yerel Cumhuriyet savcıları bakımından temyiz süresi kararın savcılık makamına bildirilmesinden itibaren başlayacaktır.

Diğer taraftan İcra ve İflas Kanununun 89/4. maddesi uyarınca icra mahkemesine hem cezalandırma hem de tazminat istemiyle dava açılması mümkündür. Bu takdirde icra mahkemesi tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halledecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.03.1972 gün ve 496-192 sayılı kararında da açıklandığı üzere icra mahkemesine tazminat ve cezalandırma talebiyle birlikte açılan davalarda mahkemenin sıfatının tayininde cezalandırma talebinin göz önünde tutulması gerekmekte olup, davaya ceza mahkemesi sıfatıyla bakılacak fakat aynı kararda hem ceza hem de tazminatla ilgili hüküm kurulmuş ise temyiz süresi ceza ve tazminat yönünden farklı olacaktır. Nitekim 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunundan kaynaklanan suçlara ilişkin davaları uzun yıllar temyizen inceleyen Yargıtay 16. Hukuk ve 11. Ceza Dairelerince tazminat talebi ile ilgili verilen kararlar yönünden temyiz süresinin İİK’nun 364 ve 6100 sayılı HMK’nun geçici 3 ile 5236 sayılı Kanunun geçici 2. maddeleri yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 432. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren onbeş gün olduğu kabul edilmektedir.

Görüldüğü üzere, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan suçlara ilişkin verilen hükümlerin tâbi olduğu kanun yolu bakımından kararın niteliği ve başvuran tarafın sıfatına göre değişen ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre karmaşık bir sistem kabul edilmiş olup, avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların kanun yolunda yanılmaları mümkündür. Bu nedenle bu suçlara ilişkin verilen kararlarda kanun yolu bildiriminin hiçbir tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi özellikle önem arzetmektedir.

Gelinen bu aşamada kanun yolu bildirimine ilişkin mevzuatımızdaki hükümlerin üzerinde durulması gerekmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40/2. maddesininde; “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmüne yer verilmiş,

Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK’nun 34/2. maddesinde; “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir”,

231/2. maddesinde; “Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir”,

232/6. maddesinde ise; “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi vemerci-nin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir”,
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.

5271 sayılı CMK’nun 40. maddesinin 1. fıkrasında da, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.

Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; kanun yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İcra ceza mahkemesince sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim olunan hükümde, temyiz süresi tefhimden itibaren başlamak üzere bir hafta olduğu halde, kanun yolu bildirimi “davacının vekilinin ve davalı vekilinin huzurunda, iş bu kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı” şeklinde yapılmış olup, bu bildirim temyizin süresi ve başlangıcı itibariyle açıkça yanıltıcı niteliktedir.

Her ne kadar mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan ve sanığın savunmasını üstlenen; savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafinin icra mahkemesinin suça ilişkin verdiği hükümlerde temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını ve temyiz süresinin de bir hafta olduğunu bilmemesi düşünülemeyeceğinden, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacağı söylenebilir ise de; açıklandığı üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan suçlara ilişkin verilen hükümlerin tabi olduğu kanun yolu bakımından kararın niteliği ve başvuran tarafın sıfatına göre değişen ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre farklı ve biraz da karmaşık bir sistem kabul edilmiş olup, avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların kanun yolunda yanılmalarının mümkün olduğu kabul edilmelidir.

Bu nedenle, sanık müdafiinin 27.08.2012 tarihinde tebliğ aldığı hükme karşı 10.09.2012 tarihinde yaptığı temyiz başvurusunun, adli tatile rastlayan sürelerin işlemeyeceği de gözetildiğinde gösterilen kanun yolu bildirimine uygun olması nedeniyle süresinde olduğunun kabulü gerekmektedir. Bu nedenle, Özel Dairece katılan vekilinin temyiz talebinin süresinde kabul edilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerinde olmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.10.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak  : Hukuk Medeniyeti

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir