Kıyı kenar çizgisinde kalan taşınmazın tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi mülkiyet hakkının ihlaline yol açar

                                                Anayasa mahkemesi 2019/4977 başvuru numaralı kararında taşınmazın, kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vererek yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

                                               Dava konusu olan Zonguldak ili Karadeniz Ereğlisi ilçesi Göktepe köyünde kâin 649 parsel numaralı taşınmaz 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiştir.

                                               Hazine tarafından 21/5/1996 tarihinde Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan davayla taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine ve tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

                                               Taşınmazın denizin doldurulması suretiyle oluşturulduğu ve tarıma elverişli olmadığı tespiti yapılarak, ayrıca taşınmazın özel mülkiyete konu olmasının hukuken mümkün olmadığı ifade edilerek taşınmazın tapusunun iptaline ve taşınmazın tespit dışı bırakılmasına karar verilmiştir. 24/6/2014 tarihinde karar kesinleşmiştir.

                                               Bunun üzerine başvurucu, taşınmazın tapusunun tazminatsız olarak iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek 15/7/2014 tarihinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesine dayalı olarak Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu, satın alma bedeli olarak ödediği 500.000 TL’nin güncellenip tazminat olarak ödenmesi talebinde bulunmuş, Mahkeme 27/10/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın kesinleşmesinin ardından bu durumu öğrenen başvurucu, 18/2/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

                                               Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı incelemeye göre;

                                               Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32).

                                               Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa’nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

                                               Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapusu iptal edilmiştir. Başvurucunun tapusunun iptal edilmesinin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

                                               Başvurucunun taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kaldığının tespit edilmesine ve buna bağlı olarak tapusunun iptal edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu tazminat ödenmemesinden yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

                                               İhtilaf konusu taşınmaz 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiştir. Kıyıların özel mülkiyete konu edilmesi 3621 sayılı Kanun’a göre mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır.

                                               Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisinin içinde kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazı özel mülke konu olacak şekilde A.B. adına tespit ve tescil edilmesine sebep olmasına rağmen taşınmazın tapu kaydı sonradan iptal edilmiştir.

                                                Kıyıların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir.

                                               Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72).

                                               Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararında bu duruma ilişkin hususlara yer verilmiştir:

                                               …

                                               Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

                                               Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

                                               …

                                               Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

                                               …”      

                                               Uluslararası hukuk kapsamına ise AİHM’e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41).

                                               Başvurucunun 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açtığı tazminat davası, başvurucunun taşınmazın davalık olduğunu bildiği gerekçesiyle Mahkemece reddedilmiştir. Mahkemeye göre tacir olan başvurucu, basiretli iş adamı gibi davranma yükümlülüğünü ihlal etmiştir. Mahkeme, başvurucunun davalık olan ve tapusunun yitirilme ihtimali bulunduğunu öngörebildiği bir taşınmazı satın alması sebebiyle tazminat ödenmesini isteyemeyeceğini kabul etmiştir.

                                               4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesinde tacir olan malikler ile tacir olmayan malikler arasında ayrım yapılmasına imkân sağlayan bir düzenlemeye yer verilmediğine işaret etmek gerekir. Dolayısıyla Mahkemenin başvurucunun tacir olmasına vurgu yapan yorumunu kanuni bir temele dayandırdığını söylemek güçtür. Öte yandan başvurucunun kamu otoriteleri ile ticaret hukuku veya borçlar hukuku ilişkisi içine girmediği de not edilmelidir. Başvurucu kamu yararı gözetilerek Mahkeme tarafından iptal edilen tapusu için tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. Kamu otoritelerinin kamu yararını gözeterek başvurucunun tapusunu iptal etmesinden doğan sorumluluğunun ticaret hukuku ilkelerine atıfla ortadan kaldırılması kabul edilebilir değildir.

                                               Taşınmaz satılmamış olsaydı tazminat ödeme yükümlülüğünde olan devletin sorumluluğunun taşınmazın davalık olduğunu bilen birisine satılması durumunda ortadan kalkacağının düşünülmesi anlaşılabilir değildir. Daha açık ifade etmek gerekirse devletin hatalı kayıt oluşturmasından kaynaklı sorumluluğu ile taşınmazın davalık olduğunun bilinerek satın alınması olgusu arasında bu sorumluluğu ortadan kaldıracak nasıl bir bağlantı bulunduğu anlaşılamamıştır. Hatalı kaydın oluşmasına başvurucunun taşınmazın davalık olduğunu bilerek satın alması yol açmadığına göre Mahkemenin bu yorumu makul kabul edilememiştir.

                                               Tapu siciline güven ilkesi iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması amacına yönelik olup bundan, bu kayıtları doğru bir biçimde oluşturma ve tutma sorumluluğunda olan kamu otoriteleri lehine sonuçlar çıkarılması Anayasa’nın 35. maddesiyle bağdaşan bir yorum değildir. Kamu otoriteleri, iyi niyetli üçüncü kişi olmadığı gibi bu kayıtları bizzat oluşturan ve tutanlardır. Kamu otoritelerinin oluşturduğu kaydın hatalı olması nedeniyle doğan sorumluluğundan başvurucunun tapunun iptal edileceğini öngörebileceğine atıfla kurtulması düşünülemez. Nasıl ki kamulaştırma süreci başlatılan ya da ileride kamulaştırılacak olan bir taşınmazı satın alan kişi kamulaştırma bedelini isteme hakkından vazgeçmiş sayılamayacaksa özel mülkiyete son verilerek taşınmazın kamu mülkiyetine geçirilmesi yönüyle kamulaştırma işlemine benzeyen dava konusu olayda başvurucunun devletin ileride tapuyu iptal edebileceğini öngördüğünden bahisle tazminat hakkından vazgeçtiği savunulamaz.

                                               Devletin hatalı olarak oluşturduğu tapunun alış ve satış işlemlerine konu edilmesi hukuken yasak olmadığı gibi somut olayda Mahkemenin taşınmazın satışının engellenmesi yönünde ihtiyati tedbir kararı vermediğini de gözden kaçırmamak gerekir. Başvurucunun Hazine tarafından iptal davasına konu edilen bir taşınmazı satın almış olması Anayasa’nın 35. maddesindeki güvenceleri etkisiz kılmamaktadır. Diğer bir ifadeyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı Hazine tarafından iptal davasına konu edilen bir taşınmazı satın alan kişi yönünden de caridir. Salt “Davalıdır.” kaydı bulunan taşınmazın başka bir kişiye satılmış olması, tapu sicilini doğru oluşturma sorumluluğunu ihlal etmesinin sonuçlarına katlanmaktan devleti kurtarmamalıdır.

                                               Bu durumda başvurucunun taşınmazının tapusunun iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.

                                               Anayasa Mahkemesi açıklanan tüm bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ve kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Karadeniz Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine 24/11/2021 tarihinde karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 24/11/2021 Tarihli ve 2019/4977 Başvuru Numaralı Kararı

Yayına Hazırlayan: Stj.Av.Aslı Fiske

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir