Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinden Tarihi Karar

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Mukadder Alakuş kararı ile Bylock kullanımının ve Bank Asya’da hesap açmanın, eylemlerin gerçekleştirildiği tarihte yeterince açık ve öngörülebilir cezai suç teşkil etmediğine karar verildi. ifade edildi.

İhtiyari Protokol’ün 5 (4) maddesi uyarınca Komite tarafından kabul edilen görüşler, iletişim No.

3736/2020*, **, ***

Bildirim tarafından sunulmuştur: Mukadder Alakuş (eşi Fatih Alakuş ve avukatı Kurtuluş Bastimar tarafından temsil edilen)

İddia edilen kurbanlar:                 Başvurucu

Taraf devlet:                                 Türkiye

Bildirim tarihi:                             23 Aralık 2019 (ilk başvuru)[1]

Belge referansları:                       8 Nisan 2020 tarihinde taraf Devlet’e iletilen, Komite usul kurallarının 97. kuralı (yeni 92. kural) uyarınca alınan karar (belge şeklinde düzenlenmemiştir)

Görüşlerin kabul edilme tarihi:      26 Temmuz 2022

Konu:                                          Gözaltı koşulları; cezaevinde sağlık hizmetlerine erişim, keyfi gözaltı

Usule ilişkin konular:                   İç hukuk yollarının tüketilmesi; iddiaların gerekçelendirilme düzeyi

Temel konular:                             Yaşam hakkı; işkence ve kötü muamele; keyfi tutuklama ve gözaltı; gözaltı koşulları; adil yargılanma hakkı

Sözleşme Maddeleri:                     6, 7, 9, 10, 14, 15, 18, 19, 21, 22, 25, 26 ve

27

İhtiyari Protokol Maddeleri:         2, 3 ve 5 (2) (b)

1.   Başvuran Mukadder Alakuş, 1971 doğumlu bir Türkiye vatandaşıdır ve halen Eskişehir L Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulmaktadır. Taraf Devlet’in Sözleşme’nin 6, 7, 9, 10, 14, 15, 18, 19, 21, 22, 25, 26 ve 27. maddeleri kapsamındaki haklarını ihlal ettiğini iddia etmektedir. İhtiyari Protokol Türkiye için 24 Kasım 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Başvurucu, eşi Sayın Fatih Alakuş ve avukatı Sayın Kurtuluş Baştımar tarafından temsil edilmektedir.

Başvurucu tarafından sunulan gerçekler
  • Başvurucu spondiloartrit, psoriatik artrit, safra taşı, diş sorunları, kronik astım ve bronşitten muzdarip bir öğretmendir ve menisküs ameliyatı geçirmiştir. Spondiloartrit rahatsızlığı, düzenli ilaç tedavisi, fizyoterapi ve uzman doktor ziyaretleri de dahil olmak üzere önemli ölçüde tıbbi gözetim gerektirmektedir.
  • 28 Aralık 2018 tarihinde Manisa Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuyu yedi yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır. Başvurucu bu karara karşı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf başvurusunda bulunmuş, mahkeme 22 Mart 2019 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucu daha sonra Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunmuş ve Yargıtay 11 Şubat 2020 tarihinde bu kararı onamıştır.
    • Başvurucunun durumu, tutuklanmasını takip eden birkaç ay boyunca yerde bir şilte üzerinde uyumaya zorlandığı ve ilaçlarına erişemediği için kötüleşmiştir. Diz rahatsızlığı nedeniyle tuvaletleri kullanabilmek için mahkûmların özel yardımına ihtiyaç duyan başvurucu, COVID-19 izolasyon tedbirleri nedeniyle artık bu yardımdan yararlanamamaktadır. Ayrıca safra kesesi taşları nedeniyle sürekli ağrı ve kusma nöbetleri yaşamıştır. Kronik astımı ve bronşiti de sıhhi koşulların yetersizliği nedeniyle kötüleşti.
    • Eylül ve Ekim 2018 tarihleri arasında başvurucu, cezaevi yönetimine uzman bir doktoru ziyaret etmek için haftalık taleplerde bulunmuş, ancak bu talepler cevapsız kalmıştır. 30 Ekim 2018 ve 8 Kasım 2018 tarihlerinde, Manisa Ağır Ceza Mahkemesi’ne tutukluluk koşulları, ilaç ve tedaviye erişim eksikliği ve ayrıca tıbbi nedenlerle şartlı tahliye talebiyle ilgili dilekçeler göndermiş, ancak herhangi bir sonuç alamamıştır.
    • 23 Kasım 2018 tarihinde, başvurucunun avukatı cezaevi yönetimine başvurarak başvurucunun spondiloartriti hastalığı için tedavi talebinde bulunmuştur. 30 Kasım 2018’de Eskişehir Odunpazarı Devlet Hastanesi’ne götürülen başvurucu, aynı gün cezaevine dönmeden önce bir pratisyen doktora görünmüştür. 3 Aralık 2018 tarihinde, hastane ziyaretinin ardından sağlık sorunlarının çözüldüğünü belirten bir tahliye beyanı imzalamaya zorlanmıştır. Başvurucu, tıbbi tedavi görememenin verdiği psikolojik sıkıntı nedeniyle Xanax ve Duxet ilaclarini almaya başlamıştır. Safra kesesi taşı nedeniyle ağrı ve kusma nöbetlerinin ardından Eskişehir Şehir Hastanesi’ne götürülmüş ve cezaevine döndükten sonra ağrı kesici verilmiştir.
    • 23 Eylül 2019 tarihinde, başvurucunun eşi cezaevi yönetiminden eşinin uzman bir doktora görünmesine izin verilmesini talep etmiştir. 5 Ekim 2019’da Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi’ne bir talep daha göndererek eşi için uygun tedavi talebinde bulunmuştur. Bu talebin ardından, cezaevi yönetimi başvurucuya ihtiyaç duyduğu tıbbi tedaviyi sağlamayı taahhüt etmiş, ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.
    • 20 Ekim 2019 tarihinde bir doktor kendisine resmi olarak safra taşı teşhisi koymuş ve ameliyat olmasını önermiştir. Bununla birlikte, Başvurucu, tutulduğu yerde hijyen ve ilaca erişim eksikliğinden endişe duyduğu için ameliyat olmaktan vazgeçmiştir.
    • Başvurucu, tutukluluk koşulları ve sağlık durumuyla ilgili olarak cezaevi yetkililerine sunduğu bu taleplere ek olarak, Manisa Ağır Ceza Mahkemesi, Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay nezdinde konuyla ilgili şikayetlerde bulunmuştur.[2]
Şikâyet
  • Başvurucu, Sözleşme’nin 6, 7, 9, 10, 14, 15 ve 18 ila 27. maddeleri kapsamındaki haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucu, tutukluluk koşullarının hayatını riske attığını ve Sözleşme’nin 6, 7 ve 10. maddelerine aykırı olarak insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele teşkil ettiğini iddia etmektedir. Cezaevi aşırı kalabalıktır ve tüm mahkumlar için yeterli yiyecek veya sıcak suya erişim yoktur. Tutuklular için içme suyu tavandan damıtılmaktadır. Hijyenik olmayan tutukluluk koşulları ve yeterli tıbbi tedavi ve gıdaya erişiminin olmaması sağlık durumunu kötüleştirmiş ve ölüm riskini artırmıştır. Başvurucu, hijyenik ve donanımlı olmayan hücresinde, cezaevi personelinin huzurunda tıbbi muayeneler yapılmasının insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele anlamına geldiğini savunmaktadır. Başvurucu ayrıca, taraf Devlet’in siyasi mahkumların tıbbi bakıma erişimini kasıtlı olarak engellediğini, bunun da bilgi almak için kasıtlı bir zulüm eylemi olduğunu ileri sürmektedir.[3]
    • Başvurucu, tutuklanmasının ve gözaltına alınmasının, sadece Bylock uygulamasını[4] kullanmasına dayandırıldığı için Sözleşme’nin 9. maddesini ihlal ettiğini iddia etmektedir. Buna ek olarak, suç işlediğine dair kuvvetli bir şüphe olduğunu gösteren somut bir delil olmaksızın gözaltına alınmıştır. Ayrıca, tutuklama emrinin neredeyse dört ay boyunca tutuklu yargılanmasını haklı çıkaracak olayları veya kanıtları içermediğini savunmaktadır.
    • Başvurucu, 14. madde kapsamındaki iddialarıyla ilgili olarak, kendisine yöneltilen suçlamalardan haberdar edilmeden ve avukatıyla birlikte savunmasını yeterince hazırlamadan hakim karşısına çıkarıldığını belirtmektedir. Bununla birlikte, polis tarafından hazırlanan ve suçlamalardan haberdar edildiğini ve savunmasını yeterince hazırladığını belirten ifadeleri imzalamaya zorlanmıştır. Başvurucu ayrıca, tanık çağırmasına ve sorgulamasına, dava dosyasının tamamına erişmesine izin verilmediği ve takma dişleri nedeniyle kendini yeterince ifade edemediği ve mahkeme işlemlerinin SEGBİS aracılığıyla yürütüldüğü için silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. Ayrıca Başvurucu, yargıcın duruşma sırasında FETÖ ile ilgili olumsuz ifadelerinin ve avukatına mahkemede itirafçı olmasını önermesinin, yargıcın masumiyetine ilişkin önyargısını gösterdiğini savunmaktadır. Son olarak Başvurucu, mahkemelerin, tutukluluğunun yasallığına itiraz etme girişiminin reddedilmesini haklı gösterecek gerekçeler sunmadığını iddia etmektedir.
    • Başvurucu, iç hukukta suç olarak tanımlanmayan olaylar nedeniyle mahkum edildiği için Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamındaki haklarının ve yasallık ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucuya, Bylock uygulamasını indirdiği, bilgi paylaştığı, Bank Asya hesabına sahip olduğu ve iç hukukta yasaklanmayan barışçıl bir mitinge katıldığı için suçlamalar yöneltilmiştir.
    • Başvurucu, kendisine yöneltilen suçlamaların, Sözleşme’nin 18, 19, 21, 22, 25, 26 ve27. maddeleri kapsamında korunan yasal faaliyetlerle ilgili olduğunu belirtmektedir. Başvurucu, bu uygulamayı indirmemiş veya kullanmamış olmasına rağmen, bunların yine de Sözleşme’nin 19 ila 26. maddeleri kapsamında korunan yasal faaliyetler olduğunu iddia etmektedir. Başvurucu, Bank Asya’da hesap sahibi olmanın tamamen yasal olduğunu ve Sözleşme’nin 21, 25, 26 ve 27. maddeleri kapsamında korunduğunu iddia etmektedir.
Taraf Devlet’in kabul edilebilirlik ve esasa ilişkin gözlemleri

4.1 Taraf Devlet, 7 Aralık 2020 tarihli bir notta, kabul edilebilirlik ve esasa ilişkin gözlemlerini sunmuştur. Taraf Devlet, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma şüphesiyle Turgutlu Sulh Ceza Hakimliği’nin emriyle gözaltına alındığını belirtmektedir. Ertesi gün atanan avukat huzurunda savunması alınmış ve akabinde kuvvetli suç şüphesiyle tutuklanmıştır. Başvurucu, FETÖ üyeleri tarafından özel olarak kullanılan Bylock şifreli programındaki konuşma kayıtları, FETÖ’ye bağlı bir bankaya para yatırması ve FETÖ tarafından düzenlenen faaliyetlere katılması nedeniyle “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçuyla suçlanmıştır.[5] Türk Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesi uyarınca yedi yıl altı ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. Taraf Devlet, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne 4 Haziran 2020 tarihinde yaptığı başvurunun halen derdest olduğunu kaydetmektedir.[6]

  •  
    • Kabul edilebilirlik konusunda taraf Devlet, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne[7] yaptığı bireysel başvurunun halen derdest olması ve bu başvurunun yapılmasından sonra yapılmış olması nedeniyle iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmektedir. Taraf Devlet, başvurucunun Sözleşme’nin 18, 19, 21, 22, 25 ve 27. maddeleri kapsamındaki iddialarının, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru da dahil olmak üzere, herhangi bir ulusal makam önünde ileri sürülmediğini belirtmektedir.
    • İç hukuk yollarına ilişkin iddiaya cevaben taraf Devlet, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru usulünü etkili bir hukuk yolu olarak değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına[8] atıfta bulunmaktadır. Taraf Devlet, başvurucunun iddialarını desteklemek için sadece bir hukuk yolunun başarı olasılığına ilişkin şüphelerini dile getirdiğini belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamaların uzunluğuna ilişkin olarak taraf Devlet, Temmuz 2016’daki darbe girişiminin yarattığı öngörülemeyen yığılmaya rağmen, olağanüstü hal ilanının ardından başvuruların incelenme süresini kısaltmak için tedbirler alındığını belirtmektedir. Taraf Devlet, olağanüstü hal bağlamında Kanun Hükmünde Kararnameler kapsamındaki idari işlemlere ilişkin başvuruları inceleyen Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna işaret etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi[9] tarafından etkili bir hukuk yolu olarak kabul edilen 6384 sayılı Kanun kapsamındaki Tazminat Komisyonu, yargı kararlarının uygulanmaması veya makul süre içinde uygulanmaması ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurulara tazminat sağlamaktadır.
    • Başvurucunun, diğerlerinin yanı sıra, hukuki yardım ve temsilden yoksun bırakılması, kötü gözaltı koşulları, ifade imzalamaya zorlanması ve tıbbi bakıma erişememesi ile ilgili iddiaları delilsiz olarak sunulmuştur. Taraf Devlet, başvurucunun 18, 21, 22, 25 ve 27. maddelerde yer alan haklarının nasıl ihlal edildiğine dair hiçbir olgu ve açıklama sunulmadığını ve bu iddiaların dayanaktan yoksun olduğu için kabul edilemez ilan edilmesi gerektiğini kaydetmektedir.
    • Taraf Devlet, söz konusu başvurunun, saldırgan ve siyasi amaçlı bir dil kullanması ve yanıltıcı iddialarda bulunması nedeniyle, başvuru hakkının kötüye kullanılması teşkil ettiği kanaatindedir. Başvurucu, savunmasını yeterince hazırlayamadığını ve belgeleri imzalamaya zorlandığını iddia ederken, adli işlemler boyunca temsil edildiğini ve tüm ifadelerinin avukatının huzurunda alındığını atlamaktadır. Taraf Devlet ayrıca başvurucunun tıbbi bakımdan mahrum bırakıldığına ilişkin iddialarını reddetmekte ve kendisine ilaç sağlandığını ve uzman doktorlar tarafından tedavi edildiğini belirtmektedir.
    • Başvurucunun Sözleşme’nin 6, 7 ve 10. maddeleri kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak taraf Devlet, başvurucunun cezaevine vardığında muayene edildiğini belirtmektedir. Safra kesesi taşlarının alınması için kendisine ameliyat önerilmiş, ancak 28 Aralık 2019 tarihinde bunu reddetmiştir. Cezaevi reviri tarafından dokuz kez muayene edilmiş, tedavi edilmiş ve ilaç verilmiştir. Eskişehir Devlet Hastanesi tarafından üç kez tedavi edilmiş ve cezaevi diş hekimi tarafından dört kez tedavi edilmiştir. Başvurucunun yetersiz gıda sağlandığına ilişkin iddiası ile ilgili olarak, Taraf Devlet, 30 Mart 2020 tarihinde cezaevi doktorunun başvurucuya safra kesesi taşları göz önüne alınarak uygun bir diyet önerdiğini iddia etmiştir.

Ayrıca, taraf Devlet, sağlık kayıtlarında, durumunun gıda yoksunluğundan kaynaklandığını gösteren hiçbir şey olmadığını belirtmektedir. Taraf Devlet, başvuranın tutukluluk koşullarına ilişkin olarak, cezaevi hücrelerinin uluslararası standartlara uygun olduğunu ve düzenli olarak denetime açık olduğunu belirtmektedir. Başvurucu, işkence ve kötü muamele iddiaları veya yiyecek eksikliği veya kalitesiyle ilgili olarak herhangi bir makam nezdinde resmi bir şikayette bulunmamıştır. Taraf Devlet ayrıca, başvurucunun sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılması ve bunun sonucunda hayatının tehlikeye girmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi nezdinde geçici tedbir talebinde bulunmadığını kaydetmektedir.

  • Başvurucunun Sözleşme’nin 9. ve 14. maddeleri kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak, taraf Devlet, başvurucunun tutuklanma nedenleri ve sahip olduğu haklar konusunda derhal bilgilendirildiğini belirtmektedir. Daha sonra ifadesi avukatının huzurunda alınmıştır. Mahkeme işlemleri için SEGBİS’in kullanılmasıyla ilgili olarak, taraf Devlet, başvurucunun delillere erişmesini, sunmasını ve itiraz etmesini veya mahkeme salonuyla etkileşime girmesini engellemediği için, bunun başvurucunun adil yargılanma hakkına zarar vermediğini savunmaktadır. Ayrıca, başvurucu duruşmalara şahsen katılma talebinde bulunmamıştır. Taraf Devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, sanığın duruşmaları yeterince görebilmesi, duyabilmesi, duruşmalara katılabilmesi ve savunmasını yaparken dezavantajlı duruma düşmemesi halinde, duruşmaların video konferans sistemiyle yapılmasının adil yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar verdiğini belirtmektedir.[10]
    • Başvurucunun tutuklanması, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama için gerekçe sağlayan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100/3. maddesine dayandırılmıştır.[11] Taraf Devlet, başvurucuya yöneltilen suçlamalar ve mutlak kaçma riski ışığında, alternatiflerin yetersiz kalacağını savunmaktadır. Ayrıca, başvurucunun tutukluluğunun yasallığı ilgili yerel mahkeme tarafından düzenli olarak gözden geçirilmiş ve başvurucu mahkumiyet kararını temyiz edebilmiş ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilmiştir. Hakimlerin bağımsızlığı konusunda taraf Devlet, Anayasa’nın yasama ve yürütme erklerinin hakimlere talimat veremeyeceğini açıkça belirttiğini ileri sürmektedir.[12] Başvurucunun, taslak ifadeleri kabul etmeye zorlandığı ve avukatının ve kendisinin dava dosyasına erişiminin engellendiği iddiaları asılsızdır ve herhangi bir yerel makam önünde resmi olarak dile getirilmemiştir.
    • Taraf Devlet 15. madde kapsamındaki iddiaları reddetmektedir, zira başvurucu yasada belirtilen bir suçtan[13] dolayı suçlanmış ve mahkûm edilmiştir. Ayrıca, FETÖ yetkililer tarafından resmen bir terör örgütü olarak tanınmıştır.[14]
    • Başvurucunun 18, 19, 21, 22 ve 25. maddeler kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak taraf Devlet, başvurucunun düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlandığı iddiasını reddetmektedir; zira başvurucuya yöneltilen suçlamalar ve deliller yalnızca silahlı bir terör örgütüne üye olmasıyla ilgilidir. Ayrıca, başvurucunun Bylock uygulamasını indirip kullandığına itiraz ettiğini, ancak bu tür kanıtların değerlendirilmesine itiraz etmediğini belirtmektedir. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin Bylock uygulamasının indirilmesi ve kullanılmasının FETÖ üyeliği için önemli bir delil olduğunu, çünkü uygulamanın o dönemde indirilebilir olmadığını ve sadece FETÖ üyeleri tarafından harici bir disk kullanılarak yüklendiğini tespit ettiğini belirtmektedir. Taraf Devlet ayrıca başvurucunun 22. madde kapsamındaki iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu savunmaktadır. “Gülen hareketi” yasal olarak kurulmuş bir dernek değildir. Silahlı bir terör örgütü olan FETÖ, 22. maddenin amaçları doğrultusunda bir dernek olarak tanınamaz. Son olarak, taraf Devlet, başvurucunun 25. madde kapsamındaki iddialarının ilgisiz ve dayanaksız olduğunu ve Sözleşme’nin 27. maddesi anlamında başvurucuya yönelik ayrımcı muameleye dair herhangi bir gösterge bulunmadığını değerlendirmektedir.
Taraf Devlet’in açıklamalarına ilişkin Başvurucunun cevapları
  • Başvurucu, 31 Aralık 2020 tarihinde taraf Devletin gözlemlerine ilişkin yorumlarını sunmuştur. Başvurucunun ilk olarak Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurusu, [BM Komitesine] sunduğu bildirimden sonraki tarihte olsa da, bu durum Komite’ye yapılan başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinden önce gerçekleşmiştir.[15]
    • Başvurucu, mevcut tüm iç hukuk yollarını tükettiğini yinelemekte ve Anayasa Mahkemesi önündeki bireysel başvuru usulünün etkisiz ve makul olmayan bir şekilde uzatılmış bir hukuk yolu olduğunu savunmaktadır. Başvurucu, Mahkeme’nin kendisinin de bunu olağanüstü bir hukuk yolu olarak değerlendirdiğini,[16]  bu nedenle etkisiz olduğunu ve tüketilmesi gerekmediğini[17] ileri sürmektedir. Başvurucu ayrıca, taraf Devlet’in bahsettiği Avrupa Mahkemesi kararlarının, olağanüstü hal bağlamında Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca ihraçlara karşı başvuru yollarının mevcudiyeti ile ilgili olduğu için kendi davasıyla ilgisiz olduğunu ileri sürmektedir
    • Başvurucu, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun makul bir başarı şansı sunmadığı iddiasını yineleyerek, alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarını görmezden geldiği vakalara işaret etmektedir. Bu durum Avrupa Mahkemesi’nin tutuklu yargılamayla ilgili davalarda bu hukuk yolunun etkililiği konusunda ciddi şüpheler olduğuna hükmetmesine yol açmıştır. Bu nedenle, Ihtiyari Protokol’ün 5(2)(b) maddesi kapsamında etkili olarak kabul edilmemesi gereken bu hukuk yolunu tüketmesinin beklenemeyeceğini savunmaktadır.
    • Anayasa Mahkemesi önündeki bireysel başvuru sürecinin uzunluğuna ilişkin olarak başvurucu, Komite’nin bu hukuk yolunu makul olmayan bir şekilde uzamış olarak değerlendiren içtihadına atıfta bulunmaktadır.[18] Başvurucu, derdest başvuruların sayısı ve Anayasa Mahkemesi tarafından her yıl işleme alınan başvurular göz önüne alındığında, iç hukuk yollarını tüketmeye yönelik ilk çabalarından bu yana geçen iki yıla ek olarak, başvurusunu incelemenin bir buçuk yıl alacağını iddia etmektedir.
    • Başvurucu, Tazminat Komisyonu’na tazminat başvurusunda bulunmanın etkili bir hukuk yolu teşkil edeceğini reddetmektedir. Bu prosedür, Avrupa Mahkemesi’ne yapılan başvurularla ilgilidir ve başvurucunun davasının kapsamı dışında kalmaktadır. Başvurucu tarafından talep edilen çözüm serbest bırakılması olduğundan, tazminat talebinin etkili olmayacağını veya bu anlamda makul bir başarı şansı sunmayacağını savunmaktadır. Başvurucu, Komite’nin[19] ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin[20] Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi uyarınca tazminat talebinde bulunulmaması nedeniyle taraf Devlet’in kabul edilemezlik talebini, bu hukuk yolunun başvurucunun tutukluluğunu sona erdirmeyeceğini göz önünde bulundurarak benzer gerekçelerle reddettiğini belirtmektedir. Avrupa Mahkemesi, mülkiyet hakkı ile ilgili bir davada Tazminat Komisyonu’na yapılacak bir başvurunun telafi sağlayabileceğini tespit etmiş olsa da, bu karar özgürlükten mahrumiyetin sona erdirilmesini talep eden başvurulara uygulanamaz.
    • Başvurucu, Komite’ye gerekli süre içerisinde sunulduğu için, başvurusunun başvuru hakkının kötüye kullanılması anlamına geldiğini reddetmektedir. Başvurucunun iddiaları kötü niyetli veya siyasi amaçlı olmayıp, BM Keyfi Gözaltı Çalışma Grubu’nun (WGAD) bulgularıyla desteklenmekte ve Gülen Hareketi takipçilerinin siyasi muhalif olarak görüldüğünü ve ayrımcı bir şekilde gözaltına alındığını vurgulamayı amaçlamaktadır.[21]
    • Başvurucu, taraf Devlet’in iddialarının asılsız olduğu yönündeki iddiasını reddetmekte ve Sözleşme kapsamındaki haklarının nasıl ihlal edildiğine dair iç hukuktaki yargılamalar boyunca açıklamalar sunduğunu ve bu açıklamaların esasa ilişkin yorumlarında daha da geliştirildiğini savunmaktadır. Başvuran, gözaltına alınmasının ve tutuklanmasının Sözleşme’nin 9 (1) ve (2) maddelerini ihlal ettiğini ve iç hukuka aykırı olduğunu, çünkü hiçbir delilin bir suç işlediğine dair güçlü bir şüphe göstermediğini, aksine Sözleşme tarafından korunan yasal olarak izin verilen faaliyetlerle ilgili olduğunu yinelemektedir. Sözleşme’nin 9 (2) ve 14 (3) (a) maddeleriyle ilgili olarak, başvurucu, tutuklandığı sırada, tutuklanmasının genel yasal dayanağının ötesinde, kendisine yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak kendisine özel bir bilgi verilmediğini yinelemektedir.
    • Başvurucu, duruşmasında   bizzat hazır   bulunmayı   talep   etmesine   rağmen   reddedildiğini ve SEGBİS aracılığıyla mahkeme salonuna bağlanarak Sözleşme’nin 14 (3)(d) maddesini ihlal ettiğini yinelemektedir. Başvurucu ayrıca, ilk başvurusunda Sözleşme’nin 14 (3) (b), (e) ve (g) maddeleri kapsamında ileri sürdüğü tüm iddiaları yinelemekte ve uygun standartta sağlık hizmeti sağlanmamasının da 14. madde kapsamındaki adil yargılanma güvencelerini ihlal edebileceğini ileri sürmektedir.[22]
    • Başvurucu, Bylock uygulamasını kullandığını reddetmesine rağmen, yalnızca Bylock kullanımı nedeniyle özgürlüğünden mahrum bırakılmasının, Sözleşme’nin 19. maddesi kapsamında korunan hakların kullanılmasından kaynaklandığı için keyfi olduğunu yinelemektedir.[23] Benzer bir şekilde, başvurucu Bank Asya hesabına sahip olmanın Sözleşmenin 21. ve 22. maddeleri kapsamında korunan yasal bir faaliyet olduğunu yinelemektedir.[24]
    • Başvurucu kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmekle birlikte, Bank Asya hesabına sahip olmanın ve Bylock uygulamasını kullanmanın, tutuklandığı ve daha sonra hüküm giydiği ve mahkum edildiği sırada suç olarak tanımlanmadığını ve bu temelde tutuklanmasının Sözleşme’nin 15. maddesini ihlal ettiğini yinelemektedir.[25]
    • Başvurucu, aşırı kalabalık bir hücrede[26] kalması, yerde uyumak zorunda kalması, sıcak suya ve diz durumuna göre uyarlanmış tuvaletlere erişimi olmaması nedeniyle tutukluluk koşullarının 7. maddenin ihlali anlamına geldiğini yinelemektedir. Başvurucu, Taraf Devlet’in cezaevlerinin yoğunluğunun azaltılması için aldığı tedbirlerin yetersiz kaldığını ileri sürmektedir. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, kendisininkine benzer gözaltı koşulları nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiğine hükmettiği birçok kararının altını çizmektedir.[27]
    • Başvurucu, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak taraf Devlet’in gözlemlerini reddetmektedir. Taraf Devlet’in gözlemlerine ekli sağlık raporu, başvurucunun kronik romatizması hakkında ayrıntılı bilgi vermemektedir. Başvurucu, raporda yer alan diyet endikasyonlarına rağmen, cezaevi yönetiminin bu konuda hiçbir zaman harekete geçmediğini ve kendisine hiçbir zaman gerekli diyetin sağlanmadığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca, bir romatolog tarafından da dahil olmak üzere kapsamlı bir tıbbi muayeneden geçmediğini ve bunun sonucunda gerekli tıbbi bakımın sağlanamadığını iddia etmektedir.
    • Başvurucu, taraf Devlet’in 18, 19, 21, 22, 25 ve 27. maddeler kapsamındaki iddialarına ilişkin iç hukuk yollarını tüketmediği iddiasını reddetmektedir. Başvurucu, Sözleşme’nin 21, 25, 26 ve 27. maddeleri kapsamında korunduğunu iddia ettiği Bank Asya hesabına sahip olduğu suçlamalarına, Manisa 3. Ağır Ceza Mahkemesi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay’a yaptığı başvurularda itiraz etmiştir.
    • Son olarak, başvurucu, tıbbi bakımın reddedilmesi, su ve yiyecek eksikliği ve kötü gözaltı koşulları ile ilgili iddialarının asılsız olduğunu reddetmektedir. Başvurucu, cezaevi yönetimine sunduğu tıbbi bakım talep eden çok sayıda cevapsız dilekçeyi yinelemektedir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne ve Manisa 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilen müteakip dilekçeler, tıbbi bakım, ilaç ve duş almak için su eksikliğiyle ilgilidir.
Taraf Devlet’in ek açıklamaları
  • Taraf Devlet, 7 Mayıs 2021 tarihinde, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan başvurusu ışığında, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğunu yineleyerek, şikâyetin kabul edilebilirliği ve esasına ilişkin ek görüşler sunmuştur. Bu özel hukuk yolunun etkililiğine ilişkin olarak, taraf Devlet, Mahkeme kararlarının yasal olarak uygulanabilir olduğunu, Devletin tüm organları için bağlayıcı olduğunu ve bu nedenle ilgili makamlar tarafından göz ardı edilemeyeceğini belirtmektedir. Taraf Devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Uzun davasında, Anayasa Mahkemesi önündeki usulün insan haklarının korunması için uygun bir mekanizma olduğu ve tüketilmesi gerektiği sonucuna vardığını vurgulamaktadır.[28]
    • Taraf Devlet, başvurucunun bireysel başvuru usulünün makul olmayan gecikmesine ilişkin iddiasını ve bu hukuk yolunu tüketmeye çalışmadığını göz önünde bulundurarak reddetmektedir. Başvurucunun Komite’ye yaptığı ikinci başvuru tarihinden itibaren altı aylık bir gecikme, Komite’nin içtihadı ışığında makul olmayan bir gecikme olarak değerlendirilmemelidir.[29]
    • Taraf Devlet, başvurucunun tutuklanma nedenlerinin kendisine bildirilmediği ve tıbbi bakım sağlanmadığı yönündeki iddialarının asılsız olduğunu ve ilk gözlemlerinde aksi yönde kanıtlar sunduğunu belirtmektedir. Ayrıca, başvuranın Türkiye’deki genel tutukluluk koşullarıyla ilgili olarak, kendi davasının özellikleriyle ilgilenmeyen ve bireysel başvuru usulünün kötüye kullanılması anlamına gelen diğer davalardan veya bilgilerden verdiği ilgisiz örnekleri üzüntüyle karşılamaktadır.
    • Taraf Devlet, 16 Ocak 2020 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu’nun başvurucunun sağlık durumunun hapis cezasının infazının ertelenmesini gerektirmediğini rapor ettiğini belirtmektedir. Başvurucunun aşırı kalabalık bir hücrede olmadığını ve yeterli tıbbi bakım ve gıda sağlanmaya devam ettiğini tekrarlamaktadır.
    • Taraf Devlet, başvurucunun Sözleşme’nin 9. maddesi kapsamındaki iddialarını desteklemek için WGAD’ın görüşlerine atıfta bulunmasının yanıltıcı ve ilgisiz olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca, başvurucunun hakkındaki iddianameye hiçbir zaman itiraz etmediğini yinelemektedir. SEGBİS’in mahkeme işlemleri için kullanılmasıyla ilgili olarak, taraf Devlet bunun Sözleşme’nin 14. maddesini ihlal etmediğini savunmaktadır.

Ayrıca, başvuranın mahkeme işlemlerine katılma talebinde bulunduğu iddiasını da reddetmektedir.

  • Başvurucunun 15, 18, 19, 21, 22, 25 ve 27. maddeler kapsamındaki iddialarıyla ilgili olarak taraf Devlet, başvurucunun Bylock uygulamasını kullanmak veya Bank Asya hesabı bulundurmakla değil, Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca silahlı terör örgütüne üye olmak suçuyla suçlandığını belirtmektedir. Taraf Devlet, başvurucuyu FETÖ üyesi olarak tanımlayan altı tanık ifadesinin yanı sıra, bu iki faaliyetin de yerel mahkemeler tarafından suçunu kanıtlamak için önemli kanıtlar olarak değerlendirildiğini yinelemektedir.
Başvurucunun kabul edilebilirlik ve esasa ilişkin ek yorumları
  • Komite, 17 Haziran 2021 tarihinde, yeni başvurular ve geçici tedbirler konusundaki Özel Raportörleri aracılığıyla hareket ederek, başvurucunun 8 Haziran 2021 tarihli ek bilgi ve delil sunma talebini kabul etmeye karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanamazlığına ilişkin olarak başvurucu, bu konunun Avrupa Mahkemesi tarafından Altan, Alpay ve Koçintar davalarında da gündeme getirildiğini yinelemektedir.[30]
    • Başvurucu, taraf Devlet’in, bir hukuk yolunun makul olmayan bir şekilde uzatılmasının, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmadan önce adli işlemlerin gecikmesi dikkate alınmaksızın, sadece söz konusu hukuk yolu kapsamında incelenmesi gerektiği yönündeki argümanını reddetmektedir. Başvurucu, başka hukuk yollarına başvurmanın, daha önce başvurulan hukuk yollarının süresi ışığında makul olmayan bir şekilde uzamış olarak değerlendirilebileceğini savunmaktadır.[31] Ayrıca, taraf Devletin Zündel/Kanada davasıyla yaptığı karşılaştırmaya da katılmamaktadır; zira bu davanın aksine, Anayasa Mahkemesine başvurusunun neden makul olmayan bir şekilde uzayacağına ilişkin açıklamalar sunmuştur.
    • Başvurucu, taraf Devlet’in tıbbi bakımın reddedilmesine ilişkin iddialarının asılsız olduğu yönündeki iddialarını reddetmektedir. Başvurucu, 9 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne bir dilekçe sunarak yeterli tıbbi tedavi almayı ve iyi donanımlı bir hastanede tedavi edilmeyi talep ettiğini bildirmektedir. Basvurucu, 18 Ocak 2021 tarihinde, tıbbi tedavinin reddedilmesi ve bunun mahkemede kendini ifade etme ve savunmasını yapma yeteneğini nasıl olumsuz etkilediğine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’ne bir dilekçe sundu.

Bu dilekçede ayrıca, Romatoid Artrit hastalığı için tıbbi tedavi talebiyle cezaevi yönetimine verdiği dilekçeleri geri çekmeye zorlandığını ve Sözleşme’nin 7. maddesini ihlal ederek birkaç kez çıplak aramaya maruz kaldığını iddia etmektedir. Bu son şikayetle ilgili olarak, başvurucu 2 Mart 2021 tarihinde Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın dikkatine sunmuş, Başsavcılık 17 Mayıs 2021 tarihinde soruşturma başlatmayı reddetmiştir.

  • Başvurucu, Manisa 3. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay’a yaptığı başvurularda duruşmalara şahsen katılmayı açıkça talep ettiğini iddia etmektedir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun yargılamasında SEGBİS’in kullanılmasını, terörle bağlantılı suçlara ilişkin çok sayıda dava olmasıyla gerekçelendirmiştir. Ayrıca başvurucu, kendi davasında SEGBİS aracılığıyla yargılanmasının adil yargılanma güvencesi sağladığına itiraz etmektedir. Başvurucu, kötü bağlantının düzgün bir şekilde dinlenmesini engellediğini ve müdahale etmesine veya soru sormasına izin verilmediğini iddia etmektedir. Manisa 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından duruşma kaydına erişimine izin verilmemiş ve duruşmanın aslında kaydedilmediği bildirilmiştir.
Taraf Devlet’in ek açıklamaları
  • Taraf Devlet, 15 Ekim 2021 tarihinde ek açıklamalarını sunmuştur. Anayasa Mahkemesi önündeki hukuk yolunun etkililiğine ilişkin olarak taraf Devlet, Mahkeme kararlarının başvurucunun atıfta bulunduğu davalarda etkili bir şekilde uygulandığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin şikâyetlerine ilişkin olarak bu hukuk yolunu defalarca etkili bulduğunu ileri sürmektedir.[32] Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin başvuruları ayrım gözetmeksizin incelediğini ve FETÖ üyeliğinden yargılanan kişiler lehine karar verdiğini belirtmektedir.
    • Taraf Devlet, başvurucunun Mahkeme’ye yaptığı başvurunun makul olmayan bir şekilde gecikmiş olarak değerlendirilemeyeceğini ve başvurucunun Özçelik davasına yaptığı atfın bu anlamda yanıltıcı olduğunu, zira Komite’nin başvuruyu makul olmayan bir şekilde uzamış olarak değerlendirmediğini, aksine taraf Devlet’in aksini iddia etmediğini belirttiğini ileri sürmektedir.
    • Taraf Devlet, başvurucuya 6 Eylül 2018’den 13 Mart 2019’a kadar reçete edilen ilaçların yanı sıra Devlet hastanesi tarafından gerçekleştirilen diş operasyonuna ilişkin kanıtlar sunmaktadır. Taraf Devlet, başvuranın kendisine teklif edilen kolesistektomi ameliyatını reddettiğini hatırlatarak, tıbbi bakımın reddedilmesine ilişkin iddialarını kötü niyetli olarak değerlendirmektedir.
    • Başvurucunun 18 Ocak 2021 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne verdiği dilekçe ile ilgili olarak, taraf Devlet başvurucunun iddialarını kanıtlarla desteklemediğini ileri sürmektedir. Ayrıca, dilekçenin başvurucunun Komite’ye görüşlerini sunmasından sonra yapıldığını ve daha önce gündeme getirilmediğini belirtmektedir. Taraf Devlet ayrıca, başvurucunun sağlık durumunun yaşamı için ciddi bir tehdit oluşturduğunu iddia ederek Anayasa Mahkemesi’ne geçici tedbir başvurusunda bulunduğunu ve bu başvurunun 8 Ocak 2021 tarihinde reddedildiğini bildirmektedir.
    • Eşinin 9 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne verdiği dilekçede dile getirdiği iddiaların Komite önünde ilk kez dile getirilmesi, başvurucunun mevcut başvuruyu yapmadan önce iç hukuk yollarını tüketmediğini kanıtlamaktadır. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17 Mayıs 2021 tarihinde tespit edildiği üzere, tek başına Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlalini teşkil etmeyen çıplak aramalara ilişkin iddiaları reddetmektedir. Savcılık ayrıca başvurucunun hiçbir zaman psiko-sosyal yardım talebinde bulunmadığını tespit etmiştir. Taraf Devlet, başvurucunun video gözetiminin olmadığı bir ortamda saçlarını kestirme talebinin güvenlik nedeniyle reddedildiğini ve bunun Sözleşme’nin 7. maddesini ihlal etmediğini ileri sürmektedir. Ayrıca, benzer gerekçelerle ve yasaların öngördüğü şekilde bazı kitaplara erişimi de engellenmiştir.[33]
    • Taraf Devlet, başvurucunun 14 Ocak 2018 tarihli dilekçesinde duruşmalara katılmayı değil, SEGBİS aracılığıyla mümkün olan tanıklarla yüzleşmeyi talep ettiğini yinelemektedir. Ayrıca, duruşmaların çevrimiçi yapılmasının başvurucunun menfaatine olduğunu savunmaktadır. Taraf Devlet, son duruşmanın gerçekleşmesinden bir buçuk yıl sonra SEGBİS kayıtlarını talep ettiğini belirtmektedir.

İlgili iç mevzuat uyarınca, SEGBİS kayıtları deşifre edilmekte ve başvurucunun davasında olduğu gibi, talepleri üzerine taraflara verilmektedir. Başvurucunun SEGBİS kayıtlarını derhal talep etmemesinin ve bu şikâyetleri yetkililere iletmemesinin, iyi niyetli olmadığını gösterdiğini ve bu durumun, bildirimin başvuru hakkının kötüye kullanılması teşkil ettiği iddiasını desteklediğini belirtmektedir.

  • Başvurucunun Sözleşme’nin 6, 7 ve 10. maddeleri kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak taraf Devlet, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun Şubat 2021 tarihli, başvurucunun hâlihazırda tutulduğu cezaevine yaptığı ve iddialarının asılsız olduğunu ortaya koyan Ziyaret Raporu’na işaret etmektedir.
Komite önündeki konular ve işlemler

Kabul edilebilirliğin değerlendirilmesi

  • Komite, bir bildirimde yer alan herhangi bir iddiayı değerlendirmeden önce, usul kurallarının 97. kuralı uyarınca, bildirimin İhtiyari Protokol uyarınca kabul edilebilir olup olmadığına karar vermelidir.
    • Komite, İhtiyari Protokol’ün 5 (2) (a) maddesi uyarınca, aynı konunun başka bir uluslararası soruşturma veya çözüm usulü kapsamında incelenmediğini tespit etmiştir.
    • Komite, taraf Devlet’in, başvurucunun kotu niyetli ve siyasi ifadeler kullanması ve yanıltıcı iddialarda bulunması nedeniyle, başvurunun İhtiyari Protokol’ün 3. maddesi uyarınca başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki beyanını incelemeye almıştır. Komite, önündeki materyalin, başvurucunun başvurusunu kötü niyetle sunduğunu göstermediğini ve elindeki tüm bilgi ve belgeleri sunduğunu tespit etmiştir. Komite, mevcut başvurunun koşullarında, başvurucunun İhtiyari Protokol’ün 3. maddesi uyarınca başvuru hakkını kötüye kullandığını tespit etmemiştir.
    • Komite, taraf Devlet’in, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun halen derdest olması nedeniyle, başvurunun iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki görüşünü not etmektedir. Komite ayrıca, taraf Devlet’in, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılmasıyla ilgili davalarda, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun etkili bir hukuk yolu teşkil ettiğine hükmettiği yönündeki görüşünü de not etmektedir.[34]

9.5   Komite, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmanın etkili bir hukuk yolu olmadığı yönündeki argümanını not etmektedir: (a) Mahkeme kararlarının alt mahkemeler tarafından uygulanmaması nedeniyle başvurucunun serbest bırakılması için makul bir başarı şansı sunmamaktadır; (b) başvurucunun 4 Eylül 2018 tarihinde yerel mahkemeler nezdindeki hukuk yollarını tüketmeye yönelik ilk girişimi ve Anayasa Mahkemesi’nin birikmiş iş yükü dikkate alındığında, süreç makul olmayan bir şekilde uzayacaktır. Komite, bu bağlamda, başvurucunun Mahkeme’nin başvurusunu işleme koymasının bir buçuk yıl alacağı yönündeki iddiasını not etmektedir. Komite, taraf Devlet’in Anayasa’ya göre Mahkeme kararlarının Devletin tüm organları için bağlayıcı olduğu ve alt mahkemelerin Mahkeme kararlarının ardından yeniden yargılama başlattığı veya başvurucuların serbest bırakılmasına karar verdiği yönündeki argümanını not etmektedir. Komite ayrıca, taraf Devlet’in başvurucunun 4 Haziran 2020 tarihinde yaptığı başvurunun makul olmayan bir şekilde uzamış olarak değerlendirilemeyeceği ve ayrı ceza yargılamalarının gecikmesinin, hukuk yolunun makul olmayan bir şekilde uzayıp uzamadığının değerlendirilmesinde dikkate alınmaması gerektiği yönündeki argümanını not etmektedir. Komite, başvurunun değerlendirildiği tarihte, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun üzerinden iki yıl geçtiğini gözlemlemektedir. Bu koşullar altında ve kendi içtihadını takiben Komite, anayasal bir davayı değerlendirmek için iki yıllık bir gecikmenin aşırı derecede uzun olduğunu düşünmemektedir.[35] Öte yandan, kendi içtihadını takiben,[36] komite ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal tespit ettiği iki davadaki bulgularının alt mahkemeler tarafından uygulanmaması nedeniyle, tutuklu yargılama davalarında bu hukuk yolunun etkililiğine ilişkin endişelerini dile getirdiğini not etmektedir.[37] Komite ayrıca, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili davalarda hem teoride hem de pratikte etkili olduğunu kanıtlamanın Hükümet’e düşeceğini belirtmektedir.[38] Komite, başvurucunun davasının koşullarında, taraf Devlet’in, başvurucunun tutukluluğuna itiraz etmek için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmanın pratikte etkili olacağını göstermediğini tespit etmiştir.

  •  
    •  Komite, taraf Devlet’in başvurucunun 18, 19, 21, 22, 25 ve 27. maddeler kapsamındaki iddialarını ulusal bir makam önünde dile getirmeyerek iç hukuk yollarını tüketmediği yönündeki görüşünü not etmektedir. Komite, başvurucunun Bank Asya’da hesap sahibi olmanın Sözleşme’nin 21, 25, 26 ve 27. maddeleri kapsamında korunan bir faaliyet olduğunu ve yerel mahkemeler önünde bunun bir suç teşkil etmediğini savunduğunu not etmektedir. Ancak Komite, mevcut davada, başvurucunun 18, 19, 21, 22, 25, 26 ve 27. maddeler kapsamında korunan haklarının ihlal edildiğine ilişkin belirli iddialarını ilgili ulusal makamlar önünde dile getirdiğine dair herhangi bir bilgi veya kanıt sunmadığını not eder ve başvuru sahiplerinin mevcut hukuk yollarını takip ederken gerekli özeni göstermeleri gerektiğini hatırlatır.[39] Dolayısıyla Komite, İhtiyari Protokol’ün 5 (2) (b) maddesi uyarınca başvurunun bu kısmını kabul edilemez bulmaktadır.
    • Komite, başvurucunun önceden hazırlanmış ifadeleri imzalamaya, suçunu itiraf etmeye zorlandığı ve tutuklanma nedenleri veya kendisine yöneltilen suçlamalar hakkında derhal bilgilendirilmediği yönündeki iddialarını dikkate almaktadır. Ancak Komite, bu iddiaların ulusal yargılamaların herhangi bir noktasında dile getirilmediğini gözlemlemektedir. Dolayısıyla, başvurunun Sözleşme’nin 9(2), 14(3)(a) ve (g) maddeleri kapsamındaki sorunları gündeme getiren bu kısmı, Seçmeli Protokol’ün 5(2)(b) maddesi uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez ilan edilmiştir.
    • Komite, taraf Devlet’in başvurunun tamamının dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez ilan edilmesi gerektiği yönündeki görüşünü not etmektedir.
    • Komite, başvurucunun gözaltında tutulduğu süre boyunca ilaç, tedavi ve terapiye erişiminin engellendiğine dair iddialarını dikkate almakta ve bu konuda çeşitli yerel makamlara gönderdiği çok sayıda dilekçeyi de not etmektedir. Komite ayrıca, başvurucunun kamera gözetimi altında çıplak aramaya ve saç kesimine maruz bırakıldığı yönündeki iddialarını da dikkate almaktadır. Ancak Komite, taraf Devlet’in bu iddiaları reddettiğini ve başvurucuya 2018, 2019 ve 2020 yıllarında uygulanan ilaçların reçetelerinin ve listesinin kopyalarını ve ayrıca kendisine yapılan diş operasyonlarının kanıtlarını sunduğunu not eder. Ayrıca, başvurucunun safra kesesi taşlarının alınması için ameliyat edilmesi teklifini reddettiğini ve taraf Devlet’in hastaneye sevkleri ve cezaevi revirinde gördüğü tedavilerle ilgili iddialarını çürütecek bilgi veya kanıt sunmadığını not etmektedir. Ayrıca, başvurucunun, gözaltındayken yapılan çıplak aramaların ve diğer muamelelerin keyfi veya mantıksız olup olmadığını ve neden zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele teşkil ettiğini gösterecek bilgi sunmadığını da not etmektedir.
    • Komite, her halükarda taraf Devlet’in tutuklunun yaşamı ve refahından sorumlu olmaya devam ettiğini hatırlatır.[40] Taraf devletin başvurucuya sağlanan ve reçete edilen diş tedavileri ve tıbbi tedaviler ve ilaçlar hakkında sunduğu kanıtlar ve başvurucunun iddialarını desteklemek için belgelendirilmiş kanıt sunamaması ışığında, Komite, başvurucunun tıbbi bakıma erişiminin reddedildiği veya gözaltındayken Sözleşme’nin 6. ve 7. maddeleri kapsamındaki haklarının ihlalini teşkil edecek zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye maruz kaldığı sonucuna varamaz.

Dosyada    konuyla ilgili başka bilgi bulunmaması nedeniyle Komite, başvurucunun bu iddialarını kabul edilebilirlik açısından yeterince kanıtlayamadığı kanaatindedir. Buna göre, başvurunun bu kısmının İhtiyari Protokol’ün 2. maddesi uyarınca kabul edilemez olduğunu beyan eder.

  • Başvurucunun, ilk derece mahkemesi hakiminin kendisine karşı olumsuz ve taraflı yorumlarda bulunduğu iddiasına ilişkin olarak Komite, aksi kanıtlanmadığı sürece bir hakimin tarafsızlığının varsayılması gerektiğini ve bu tür şüphelerin ortaya çıkması için tespit edilebilir nesnel olguların olması gerektiğini hatırlatır.[41] Bununla birlikte, dosyada konuyla ilgili daha fazla bilgi bulunmaması nedeniyle Komite, başvurucunun, 14(1). madde uyarınca, yargıcın tarafsızlığına ilişkin bu iddialarını yeterince kanıtlayamadığı kanaatindedir. Buna göre, başvurunun bu kısmının İhtiyari Protokol’ün 2. maddesi uyarınca kabul edilemez olduğunu beyan eder.
    • Bununla birlikte Komite, başvurucunun Sözleşme’nin 9, 10, 14 ve 15. maddeleri kapsamındaki diğer iddialarını kabul edilebilirlik açısından yeterince kanıtladığını düşünmekte ve esas hakkındaki değerlendirmesine devam etmektedir.

Esasa ilişkin değerlendirme

  1. Komite, İhtiyari Protokol’ün 5 (1) maddesi uyarınca gerekli olduğu üzere, taraflarca kendisine sunulan tüm bilgiler ışığında başvuruyu değerlendirmiştir.
    1. Komite, başvurucunun tutuklanması ve gözaltına alınmasının hukuka aykırı ve keyfi olduğuna ilişkin Sözleşme’nin 9(1) maddesi kapsamındaki iddiasını not etmektedir. Komite, başvurucunun tutuklanmasının ve gözaltına alınmasının yalnızca Bylock uygulamasını kullandığı iddiasına, Bank Asya hesabına sahip olmasına ve barışçıl bir mitinge katılmasına dayandırıldığı, suç işlediğine dair güçlü bir şüphe olduğunu gösteren somut bir kanıt bulunmadığı iddialarını dikkate almaktadır; tutuklama kararı, bu kadar uzun bir süre boyunca tutuklu yargılanmasını haklı çıkaracak olguları veya kanıtları içermemektedir. Taraf Devletin, başvurucunun Bylock kullanmak veya Bank Asya hesabı bulundurmakla suçlanmadığını, ancak taraf Devletin bu delillerin yerel mahkemeler tarafından önemli görüldüğünü kabul ettiğini (paragraf 6.6), daha ziyade altı tanık ifadesiyle teyit edilen FETÖ faaliyetlerine katılımı nedeniyle suçlandığını belirtmektedir. Taraf Devlet ayrıca, başvurucunun tutukluluğunun, terör örgütü üyeliği suçunu işlediğine dair kuvvetli şüphe ve mutlak kaçma riski göz önüne alındığında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100/3 maddesine dayandırıldığı yönündeki beyanını da not etmektedir.
    1. Komite, “keyfilik” kavramının, uygunsuzluk, adaletsizlik, öngörülebilirlik eksikliği ve hukuka uygunluk unsurlarının yanı sıra makul olma, gereklilik ve orantılılık unsurlarını da içerecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini hatırlatır.[42] Komite, taraf Devlet’in 28 Aralık 2018 tarihli duruşmanın sadece kısmi bir kopyasını sunduğunu ve başvurucunun tutuklanmasını haklı çıkaracak delillere ilişkin tutuklama emri veya gözaltı kararı gibi başka herhangi bir belge sunmadığını gözlemlemektedir. Bu koşullar altında Komite, taraf Devlet’in başvurucunun tutukluluğunun makul olma ve gereklilik kriterlerini karşıladığını göstermediğini düşünmektedir. Bu nedenle Komite, başvurucunun tutukluluğunun Sözleşme’nin 9 (1) maddesi kapsamındaki haklarının ihlaline yol açtığını tespit etmiştir.
    1. Komite, Sözleşme’nin 15(1) maddesiyle ilgili olarak, başvurucunun Bylock uygulamasını indirmek, bu uygulama aracılığıyla bilgi paylaşmak, Bank Asya hesabına sahip olmak ve barışçıl bir mitinge katılmak gibi iç hukukta suç olarak tanımlanmayan veya yasaklanmayan eylemler nedeniyle mahkum edildiği iddiasını not etmektedir. Komite, taraf Devlet’in başvurucunun silahlı bir terör örgütüne üye olduğu için suçlandığı ve mahkum edildiği yönündeki argümanını not etmektedir ki bu da yasada belirtilen bir suçtur.[43]  Komite ayrıca, Yargıtay’ın “herhangi bir kişinin” Bylock uygulamasına dahil olmasının “herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kişinin terör örgütüyle bağlantısını kanıtladığını”, (…) “Bylock mesajlaşma uygulaması, FETÖ terör örgütünün iletişim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak tasarlanmış ve geliştirilmiş bir iletişim ağı olduğundan” değerlendirmelerini not etmektedir.[44]
    1. Komite, bu tür bir değerlendirme veya uygulamanın açıkça keyfi olduğu veya açık bir hata ya da adaletin reddi anlamına geldiği gösterilemediği sürece, her bir davadaki olguları ve delilleri değerlendirmenin veya ulusal mevzuatı uygulamanın taraf Devletlerin mahkemelerinin görevi olduğu yönündeki içtihadını hatırlatır.[45]
    1. Komite, hukukun üstünlüğünün temel ilkelerinden biri olan ceza hukuku alanında kanunilik ilkesinin, hem cezai sorumluluğun hem de cezanın, fiil veya ihmalin gerçekleştiği tarihte kanunda yer alan açık ve kesin hükümlerle sınırlı olmasını gerektirdiğini hatırlatır.[46] Bunu yaparken Komite, başvurucunun eylemlerinin, işlendiği tarihte, Türk Ceza Kanunu veya uluslararası hukuk kapsamında yeterince tanımlanmış cezai suçlar teşkil edip etmediği sorusuyla kendisini sınırlamaktadır.[47] Komite, Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin 1. fıkrasının silahlı terör örgütüne üye olma suçunu “bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi” olarak tanımladığını gözlemlemektedir.[48] Bu geniş tanım ışığında ve Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan suçu oluşturan eylemleri belirlemek için kullanılan kriterleri açıklığa kavuşturan iç hukuk hükümlerinin varlığına ilişkin taraf Devletten bilgi gelmemesi nedeniyle Komite, başvurucunun Bylock uygulamasını ve Bank Asya hesabını kullandığı iddiasının, eylemlerin gerçekleştiği tarihte yeterince açık ve öngörülebilir cezai suçlar teşkil ettiği sonucuna varamamaktadır. Komite, ilke olarak, şifreli bir iletişim aracının veya banka hesabının sadece kullanılması veya indirilmesinin, konuşma kayıtları gibi başka delillerle desteklenmedikçe, kendi başına yasadışı bir silahlı örgüte üyeliğin kanıtı olamayacağını düşünmektedir.[49] Taraf Devlet tarafından sunulan belgesel kanıtların yokluğunda, Komite, bu koşullar altında, başvurucunun 15(1) maddesi kapsamındaki haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. 10.4 Komite, başvurucunun polis gözetimi altındayken kendisine yiyecek, su veya ilaç verilmediği ve Eskişehir L Tipi Cezaevi ve Eskişehir H Tipi Cezaevi’nde aşırı kalabalık bir hücrede tutulduğu ve yedi kişilik bir hücreyi on dört diğer mahkumla paylaştığı iddialarını not etmektedir. Komite ayrıca, başvurucunun yerde bir şilte üzerinde uyuduğu, tıbbi olarak tavsiye edilen diyetten yoksun olduğu, özel sağlık durumu göz önüne alındığında sıcak su ve erişilebilir tuvaletlerden yoksun olduğu iddialarını da not etmektedir. Komite, taraf   Devlet’in Eskişehir L Tipi Cezaevi’ndeki fiziksel koşulların aşırı kalabalık olmadığı ve uluslararası standartlara uygun olduğu yönündeki iddiasını not etmektedir; zira başvurucu, her biri 8,83 metrekare olan yedi yatak odalı bir koğuşta kalmaktadır. Taraf Devlet’in, başvurucunun iddialarının asılsız olduğunu gösteren Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun tutukevini ziyaret raporuna atıfta bulunmasını not eder.
    1.  Genel olarak tutulma koşullarına ilişkin olarak Komite, BM Mahpuslara Uygulanacak Muameleye İlişkin Asgari Standart Kurallar’ın 10, 12, 17, 19 ve 20. Kurallarında yer alan belirli asgari standartlara taraf Devletin gelişmişlik düzeyine bakılmaksızın uyulması gerektiğini gözlemlemektedir.[50]

Komite, taraf Devlet’in başvurucunun polis nezaretinde ve Eskişehir H Tipi Cezaevi’ndeki tutukluluk koşullarına ilişkin iddialarını çürütecek herhangi bir bilgi sunmadığını gözlemlemektedir. Komite, taraf Devlet’in Eskişehir L Tipi Cezaevi’ndeki mevcut alanla ilgili verdiği bilginin, başvurucunun hücresini paylaştığı mahkumların sayısı veya başvurucunun kullanabileceği özel alan hakkında bilgi vermeksizin genel terimlerle sunulduğunu not etmektedir. Komite ayrıca, taraf Devlet’in başvurucunun uyuma koşulları, yeterli beslenmeye erişiminin olmaması ve tuvaletlerin erişilemezliği ile ilgili iddiasını, dizinin durumu ve bir bakıcının yokluğu göz önüne alındığında, çürütmediğini not etmektedir. Komite, mevcut davanın koşullarında ve özellikle taraf Devlet tarafından sağlanan bilgilerin genel niteliği ışığında, başvurucunun iddialarına gereken ağırlığın verilmesi gerektiğini düşünmektedir. Komite, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin, özgürlükten yoksun bırakılmalarından kaynaklananlar dışında herhangi bir zorluk veya kısıtlamaya maruz bırakılmamaları gerektiğini hatırlatır.[51] Açıklanan koşullar altında ve taraf Devlet tarafından konuyla ilgili daha fazla bilgi veya açıklama yapılmaması nedeniyle Komite, bazı asgari gerekliliklerin yerine getirilmediği ve taraf Devlet’in başvurucunun 10 (1) maddesi kapsamındaki haklarını ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

  1.  Komite, başvurucunun 14 (3) (b), (d) ve (e) maddeleri uyarınca savunmasını yeterince hazırlayamadığı; dava dosyasının tamamına erişiminin engellendiği; tanıkları çağırmasına ve çapraz sorgulamasına izin verilmediği; 14 Aralık 2018 tarihli talebine rağmen duruşmasına şahsen katılmasına izin verilmediği; yargılamanın çevrimiçi olarak yürütüldüğü ve yerinden çıkmış takma dişlerinin kendisini doğru bir şekilde ifade etmesini engellediği iddialarını not etmektedir. Komite, taraf Devlet’in başvurucunun duruşmasına katılma talebinde bulunduğuna ve SEGBİS kullanımının başvurucunun adil yargılanma güvencelerini ihlal etmediğine, çünkü başvurucunun delillere erişmesinde, sunmasında ve itiraz etmesinde veya mahkeme salonuyla etkileşim kurmasında dezavantaj yaratmadığına dair resmi yalanlamasını not eder. Taraf Devlet’in, başvurucunun dava dosyasına erişimine izin verilmemesi ve hâkimin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin iddiaları reddettiğini  not eder. Ayrıca, taraf Devletin 28 Aralık 2018 tarihinde gerçekleşen duruşmaların yalnızca kısmi bir kopyasını sunduğunu da not eder. Bununla birlikte Komite, taraf Devletin, başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin iddialarını çürütmek için yeterli açıklama veya adli işlemlerin tam transkriptleri gibi belgesel kanıtlar sunmadığını gözlemlemektedir.
    1. Komite ayrıca, özellikle başvurucu ve taraf Devlet’in kanıtlara her zaman eşit erişime sahip olmadıkları ve çoğu zaman ilgili bilgilere yalnızca taraf Devlet’in erişebildiği göz önünde bulundurulduğunda, olgusal sorulara ilişkin ispat yükünün yalnızca başvurucuya yüklenemeyeceğini hatırlatır.[52] Komite, taraf Devlet’in, başvurucunun: (a) yargılama boyunca kendini yeterince ifade edebildiğini; (b) tanıkları çapraz sorgulayabildiğini ve (c) tutukluluk koşullarına rağmen savunmasını hazırlayabildiğini gösterecek, adli işlemlerin tam dökümleri gibi yeterli kanıt sunmadığını düşünmektedir. Komite, 14 (3) (d) maddesi uyarınca, sanıkların yargılama sırasında hazır bulunma hakkına sahip olduğunu ve sanığın yokluğunda yargılama yapılmasına ancak adaletin düzgün bir şekilde yerine getirilmesi için izin verildiğini hatırlatır.[53] Komite, duruşmaların video konferans sistemleri aracılığıyla yürütülmesinin tek başına adil yargılanma güvencelerinin ihlalini teşkil etmeyeceğini gözlemlemektedir. Bununla birlikte Komite, başvurucunun 14 Aralık 2018 tarihinde ilk derece mahkemesine duruşmada hazır bulunmak için bir talepte bulunduğunu not etmektedir. Komite, taraf Devlet tarafından, özellikle başvurucunun duruşmasının uzaktan yürütülmesini ve hazır bulunma talebinin reddedilmesini gerekçelendiren, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararında belirtilen pratik hususlar dışında, ilgili başka bilgi veya açıklamaların yokluğunda, 14(3)(b), (d) ve (e) maddelerinin ihlal edildiğini düşünmektedir.
  2. İhtiyari Protokol’ün 5 (4) maddesi uyarınca hareket eden Komite, önündeki olayların başvurucunun Sözleşme’nin 9 (1), 10 ve 14 (3) (b), (d) ve (e) ve 15. maddeleri kapsamındaki haklarının ihlal edildiğini ortaya koyduğu görüşündedir.
  3. Sözleşme’nin 2 (3) (a) maddesi uyarınca, taraf Devlet başvurucuya etkili bir hukuk yolu sağlamakla yükümlüdür. Bu, Sözleşme hakları ihlal edilen bireylere tam bir telafi sağlamasını gerektirir. Buna göre, taraf Devlet, diğerlerinin yanı sıra, başvurucuyu serbest bırakmak ve maruz kaldığı ihlaller için kendisine yeterli tazminat sağlamakla yükümlüdür. Taraf Devlet ayrıca gelecekte benzer ihlallerin meydana gelmesini önlemek için gerekli tüm adımları atma yükümlülüğü altındadır.
  4. Taraf Devlet’in, İhtiyari Protokol’e taraf olmakla, Komite’nin Sözleşme’nin ihlal edilip edilmediğini tespit etme yetkisini tanıdığını ve Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca, taraf Devlet’in, ülkesinde bulunan ve yargı yetkisine tabi olan tüm bireylere Sözleşme’de tanınan hakları güvence altına almayı ve bir ihlalin gerçekleştiği tespit edildiğinde etkili ve uygulanabilir bir hukuk yolu sağlamayı taahhüt ettiğini göz önünde bulunduran Komite, 180 gün içinde taraf Devlet’ten, Komite’nin Görüşlerine işlerlik kazandırmak için alınan önlemler hakkında bilgi almak istemektedir. Taraf Devlet’ten ayrıca mevcut Görüşleri yayınlaması ve taraf Devlet’in resmi dilinde geniş bir şekilde dağıtması talep edilmektedir

Komite Üyeleri Carlos Gómez Martínez ve Vasilka Sancin’in ortak

görüşü (kısmen muhalif)

  1. Komite’nin Sözleşme’nin 15. maddesinin ihlal edildiği yönündeki tespitine katılmıyoruz.
  2. Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi, terör suçunu, hükmün yer aldığı bölümün dördüncü ve beşinci kısımlarında yer alan suçlardan herhangi birinin işlenmesini amaçlayan silahlı bir örgüte, değişen derecelerde iştirak etmek (kurmak, yönetmek, işbirliği yapmak) suretiyle üye olmak olarak tanımlamaktadır. Bu dördüncü ve beşinci bölümler, Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı işlenen çok  çeşitli suçları içermektedir.
  3. Terörizm veya terör örgütüne üyelik suçunun Türk Ceza Kanunu’nda çok geniş bir şekilde tanımlandığı ve taraf Devlet yetkilileri tarafından uygulanmasının 15. maddenin ihlali anlamına geldiği görüşüne katılmıyoruz. Metnin spesifiklik derecesinin, 314. madde kapsamında suç teşkil eden bir eylemde bulunmakla suçlanan kişilerin savunmasız kalmasını önlemek için yeterli olduğu ve ayrıca, Türkiye’de bu suçun tanımında terörizmin diğer yasal tanımlarına kıyasla önemli bir fark olmadığı görüşündeyiz, “Avrupa Birliği Konseyi’nin terörizmle mücadeleye ilişkin 13 Haziran 2002 tarihli Konsey Çerçeve Kararı” (2002/475/JHA) veya “Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin terörizmle mücadeleye ilişkin (AB) 2017/541 sayılı Direktifi “nde öngörülenler gibi.
  4. Ayrıca, başvurucunun iç hukuktaki yargılamalarda, taraf Devlet mahkemeleri önünde, kendisine isnat edilen suçun yeterince belirtilmediği gerekçesiyle Sözleşme’nin 15. maddesinin ihlal edildiği iddiasında bulunduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır; bu durum, öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmesi yükümlülüğü nedeniyle böyle bir iddianın kabul edilebilirliği sorununu ortaya çıkarmaktadır.
  5. Komite, delil yetersizliğinin (Bylock uygulamasının kullanılması ve Bank Asya’da hesap sahibi olunması) suçun eksik nitelendirildiğini gösterdiği sonucuna varmıştır, ancak bu muhakeme bir düzey karmaşası içermektedir: yasama düzeyinde yer alan suçun tanımı ve yargı düzeyinde yer alan delillerin değerlendirilmesi. Bu durum, Türk Ceza Kanunu’nun

314. maddesinde yer alan suçun çok geniş terimlerle tanımlandığını belirttikten sonra, başvurucunun şifreli bir hesap kullanması ve bir banka hesabına sahip olmasından oluşan bu davadaki delillerin yetersizliğine ilişkin gerekçeleri içeren 10.6. paragrafta açıkça görülmektedir. Komite tarafından kullanılan argümanlar, suçlayıcı delillerin yerel makamlar tarafından olası bir hatalı değerlendirmesini ima etmektedir, belki de masumiyet karinesi hakkına aykırıdır – Sözleşme’nin 14(2) maddesinin ihlali başvurucu tarafından ileri sürülmemiştir – ancak Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamındaki yasallık veya suçluluk ilkesine gerçekten aykırı değildir.

  • Ayrıca, Komite’nin para. 9.11’deki iddiasını da üzüntüyle karşılıyoruz. 9.11’de, başvurucunun, ilk derece mahkemesi hakiminin kendisine yönelik olumsuz ve taraflı yorumlarda bulunduğu iddiasını, mahkemelerin Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesini uygulamasıyla birlikte, başvurucunun 14(1) maddesi kapsamındaki iddialarını, yani mahkemenin bağımsız ve tarafsız hareket etmediği iddiasını yeterince kanıtlayabilecek şekilde değerlendirmemiştir.
  • Taraf Devlet yetkililerinin, Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesine dayanarak, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakılmama hakkını (Sözleşme’nin 9. maddesi) ve aynı zamanda insan hakları olan temel usul güvencelerini (Sözleşme’nin 14, b, d, e maddeleri) ihlal ederek hareket etmeleri tamamen başka bir konudur ve Komite tarafından tespit edilen bu ihlallere tamamen katılıyoruz.

[1] 6 Nisan 2020 tarihinde eklenmiştir.

[2] Başvurucu, cezaevi yönetiminin, mevcut başvurusuna ekleyebilmek için bu çeşitli tutanakların kopyalarını talep etmesini reddettiğini belirtmektedir.

[3] Başvurucu, her ikisi de Gülen Hareketi ile bağlantılı olmakla suçlanan ve cezaevinde ilaç yoksunluğu nedeniyle öldüğü bildirilen Halime Gülsu ve Nesrin Gençosman vakalarına atıfta bulunmaktadır.

[4]  Başvurucu Bylock uygulamasını indirdiğini veya kullandığını reddetmekte ve telefon hattının iş arkadaşlarından birine ait olduğunu iddia etmektedir.

[5] Taraf Devlet, başvurucuya yöneltilen bu suçlamaları destekleyen herhangi bir belge sunmamaktadır.

[6] Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruda 10. madde (kanun önünde eşitlik), 7. madde(yaşam hakkı), 19 (kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı), 36 (adil yargılanma hakkı) ve 38 (kanunsuz ceza olmaz).

[7] Anayasa’nın 148. maddesinde ve 6216 sayılı Kanun’da yer almaktadır.

[8] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Hasan Uzun v. Türkiye (10755/13); Mercan v. Türkiye (56511/16); Zihni v. Türkiye (59061/16); Catal v. Türkiye (2873/17).

[9] Ibid, Müdür Turgut ve diğerleri/Türkiye (4860/09).

[10] Ibid, Golubev / Rusya (26260/02); Asciutto / İtalya (35795/02).

[11]  Buna Türk Ceza Kanunu’nun 309-315. maddeleri kapsamındaki suçlar da dahildir.

[12] Anayasa’nın 138. maddesi

[13] Türk Ceza Kanunu Madde 314

[14] Milli Güvenlik Kurulu kararı ile FETÖ terör örgütü olarak listelenmiştir. Yargıtay 24 Nisan 2017 tarihinde FETÖ’nün silahlı terör örgütü olduğuna hükmetmiştir.

[15]  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Osman Kavala v. Türkiye (28749/18).

[16] 2017 Anayasa Mahkemesi Yıllık Raporu.

[17] Akmatov v. Kırgızistan, (CCPR/C/115/D/2052/2011).

[18] Özçelik ve diğerleri v. Türkiye, (CCPR/C/125/D/2980/2017).

[19] Özçelik ve diğerleri v. Türkiye, (CCPR/C/125/D/2980/2017).

[20] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Şahin Alpay v. Türkiye (16538/17); Mehmet Hasan Altan v. Türkiye

[21] BM Keyfi Gözaltı Çalışma Grubu, Görüş No. 47/2020; ibid, Görüş No. 53/2019.

[22] Ibid, İşkence ve Gözaltı Sorunu da dahil olmak üzere Medeni ve Siyasi Haklar: Keyfi Gözaltılar Çalışma Grubu Raporu, (UN Doc. E/CN.4/2005/6).

[23] Ibid, Opinion No. 30/2020, par. 87.

[24] Ibid, Opinion No. 2/2020, pars. 72 ve 73.

[25] Başvurucu Özçelik v. Türkiye, 2980/2017 sayılı Bildirime atıfta bulunmaktadır, (CCPR/C/125/D/2980/2017).

[26] Başvurucu yedi kişi için tasarlanmış bir hapishane hücresinde on dört kişiyle birlikte kaldığını belirtmektedir.

[27] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, J.M.B. ve diğerleri / Fransa (967/15); Torregiani ve diğerleri / İtalya (43517/09); Sulejmanovic/İtalya (22635/03).

[28] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uzun v. Türkiye (10755/13).

[29] Taraf Devlet Zündel/Kanada davasına atıfta bulunmaktadır (U.N. Doc. CCPR/C/89/D/1341/2005)

[30] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Şahin Alpay v. Türkiye (16538/17); Mehmet Hasan Altan v. Türkiye

[31] Quereshi v. Danimarka, (U.N. Doc. CERD/C/66/D/33/2003).

[32] Mehmet Hasan Altan v. Türkiye (13237/17); Koçintar v. Türkiye, (77429/12).

[33] 5275 sayılı Kanun.

[34] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Hasan Uzun v. Türkiye (10755/13); Mercan v. Türkiye (56511/16); Zihni/Türkiye (59061/16); Çatal/Türkiye (2873/17).

[35] M.G.C. v. Avustralya, (CCPR/C/113/D/1875/2009); Zündel v. Kanada (U.N. Doc. CCPR/C/89/D/1341/2005).

[36] Özçelik ve diğerleri v. Türkiye, (CCPR/C/125/D/2980/2017).

[37] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Mehmet Hasan Altan v. Türkiye (başvuru No. 13237/17), 20 Mart 2018, para. 142 ve Şahin Alpay/Türkiye (başvuru No. 16538/17), 20 Mart 2018, para. 121

[38] Ibid.

[39] Bkz. diğerlerinin yanı sıra, V.S/Yeni Zelanda (CCPR/C/115/D/2072/2011), para. 6.3, García Perea/İspanya (CCPR/C/95/D/1511/2006), para. 6.2; ve Zsolt Vargay/Kanada (CCPR/C/96/D/1639/2007), para. 7.3.

[40] Bakınız, Fabrikant/Kanada, İletişim No. 970/2001, (CCPR/C/79/D/970/2001); Lantsova/Rusya Federasyonu, İletişim No. 763/1997, (CCPR/C/74/D/763/1997).

[41] Lagunas Castedo/İspanya, (CCPR/C/94/D/1122/2002), par. 9.7; Jenny v. Avustralya,(CCPR/C/93/D/1437/2005).

[42] Genel Yorum 35 (2014), para. 12.

[43] Türk Ceza Kanunu Madde 314.

[44] Yargıtay, E. 2017/16-956, K. 2017/370.

[45] Bkz. örneğin: Baltasar Garzón v. İspanya, İletişim No. 2844/2016, para. 5.15; Ramón Gimenez v.Paraguay, İletişim No. 2372/2014, para. 7.13.

[46] Genel Yorum 29 (2001), para. 7

[47] Baumgarten/Almanya, 960/2000 sayılı Bildirim, para. 9.3; Baltasar Garzón v. İspanya, 2844/2016 sayılı Bildirim, para 5.14.

[48] Türk Ceza Kanunu, madde 314, paragraf. 1. Başvurucu, “birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü içeren 314. maddenin 2. fıkrası uyarınca yedi yıl altı ay hapis cezasına mahkum edilmiştir.

[49] Mutatis mutandis Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Akgün v. Türkiye (19699/18), para. 173.

[50]  Bakınız, Mukong v. Kamerun, İletişim No. 458/91 ve Potter v. Yeni Zelanda, İletişim No. 632/95.

[51]  Bakınız Maharjan ve diğerleri v. Nepal, İletişim No. 1863/2009, (CCPR/C/105/D/1863/2009), par. 8.7.

[52] Bkz. 30/1978 sayılı Lewenhoff ve de Bleier v. Uruguay başvuruları, 29 Mart 1982 tarihinde kabul edilen Görüşler, para. 13.3; ve No. 84/1981, Dermit v. Uruguay, 21 Ekim 1982 tarihinde kabul edilen Görüşler, para. 9.6.

[53] Kostin/Rusya Federasyonu, (CCPR/C/119/D/2496/2014), para. 7.2; Dorofeev/Rusya Federasyonu,(CCPR/C/111/D/2041/2011) Ayrıca bkz. Komite’nin mahkemeler ve yargı mercileri önünde eşitlik ve adil yargılanma hakkına ilişkin 32 (2007) sayılı genel yorumu, para. 36.

Kaynak:https://www.drgokhangunes.com/uncategorized/birlesmis-milletler-insan-haklari-komitesinin-mukkader-alakus-kararina-iliskin-degerlendirme/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir