Anayasa Mahkemesi’nin haksız gözaltı ve tutma nedeniyle CMK 141. maddesi kapsamında hükmedilen tazminat miktarının düşük olmasıyla ilgili kararları

Anayasa’nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması durumunda kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir.

Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Bu çerçevede tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerekir.

Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin verdiği yakın tarihli Gülseren Çıtak [GK], B. No: 2020/1554, 27/4/2023 kararında başvurucuların haklarındaki soruşturma veya kovuşturmanın beraat yahut kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanması durumunda bu süreç içinde verilen yakalama, gözaltı veya tutukluğun sonucu itibarıyla hukuka aykırı hâle geldiğini, dolayısıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tazminata hükmedilebilmesi için ayrıca ilgili mahkemenin kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukukiliğini incelemesine gerek olmadığına hükmetmiştir. Bu doğrultuda benzer nitelikteki bireysel başvurular bakımından başvuru yollarının tüketilmiş olduğu ve kabul edilebilir bulunmaları gerektiği kararlaştırılmıştır.

Söz konusu Genel Kurul kararında Anayasa Mahkemesi somut olayda derece mahkemesinin 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında başvurucuya üç gün süren haksız gözaltı tedbirinin gereği olarak 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmettiğini tespit etmiştir. AYM bu başvuruda yalnızca bu miktarın yeterli olup olmadığını incelemiştir. Neticede söz konusu rakam AYM’nin benzer durumlarda ödenmesini kararlaştırdığı tazminat miktarına göre oldukça düşük bulunmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Öte yandan başvurucunun beraat ettiği davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında karşılanması gerektiği yönündeki şikayetine ilişkin olarak da ilgili kararda tespitlere yer verilmiştir. Somut olayda derece mahkemesi vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi ise 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinde, dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, Anayasa Mahkemesinin anılan hükmün iptali talebiyle açılan davada verdiği 10/4/2019 tarihli ve E.2017/154, K.2019/18 sayılı kararında da ifade ettiği üzere anılan hüküm emredici değil tamamlayıcı nitelikte bir hukuk kuralı olduğundan kişilerin özgür iradeleriyle düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinde ücreti kararlaştırırken dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukatlık ücretine dâhil edilip edilmeyeceği hususunu gözeterek düzenleme yapmalarının mümkün olduğunu belirtmiştir. AYM’ye göre bu vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata aittir. Dolayısıyla beraat ettiği davada başvurucular lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucuların maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemelerinin söz konusu tazminat davalarında başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırmaları gerektiğine hükmedilmiştir.

Son olarak Gülseren Çıtak [GK] kararında, Anayasa Mahkemesinin hukuka aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklamanın karşılığı olarak derece mahkemelerince hükmedilen tazminatı yetersiz bulması ve dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar vermesi hâlinde ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapacak mahkemenin Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak yeni bir tazminat miktarı belirlemesi gerektiği vurgulanmıştır.

İlgili Kararlar:

♦ (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019) 
♦ (U.Ç., B. No: 2018/17068, 7/11/2019)
♦ (M.Ş.T., B. No: 2018/17073, 26/2/2020) 
♦ (Hicret Aksoy, B. No: 2021/2107, 13/4/2022) 
♦ (Derya Yılmaz, B. No: 2018/36169, 10/5/2022)
♦ (Mehmet Polat, B. No: 2020/602, 17/11/2022)
♦ (Gülseren Çıtak [GK], B. No: 2020/1554, 27/4/2023) 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
M.E. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/696)
 
Karar Tarihi: 9/5/2019
R.G. Tarih ve Sayı: 19/6/2019 – 30806
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan:Engin YILDIRIM
Üyeler:Recep KÖMÜRCÜ
  Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
Raportör Yrd.:Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:M.E.
Vekili:Av. Vedat ÖZKAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

6. Bakanlığın görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Ancak başvurucununBakanlık görüşüne karşı beyanının beklenilmesine gerek görülmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 12/10/2000 tarihinde doğmuş olup olay tarihinde çocuktur. Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 20/9/2016 günü saat 05.30’da gözaltına alınmış; 21/9/2016 tarihinde imza vermek suretiyle adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştır.

9. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 5/4/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

10. Başvurucu 17/4/2017 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi uyarınca haksız yere gözaltında kalması ve adli kontrol tedbiri nedeniyle 2.000 TL maddi,4.000 TL manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle dava açmıştır.

11. Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi 17/10/2017 tarihinde 39,24 TL maddi tazminat ile soruşturma evresine ilişkin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre belirlenen 600 TL vekâlet ücretinin 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 20/09/2016 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine, ayrıca kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 770 TL vekâlet ücretinin de ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; davacının haksız olarak gözaltında 1 gün kaldığı, yapılan yargılama sonunda atılı suçtan beraat ettiği ve kararın kesinleştiği, paranın satın alma gücü, gözaltı-tutuklulukta kaldığı süre, şahsi ve sosyal durumu da gözönünde tutularak, hak ve nesafete uygun ancak sebepsiz zenginleşmeye yol açmayacak miktarda maddi tazminat talebinin kabulü gerektiği sonucuna varılmış,16 yaşından büyükler için öngörülen net asgari ücret üzerinden, asgari geçim indirimi düşülerek hesaplanan 39,24 TL maddi tazminat ile dava dilekçesinde hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden bahisle vekalet ücretinin de maddi tazminata dahil edilmesi yönünde talepte bulunulduğu ve davacının kendisini tazminat talebinin dayanağı olan Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/60734 sayılı soruşturma dosyasında vekil ile temsil ettirdiğinin anlaşılması karşısında, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde belirlenen 600 TL vekalet ücretinin maddi tazminat kapsamında davacıya ödenmesine karar verilerek gözaltı tarihi olan 20/09/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine keza davacının manevi tazminat talebinin de kabule şayan olduğu manevi tazminatın haksız gözaltı ve tutuklukta kalan kişinin sosyal çevresindeki itibarının sarsılması, özgürlüğünden yoksun kalınması nedeniyle duyulan elem, ızdırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yönelik olduğu, uğranılan manevi zararın tümüyle giderilmesi olanaksız olmakla birlikte tayin edilecek manevi tazminatın kişinin acı ve ızdıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olduğu ve bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin gözaltında kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, gözaltı ve tutukluluğun şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak sebepsiz zenginleşme sonucu doğurmayacak ancak adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle de bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmesi gerektiği dikkate alınarak takdiren 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 20/09/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş…[tir.]

12. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 22/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“5271 Sayılı CMK’nın 279. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan ön inceleme sonucunda; Dairenin yetkisi, başvuranın hakkı, başvuru süresi ve yasa yolunun açıklığı yönünden istinaf başvurusunun kabul edilebilir olduğuna ve esas hakkında inceleme yapılmasına karar verilerek aynı Kanunun 280. maddesi gereğince mahkemece taktir edilen maddi tazminatın miktar itibarıyla kesin olması nedeniyle sadece manevi tazminat yönünden yapılan istinaf incelemesi yapılmakla; başvurunun esası hakkında yapılan inceleme sonucunda; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler, deliller, gerekçe ve istinaf dilekçesi incelendi;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilininyerinde görülmeyen istinaf başvurusunun 5271 sayılı CMK’nın 280/1-a maddesi uyarıncaesastan reddine [karar verildi].

13. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 18/12/2017 tarihinde öğrenmiştir.

14. Başvurucu 26/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

16. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı 142. maddesinin (9) numaralı fıkrası şöyledir (15/8/2017 tarihli ve 694 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesi’nin 144. maddesiyle eklenmiş ve 1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Kanun’la aynen kabul edilmiştir.):

“Tazminat davaları nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan nisbî avukatlık ücreti ödenir. Ancak, ödenecek miktar Tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamaz.”

17. 5271 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri” kenar başlıklı 324. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.”

18. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı 164. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.”

19. 1136 sayılı Kanun’un “Avukatlık ücret tarifesinin hazırlanması” kenar başlıklı 168. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.”

20. 1136 sayılı Kanun’un “Yargı mercilerine karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin miktarı” kenar başlıklı 169. maddesi şöyledir:

“Yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.”

21. 2/1/2017 tarihli ve 29936 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (karar tarihinde yürürlükte bulunan) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onikinci sıra numarasındaki ücretten az olamaz.”

22. Anılan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım İkinci Bölüm sekizinci ve on ikinci sıraları şöyledir:

“8. Sulh Ceza Hakimlikleri ve İnfaz Hakimliklerinde takip edilen davalar için 770,00 TL

12. Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 3.960,00 TL”

B. Uluslararası Hukuk

23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N.C./İtalya [BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49). Sözleşme’nin 5. maddesinin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında özgürlükten yoksun bırakılma için tazminat almak üzere başvuru imkânının bulunması hâlinde anılan maddenin (5) numaralı fıkrasına uygunluk sağlanmış olacaktır (Wassink/Hollanda, B. No: 12535/86, 27/9/1990, § 38). Ulusal bir makamın 5. maddenin diğer hükümlerinden herhangi birinin ihlaline dairdoğrudan veya esasa dayalı bir tespitinin olmaması hâlinde 5. maddenin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilmesi için AİHM’in öncelikle böyle bir ihlalin varlığını tespit etmesi gerekir (Nechiporuk ve Yonkalo/Ukrayna, B. No: 42310/04, 21/4//2011, § 229; Yankov/Bulgaristan, B. No: 39084/97, 11/12/2003, §§ 190-193). İhlal tespit edilmiş olmasına rağmen iç hukukta tazminat yolunun bulunmaması Sözleşme’nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının da ihlaline yol açar (Sevgin ve İnce/Türkiye, B. No: 46262/99, 20/09/2005, § 75). Tazminat yolu,sadece teorik olarak mevcut olmakla kalmayıp aynı zamanda ilgili kişi için pratikte de erişilebilir olmalıdır. Bu yol, maddi tazminat hakkının yanında 5. maddenin diğer hükümlerinin ihlali nedeniyle bir kişinin uğramış olabileceği elem, endişe ve hüsran için de tazminat hakkını sağlamalıdır (Vasilevskiy ve Bogdanov/Rusya, B. No: 52241/14, 74222/14, 10/7/2018, § 22). Ulusal makamların tespit edilen ihlalin telafisi bağlamında bir başvurana tazminat ödenmesine karar vermesi hâlinde ise söz konusu tazminat miktarının yeterli olup olmadığı incelenecektir (Vedat Doğru/Türkiye, B. No: 2469/10,§ 40).

24. AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilir bir tazminat hakkını içerdiğini belirtmekle birlikte (Cumber/Birleşik Krallık (k.k.)B. No: 28779/95, 27/11/1996) tazminat için Sözleşme’nin belirli bir miktarı öngörmediğinin de altını çizmiş; ayrıca yerel mahkemelerin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmiştir (Damian-Burueana ve Damian/Romanya, B. No: 6773/02, 26/5/2009, § 89). Buna karşın AİHM, orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminatın Sözleşme’nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasına aykırılık oluşturacağını, böyle bir durumun söz konusu fıkra kapsamında güvence altına alınan hakkın teoride kalmasına ve aldatıcı olmasına sebep olacağını da vurgulamıştır (Cumber/Birleşik Krallık). AİHM’e göre tazminat AİHM’in benzer davalarda verdiği tazminata göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır (Selami ve diğerleri/Eski Makedonya Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 78241/13, 1/3/2018, § 102; Cristina Boicenco/Moldova, B. No: 25688/09, 27/9/2011, § 43; Ganea/Moldova, B. No: 2474/06, 17/5/2011, § 30).

25. AİHM tazminat miktarının 5. maddenin (5) numaralı fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını belirlerken tutukluluk süresi gibi davanın kendine özgü koşullarını da dikkate almaktadır (Vasilevskiy ve Bogdanov/Rusya, § 23; Borg/Malta (k.k.), B. No: 39783/15, 5/9/2017, § 37). Bununla birlikte hükmedilen miktarın AİHM’in benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Sözleşme’nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ihlal edilmesine sebep olmaz (Mehmet Hasan Altan/Türkiye, B. No: 13237/17, 20/3/2018, § 176). AİHM’e göre taraf devletin haksız bir tutulmanın mağduru olan kişiden mağduriyeti nedeniyle uğradığı zararları delillendirmesini istemesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Mağdur statüsünün varlığı kural olarak zarar bulunmayan durumlarda da oluşabilir ancak böyle bir durumda maddi veya manevi açıdan tazmin edilmesi gereken bir zarar söz konusu olmadığı için herhangi bir tazminat sorunundan da bahsedilemeyecektir (Wassink/Hollanda, § 38).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 9/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

27. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

28. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu; koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında davacı lehine hükmedilen vekâlet ücretininsulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağının 694 sayılı OHAL KHS’sı ile belirlendiğini, böylelikle ağır ceza mahkemelerinin vekâlet ücretinin alt sınırının sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti seviyesine düşürüldüğünü, ağır ceza mahkemesinde görülen bir davadaki vekâlet ücretinin sulh ceza hâkimliğinde görülen bir davanın seviyesine düşürülmesinin hakkaniyet orantılılık eşitlik ilkelerine aykırı olduğunu, ağır ceza mahkemesinde görülen bir dava olmasına ve avukatıyla 3.960 TL (ağır cezalık işler için öngörülen miktar) üzerinden vekâlet sözleşmesi yapmasına rağmen sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti olan 770 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu suretlebelirli bir ücretten yoksun bırakıldığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık, başvurunun bu kısmına ilişkin bir beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Adil yargılanma hakkı bağlamında medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda lehe hükmedilen vekâlet ücretinin oranına ilişkin bir güvence bulunmadığı (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, § 86) gibi lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkıyla da bir ilgisi yoktur. Başvurucu, lehine az vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiğini de ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı açık olduğundan başvurucunun şikâyetlerinin tamamı mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

32. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

33. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

34. Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).

35. Belirli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacak iddiasıyla oluşan meşru bir beklenti, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş, icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016, § 29; Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 24).

36. Vekâlet ücreti kişinin davada haklı çıkması durumunda ödenecek bir ücrettir. 1136 sayılı Kanun’un 168. maddesinin üçüncü fıkrasına göre avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır. Dolayısıyla kişinin vekâlet ücreti dolayısıyla mülkiyet hakkına sahip olup olmadığı kararın verildiği tarihteki duruma göre değerlendirilmelidir. 694 sayılı KHK ile yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmolunacağının ancak hükmolunacak avukatlık ücretinin aynı tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün on ikinci sırasındaki ücretten az olamayacağının belirtildiği görülmektedir. Bu düzenleme dikkate alındığında başvurucunun karar tarihinde alacağı vekâlet ücreti en az 3.960 TL olacaktır. 694 sayılı KHK ile birlikte ise ödenecek miktarın tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağı belirtilmiştir. Derece mahkemesi de bu hükmü dikkate alarak sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen 770 TL’nin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

37. Somut olayda 694 sayılı KHK’dan sonra da yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin yerine özel hüküm niteliğinde ve daha üst bir norm olan 694 sayılı KHK’nın uygulanacağı açıktır. Dolayısıyla karar tarihinde başvurucunun 3.960 TL vekâlet ücreti alabilmesinin hukuki bir temeli bulunmamaktadır. Hukuki bir temeli bulunmayan bu iddianın meşru bir beklenti oluşturmayacağı da açıktır. Öte yandan başvurucu avukatıyla 3.960 TL üzerinden anlaştığını iddia etmiş olsa da bu vekâlet ücreti müvekkil ve vekil arasında yapılan vekâlet sözleşmesinin bir sonucudur ve burada bir kamu müdahalesi olmadığı için devletin sorumluluğunu gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Bu açıklamalar doğrultusunda mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu kanıtlayamadığından başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

39. Başvurucu; haksız gözaltı nedeniyle ödenen maddi ve manevi tazminat miktarlarının çok düşük olduğunu, haksız gözaltı nedeniyle lekelenme hakkı ihlal edildiğinden bu ihlali giderecek orantıda bir maddi ve manevi tazminat hükmedilmediğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık görüşünde başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği ve başvurucunun lehine hükmedilen tazminat ile mağduriyetinin giderildiği, bu nedenle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

41. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası şöyledir:

“… Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.

Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”

42. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 19. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

44. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunan kişilere tanınan güvencelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 43).

45. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler” ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, § 44).

46. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya daAnayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

47. Kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır.

48. Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Öte yandantazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerekir.

49. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında bir gün gözaltına alınmış soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu bunun üzerine haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için 5271 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme başvurucunun haksız olarak gözaltına alındığını kabul etmiş ve başvurucuya 39,24 TL maddi, 150 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla burada yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır.

50. Somut olayda derece mahkemesi, yapılan yargılama sırasında Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun sosyal ve ekonomik durumunun araştırılmasını istemiştir. Emniyet Müdürlüğünün raporunda, başvurucunun ağabeyinin bakkalında maaşlı çalışmadığı, ihtiyacı olduğunda harçlık aldığı belirtilmiştir. Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda on altı yaşından büyükler için öngörülen net asgari ücret üzerinden asgari geçim indirimi düşülerek hesaplanan 39,24 TL maddi tazminatın ödenmesine karar vermiş, başvurucunun soruşturmada vekil ile temsil edilmesi nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi üzerinden hesaplanan 600 TL vekâlet ücretini de maddi zarara eklemiştir (bkz. § 11). Derece mahkemesince toplanan deliller doğrultusunda belirlenen maddi tazminat miktarının davanın koşullarında orantısız olduğu söylenemeyecektir.

51. Ancak 150 TL’lik manevi tazminat, Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşüktür. Anayasa Mahkemesi, gözaltının hukuka aykırı olması nedeniyle bugüne kadar bir ihlal kararı vermemiştir. Ancak Mehmet Baydan (B. No: 2014/16308, 12/4/2018, § 84) kararında başvurucu, herhangi bir suç isnadı olmaksızın polislerce karakolda kısa bir süre (36 dakika) tutulmuştur. Anayasa Mahkemesi başvurucunun şikâyete konu tutulma hâlinin Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine imkân tanınan durumların hiçbirine girmediği sonucuna varmış ve başvurucuya 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla bu kararın somut olay bakımından ölçü alınabileceği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte tazminat miktarının somut olayın koşullarında -başvurucunun çocuk olması da gözönünde bulundurulduğunda- tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu anlaşılmaktadır.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

53. Başvurucu; hakkında verilen adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminat talep etmesine rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine herhangi bir tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.

54. Bakanlık, başvurunun bu kısmına ilişkin bir beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

55. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucuların anılan iddialarının tamamının adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM’in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Canan Tosun, B. No: 2014/8891, 10/5/2017, § 22).

59. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Canan Tosun, § 23).

60. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

61. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.

62. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).

63. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

64. Öte yandan temyiz veya istinaf merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).

65. Somut olayda başvurucu gerek dava dilekçesinde gerekse istinaf dilekçesinde ayrıntılı bir şekilde, örnek Yargıtay kararlarına da yer vererek maruz kaldığı adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminat ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun söz konusu iddialarının alacağı tazminat miktarını ve dolayısıyla davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte, değerlendirilmesi ve karşılanması gereken iddialar olduğunu kabul etmek gerekir. Buna rağmen derece mahkemelerince başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı, başvurucunun iddialarının tartışılmadığı ve karşılanmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

66. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucu 20.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını istemiştir.

69. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

70. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

71. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

72. Adli kontrol tedbiri nedeniyle talep edilen tazminat istemi hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamındakigerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

73. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

74. Öte yandan gözaltı işlemi nedeniyle başvurucuya ödenen manevi tazminatın düşük olması gerekçesiyle de Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının ihlali ile ilgili olarak ise yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiş, başvurucuya 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmiştir.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşanyargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Koruma tedbirinden dolayı verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

D. 1. Koruma tedbiri nedeniyle verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/168, K.2017/310) GÖNDERİLMESİNE,

F. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

G. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

H. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
U.Ç. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/17068)
 
Karar Tarihi: 7/11/2019
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Burhan ÜSTÜN
  Hicabi DURSUN
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Selahaddin MENTEŞ
Raportör:Abdullah UÇAR
Başvurucu:U.Ç.
Vekili:Av. Vedat ÖZKAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, olayın gerçekleştiği 15/2/2017 tarihinde çocuktur ve -diğer suça sürüklenen çocuklarla birlikte- Adana Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında PKK/KCK silahlı terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak suçundan 15/3/2017 günü saat 5.15’te gözaltına alınmış; 22/3/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır.

8. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ve suça sürüklenen bir kısım çocuk hakkında 28/9/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

9. Başvurucu 25/10/2017 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi uyarınca hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle haksız yere gözaltında kaldığından bahisle 10.000 TL maddi,25.000 TL manevi tazminatın, ayrıca soruşturma aşamasında kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden 1.500 TL vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilerek gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle dava açmıştır.

10. Hakkında uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle başvurucunun tazminat davası açmadığı başvuru dosyasının incelenmesinden anlaşılmaktadır.

11. Başvurucu 21/12/2017 tarihli duruşmada maddi tazminatın asgari ücret tarifesi üzerinden hesaplanmasına muvafakat etmiştir.

12. Adana 9. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/12/2017 tarihinde; başvurucunun gözaltında kaldığı süre içindeki maddi kaybının karşılığı olarak 327,61 TL, soruşturma evresinde kendisini avukat ile temsil ettirmesi nedeniyle yaptığı masrafın karşılığı olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre belirlenen 600 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 927,61 TL maddi tazminat ile 700 TL manevi tazminata hükmederek gözaltı tarihi olan 15/3/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte bu tazminatın başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kendisini vekil ile temsil ettiren başvurucuya karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine de karar vermiştir.

13. Mahkeme maddi tazminatın hesabında asgari ücretin bir günlük tutarını esas almıştır. Mahkemenin manevi tazminatın tutarını belirlerken manevi tazminatın zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağına vurgu yaptığı görülmektedir. Mahkeme ayrıca başvurucunun üzerine atılı suçun niteliğini, gözaltında kaldığı süreyi, sosyal ve kişisel durumunu ve özgürlüğün önemini gözönünde bulundurduğunu ifade etmiştir.

14. Öte yandan Mahkeme, başvurucu lehine 770 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Mahkeme vekâlet ücretinin miktarını, 25/8/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesine eklenen düzenlemeyi gözeterek belirlediğini kaydetmiştir.

15. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Başvurucu 23/1/2018 tarihli istinaf dilekçesinde, maddi tazminat hesaplanırken vekâlet ücretinin eksik hesaplandığını; gözaltında kaldığı sürenin uzunluğu ve isnat edilen suçun ağırlığı nedenleriyle belirlenen manevi tazminatın düşük olduğunu ve Mahkemece lehine hükmedilen vekâlet ücretinin ağır ceza mahkemelerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücret yerine sulh ceza mahkemelerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücret üzerinden hesaplandığını ileri sürmüştür. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 13/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

16. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 28/5/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.

17. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.                                                                                                                                                                       

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili hukuk için bkz. M.E. (B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 15-25) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 7/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

20. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

21. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucu, koruma tedbirlerine ilişkin tazminat davasında vekâlet ücretinin düşük belirlendiğinden yakınmıştır. Başvurucu 694 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeye göre ağır ceza mahkemelerinde görülen davalar için öngörülen vekâlet ücretinin alt sınırı itibarıyla sulh ceza hâkimliğinde görülen işler ile eşit kılındığını belirtmiştir. Başvurucuya göre bu durum hakkaniyete aykırı olup orantılı da değildir. Başvurucu, somut olayda ağır ceza mahkemesinde görülen bir davada avukatıyla 3.960 TL üzerinden vekâlet sözleşmesi düzenlediği hâlde 770 TL tutarında vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Adil yargılanma hakkı bağlamında medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda lehe hükmedilen vekâlet ücretinin oranına ilişkin bir güvence bulunmadığı (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, § 86) gibi lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkıyla da bir ilgisi yoktur. Başvurucu, lehine az vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiğini de ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı açık olduğundan başvurucunun şikâyetlerinin tamamı mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

24. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

25. Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa’yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

26. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28;Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

27. Başvurucunun da değindiği üzere somut olayda derece mahkemelerince 694 sayılı KHK hükümlerine göre koruma tedbirlerine yönelik olarak açılan tazminat davalarında öngörülen vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Bu çerçevede söz konusu davalarda nispi vekâlet ücretine hükmedileceği ancak bu tutarın sulh ceza hâkimliklerinde görülen işler için öngörülen maktu vekâlet ücretinden az olamayacağı düzenlenmiştir. Somut olayda ise başvurucu lehine toplam 1.627,61 TL tutarında tazminata hükmedildiği için sulh ceza hâkimliklerinde görülen işler için öngörülen maktu vekâlet ücretine hükmedildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucunun avukatıyla yaptığı avukatlık sözleşmesinin ise taraflar arasındaki iç ilişkiyi ilgilendirdiği ve yargılama giderleri kapsamındaki vekâlet ücretinin miktarının tayini bakımından bir önem taşımadığı ortadadır.

28. Bu durumda karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan mevzuat hükümleri çerçevesinde vekâlet ücretinin belirlendiği gözetildiğinde başvurucunun talep ettiği vekâlet ücreti yönünden mevcut bir mülkünün veya bu ücreti edinme yönünde somut bir temele dayalı meşru bir beklentisinin olduğunu kanıtlayamadığı sonucuna varılmıştır.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu; haksız gözaltı nedeniyle ödenen maddi ve manevi tazminat miktarlarının çok düşük olduğunu, haksız gözaltı nedeniyle lekelenme hakkı ihlal edildiğinden bu ihlali giderecek orantıda bir maddi ve manevi tazminata hükmedilmediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

31. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası şöyledir:

“… Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.

Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”

32. Başvurucunun gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğuna yönelik herhangi bir iddia öne sürmediği dikkate alınarak bireysel başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesini gerektirecek bir durumun varlığından söz edilemez. Dolayısıyla başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle haksız yere gözaltında kaldığı gerekçesiyle açtığı tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olduğuna yönelik şikâyetinin Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

b. Esas Yönünden

34. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunan kişilere tanınan güvencelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 43).

35. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler” ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, § 44).

36. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır (M.E., § 46).

37. Kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., § 47).

38. Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Öte yandan tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerekir (M.E., § 48).

39. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında yedi gün gözaltında kalmış; soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu, bunun üzerine haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için 5271 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme; başvurucunun haksız olarak gözaltına alındığını kabul etmiş ve başvurucunun talebi üzerine ceza soruşturma evresinde takip edilen işler için belirlenen 600 TL vekâlet ücretini de dâhil ederek 927,61 TL maddi, 700 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla burada yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır.

40. Somut olayda başvurucunun maddi kaybıyla ilgili bir belge sunmamasını, maddi tazminatın asgari ücret tarifesi üzerinden hesaplanmasına muvafakat etmesini nazara alan derece mahkemesi, yaptığı yargılama sonucunda aylık asgari ücreti otuz gün üzerinden değerlendirerek hesaplanan ve bir gün için belirlenen 46,802 TL’nin gözaltında kalınan süre sayısıyla çarpılması suretiyle elde edilen 327,61 TL maddi tazminatın ödenmesine karar vermiş; başvurucunun soruşturmada vekil ile temsil edilmesi nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi üzerinden hesaplanan 600 TL vekâlet ücretini de maddi zarara eklemiştir (bkz. § 13). Derece mahkemesince toplanan deliller doğrultusunda belirlenen maddi tazminat miktarının davanın koşullarında orantısız olduğu söylenemeyecektir.

41. Ancak 700 TL’lik manevi tazminat, Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşüktür. Manevi tazminatın zenginleşme aracı yapılamayacağı kabul edilebilir olmakla birlikte belirlenecek tazminatın özgürlük gibi demokratik toplumda vazgeçilmez bir hakkın önemiyle orantılı olması gerekir. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun şikâyete konu tutulma hâlinin Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine imkân tanınan durumların hiçbirine girmediği sonucuna varmış ve başvurucuya 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla bu kararın somut olay bakımından ölçü alınabileceği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte tazminat miktarının somut olayın koşullarında -başvurucunun çocuk olması da gözönünde bulundurulduğunda- tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu anlaşılmaktadır (benzer yönde bkz. M.E., § 51).

42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

43. Başvurucu; hakkında verilen adli kontrol tedbiri konusunda tazminat davasında herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine herhangi bir tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

44. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun anılan iddialarının tamamının adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

46. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

47. Somut olayda başvurucunun uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat davası açmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucu, bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmemiştir.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

50. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan (GK), B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60.

51. Başvurucu 20.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını istemiştir.

52. Gözaltı işlemi nedeniyle başvurucuya ödenen manevi tazminatın düşük olması gerekçesiyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının mahkeme kararı neticesinde ihlal edildiği sonucuna varılmış ise de Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının ihlali ile ilgili olarak yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiş, başvurucuya 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmiştir.

53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Koruma tedbiri nedeniyle verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

D. Koruma tedbiri nedeniyle verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/11/2019 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

Mahkememiz çoğunluğu, gözaltına alınan ve sonrasında hakkında konuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilen başvurucuya ödenen manevi tazminat miktarının düşük olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilir olduğuna ve anılan hakkın ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu şikâyete ilişkin olarak verilen kabul edilebilirlik yönündeki karara aşağıda yer alan gerekçeler doğrultusunda katılmamaktayım:

1. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilebilmesi için başvurucunun anılan maddenin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulması ve buna rağmen kendisine bir tazminat ödenmemesi veya ödenen tazminatın başvurucunun zararını gidermekten uzak olması gerekmektedir.

2. Başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan esaslara aykırı bir işleme tabi olduğu derece mahkemelerince ve Anayasa Mahkemesince tespit edilmeden, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiği sonucuna varılamaz (bkz. § 36). Yine kararda yer alan “Kişinin başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır.” (bkz. § 37) şeklindeki değerlendirme ilke olarak doğrudur.

3. Ancak çoğunluğun somut olayda derece mahkemesinin başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğunu tespit ettiği yönündeki değerlendirmesi (bkz. § 39) derece mahkemesinde dava dosyası ve anılan mahkemenin tazminat kararının içeriği ile bağdaşmamaktadır.

4. Somut olayda başvurucu, bir soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve yedi gün süreyle gözaltında tutulmuştur. Sonrasında başvurucu hakkındaki soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, bunun üzerine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi kapsamında ağır ceza mahkemesinde “koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası” açmış ve bu davada gözaltına alınmasından sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek tazminat talebinde bulunmuştur.

5. Bununla birlikte başvurucunun anılan davada hakkındaki gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesi söz konusu değildir. Bu nedenle derece mahkemesi başvurucu hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin hukuka uygun olup olmadığını incelemeksizin yalnızca başvurucu hakkındaki soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanmasından hareket ederek başvurucu lehine tazminata hükmetmiştir. Başvurucu tarafından sunulan istinaf dilekçesinde de başvurucunun gözaltına alınmasının hukuki olmadığı yönünde bir iddianın dile getirildiği ortaya konulmamıştır.

6. Dolayısıyla başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında tazminat talep ettiği ve derece mahkemesinin de bu yönde bir inceleme yaparak tazminata hükmettiği görülmektedir. Nitekim mahkeme kararında bu husus “… Davacının gözaltında geçirdiği suç nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiğinden özgürlüğünün haksız olarak kısıtlandığı, gözaltında kaldığı süre içerisinde çalışamamaktan doğan maddi kaybının bulunduğu, duyduğu acı ve elemin CMK’nın 141/1-e maddesi gereğince tazminat ödenerek giderilmesi gerektiği anlaşılmıştır …” denilerek açıkça ifade edilmiştir. Anılan bentte; suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişiler yönünden de tazminat hakkının bulunduğunu belirtirmiştir. Bu kapsamdaki tazminat hakkı Anayasa’daki güvencelerden ayrı olarak Kanundan kaynaklana bir imkandır.

7. Bu durumda derece mahkemesinin başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasındaki esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğunu tespit ettiğini söylemek mümkün değildir. Yukarıda da ifade edildiği üzere başvurucunun dava ve istinaf aşamalarında bu yönde bir iddiası bulunmamaktadır.

8. Anayasa Mahkemesinin yerleşik hâle gelen içtihadında da ifade ediliğiüzere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).

9. Buna göre hakkındaki soruşturma süreci kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanan başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tazminat isteminde bulunma hakkının yanı sıra anılan fıkranın (a) bendi uyarınca bu tedbirin kanuna aykırı olduğu iddiasıyla tazminat talep etme imkânı da mevcuttur (bkz. Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Nitelim değinilen (a) bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan ve tutukluluğu devam ettirilen” kişilerin tazminat hakkının bulunduğunu ifade etmiştir. Bu durumdaki kişilerin Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan esaslar dışında bir muameleye tabi kılındıkları konusunda şüphe bulunmamaktadır.

10. Anayasa Mahkemesi ancak başvurucunun, gözaltı tedbirinin kanuna aykırı olduğunu dile getirmesi ve bu iddianın derece mahkemesince kabul edilmesi durumunda hükmedilen tazminat miktarının başvurucunun zararını telafi etmeye yeterli olup olmadığı yönünde bir inceleme yapabilir. Somut olayda başvurucunun bu yönde bir iddiayı derece mahkemeleri önünde dile getirmeden doğrudan bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesinde ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.

11. Bu nedenle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal ediliğine yönelik iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği düşüncesindeyim.

    Üye Selahaddin MENTEŞ  

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
M.Ş.T. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/17073)
 
Karar Tarihi: 26/2/2020
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan:Recep KÖMÜRCÜ
Üyeler:Celal Mümtaz AKINCI
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportörler:Burak Cenk İLHAN
  Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:M.Ş.T.
Vekili:Av. Vedat ÖZKAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu 26/2/2004 tarihinde doğmuş olup olay tarihinde çocuktur. Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 21/3/2017 tarihinde saat 14.00’da gözaltına alınmış; 22/3/2017 tarihinde imza vermek suretiyle adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştır.

8. Başsavcılık 6/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, görevi yaptırmamak için direnme, toplantı ve yürüyüşlere silah veya 23. maddede belirtilen aletlerle katılma suçlarından aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır.

9. İddianame Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/138 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.

10. Mahkeme 20/9/2017 tarihinde yaptığı duruşmada, üzerine atılı suçlardan başvurucunun beraatine karar vermiş, karar istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

11. Başvurucu 9/10/2017 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi uyarınca haksız yere gözaltında kalması nedeniyle 7.000 TL maddi, 8.000 TL manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle dava açmıştır.

12. Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2018 tarihinde 46,80 TL maddi tazminat ve 100 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 21/3/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine, ayrıca kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 845 TL vekâlet ücretinin de ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkememize açılan iş bu davanın 20/10/2017 tarihinde,kesinleşme tarihiitibariyle CMK’nın 141/1 maddesinde yazılı bir yıl içinde ve süresinde açıldığı, davacının yerleşim yerinin bulunduğu yer olan Adana Mahkemelerinde açılmış olduğu, davacının gözaltındakaldığı süreye ilişkin mahsup işleminin yapılmadığı, gelen yazı cevapları ve UYAP üzerinde yapılan araştırmalara göre davacı tarafından iş bu davaya konu gözaltı sebebiyle başka mahkemelerde açılmış bir tazminat davası kaydının olmadığı, tüm bu açıklamalar doğrultusunda davacının haksızgözaltı nedeniyle tazminata hak kazandığı mahkememizce kabul edilmiştir.

Davacının, 29/9/29017 tarihli vekaletname ile vekiline, CMK’nın 141. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız koruma tedbiri nedeniyle tazminat talep etme konusunu içerirözel yetki verdiğianlaşılmıştır.

17/1/2018 tarihli duruşmada davacı vekili maddi tazminata hükmedilmesi halinde asgari ücret tarifesi üzerinden hesaplanmasına muvafakatleri olduğunu bildirmekle;davacının gözaltı kaldığı süreye ilişkin olarak çalışma bakanlığı tarafından belirlenen davacının en azkazanılabileceği kabul edilen aylık ve günlük asgariücret esas alınarakve mahkememiz tarafından yapılan hesaplamada davacının1 gün gözaltındakalması nedeniyleoluşangünlükmaddi gelir kaybı;

2017 yılı için asgari ücret tarifesine göre aylık asgari ücretin 1.404.06 TL olduğu, aylık olarakücretin belirlenmiş olması nedeniyle aylık ücret 30 gün üzerinden değerlendirilmiş ve günlük olarak hesaplandığında 46.80 TL’ye denk geldiği anlaşılmış, yapılan hesaplamalar neticesinde davacının 1 gün için 46.80 TL maddi zarara uğradığı kanaatine ulaşılmış ve bu tazminata davacı vekilinintalebinde belirttiği üzere haksız gözaltı tarihi olan 21/3/2017 ‘ den itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir.

Manevi tazminatın zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı, davacının üzerine atılı suçun niteliği, gözaltında kaldığı süre, sosyal ve kişisel durumu, özgürlüğün önemibirlikte değerlendirildiğinde 100 TL manevi tazminatın makul ve makbul bir miktar olduğu,bu tazminata da dava dilekçesinde talep edildiği üzere haksız gözaltı tarihi olan 21/3/2017 den itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir.

694 sayılı KHK ile tazminat davalarında vekalet ücretine ilişkin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’u 142.maddeye eklenen düzenlemede dikkate alınarak 845TL vekalet ücretine hükmedil[mesine karar verilmiştir].”

13. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi 3/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Yerel Mahkemece verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından,

İstinaf başvurusunda bulunan davacı vekilinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, istinaf başvurusunun esastan reddine,dosyanın hükmü veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine [karar verildi].

14. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 28/5/2018 tarihinde öğrenmiştir.

15. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. İlgili hukuk için bkz. M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 15-25.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 26/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

18. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

19. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu; koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında davacı lehine hükmedilen vekâlet ücretinin sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağının 25/8/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (694 sayılı KHK) ile belirlendiğini, böylelikle ağır ceza mahkemelerinin vekâlet ücretinin alt sınırının sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti seviyesine düşürüldüğünü, ağır ceza mahkemesinde görülen bir davadaki vekâlet ücretinin sulh ceza hâkimliğinde görülen bir davanın seviyesine düşürülmesinin hakkaniyet, orantılılık, eşitlik ilkelerine aykırı olduğunu, ağır ceza mahkemesinde görülen bir dava olmasına ve avukatıyla 4.360 TL (ağır cezalık işler için öngörülen miktar) üzerinden vekâlet sözleşmesi yapmasına rağmen sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti olan 845 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu suretle belirli bir ücretten yoksun bırakıldığını belirterek ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Adil yargılanma hakkı bağlamında medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda lehe hükmedilen vekâlet ücretinin oranına ilişkin bir güvence bulunmadığı (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, § 86) gibi lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkıyla da bir ilgisi yoktur. Başvurucu, lehine az vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiğini de ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı açık olduğundan başvurucunun şikâyetlerinin tamamı mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

22. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

23. Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).

24. Belirli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacak iddiasıyla oluşan meşru bir beklenti, Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş, icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren, yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016, § 29; Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 24).

25. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin üçüncü fıkrasına göre avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır. Dolayısıyla kişinin vekâlet ücreti dolayısıyla mülkiyet hakkına sahip olup olmadığı kararın verildiği tarihteki duruma göre değerlendirilmelidir. 694 sayılı KHK ile yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmolunacağının, ancak hükmolunacak avukatlık ücretinin aynı tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün on ikinci sırasındaki ücretten az olamayacağının belirtildiği görülmektedir. Bu düzenleme dikkate alındığında başvurucunun karar tarihinde alacağı vekâlet ücreti en az 4.360 TL olacaktır. 694 sayılı KHK’da ise ödenecek miktarın tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağı belirtilmiştir. Derece mahkemesi de bu hükmü dikkate alarak sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen 845 TL’nin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

26. Somut olayda 694 sayılı KHK’dan sonra da yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin yerine özel hüküm niteliğinde ve daha üst bir norm olan 694 sayılı KHK’nın uygulanacağı açıktır (M.E., § 37). Dolayısıyla karar tarihinde başvurucunun 4.360 TL vekâlet ücreti alabilmesinin hukuki bir temeli bulunmamaktadır. Hukuki bir temeli bulunmayan bu iddianın meşru bir beklenti oluşturmayacağı da açıktır. Öte yandan başvurucu, avukatıyla 4.360 TL üzerinden anlaştığını iddia etmiş olsa da bu vekâlet ücreti müvekkil ve vekil arasında yapılan vekâlet sözleşmesinin bir sonucudur ve burada bir kamu müdahalesi olmadığı için devletin sorumluluğunu gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Bu açıklamalar doğrultusunda başvurucunun, mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu kanıtlayamadığından Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu; haksız gözaltı nedeniyle ödenen maddi ve manevi tazminat miktarlarının çok düşük olduğunu, haksız gözaltı nedeniyle lekelenme hakkı ihlal edildiğinden bu ihlali giderecek orantıda bir maddi ve manevi tazminat hükmedilmediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

29. Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı ile dokuzuncu fıkrası şöyledir:

“… Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.

Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”

30. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 19. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

32. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konulduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunan kişilere tanınan güvencelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 43).

33. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler” ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, § 44).

34. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

35. Kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır.

36. Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın koşullarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Öte yandan tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerekir.

37. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında bir gün gözaltına alınmış; kovuşturma sonucunda beraatine karar verilmiştir. Başvurucu bunun üzerine haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için 5271 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme başvurucunun haksız olarak gözaltına alındığını kabul etmiş ve başvurucuya 46,80 TL maddi, 100 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla burada yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır.

38. Somut olayda derece mahkemesi, yapılan yargılama sırasında Adana İl Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun sosyal ve ekonomik durumunun araştırılmasını istemiştir. Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğünün raporunda; başvurucunun ortaokul öğrencisi olduğu için çalışmadığı, bu nedenle yıllık, aylık veya yevmiyesinin olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda aylık asgari ücreti otuz gün üzerinden değerlendirerek hesaplanan -1 gün için 46,80 TL- maddi tazminatın ödenmesine karar vermiş olup derece mahkemesince toplanan deliller doğrultusunda belirlenen maddi tazminat miktarının davanın koşullarında orantısız olduğu söylenemeyecektir.

39. Ancak 100 TL’lik manevi tazminat, Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşüktür. Anayasa Mahkemesi, gözaltının hukuka aykırı olması nedeniyle bugüne kadar bir ihlal kararı vermemiştir. Ancak Mehmet Baydan (B. No: 2014/16308, 12/4/2018, § 84) kararında başvurucu, herhangi bir suç isnadı olmaksızın polislerce karakolda kısa bir süre (36 dakika) tutulmuştur. Anayasa Mahkemesi başvurucunun şikâyete konu tutulma hâlinin Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine imkân tanınan durumların hiçbirine girmediği sonucuna varmış ve başvurucuya 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla bu kararın somut olay bakımından ölçü alınabileceği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte tazminat miktarının somut olayın koşullarında -başvurucunun çocuk olması da gözönünde bulundurulduğunda- tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu anlaşılmaktadır.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu; hakkında verilen adli kontrol tedbiri konusunda tazminat davasında herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine herhangi bir tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

42. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucuların anılan iddialarının tamamının adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

44. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

45. Somut olayda başvurucunun uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat davası açmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucu bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmemiştir.

46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

 48. Başvurucu 20.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, ayrıca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını istemiştir.

49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

50. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

51. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

52. Gözaltı işlemi nedeniyle başvurucuya ödenen manevi tazminatın düşük olması gerekçesiyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının mahkeme kararı neticesinde ihlal edildiği sonucuna varılmış ise de Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının ihlali ile ilgili olarak yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiş, başvurucuya 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmiştir.

53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Koruma tedbiri nedeniyle verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D. Koruma tedbiri nedeniyle verilen tazminat miktarının az olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

E. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlali nedeniyle başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
HİCRET AKSOY BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2021/2107)
 
Karar Tarihi: 13/4/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 1/6/2022-31853
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
Başkan y.:Hicabi DURSUN
Üyeler:Muammer TOPAL
  Recai AKYEL
  Selahaddin MENTEŞ
  İrfan FİDAN
Raportör:Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:Hicret AKSOY
Vekili:Av. Eyyup AKINCI

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, haksız gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucunun eşi Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. 22/8/2016 tarihinde başvurucunun konutunda arama yapılmasına ve aynı çatı altındaki aile bireylerinin de dijital materyallerine el konulmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda arama işlemi sonucunda başvurucunun da cep telefonuna ve SIM kartına el konulmuştur.

6. Başvurucunun eşinin üzerine kayıtlı iki telefon hattı üzerinden ByLock programını indirdiği ve kullandığı iddia edilmiştir. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde adına kayıtlı GSM hatlarından … 53 66 numaralı hattı kendisinin, … 46 47 numaralı hattı ise eşinin (başvurucunun) kullandığını beyan etmiştir.

7. Başvurucunun eşi hakkındaki 6/2/2017 tarihli iddianamede (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan) adına kayıtlı … 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde, … 53 66 numaralı hat üzerinden ise 7/10/2014 tarihinde ByLock programını indirip kullandığı ileri sürülmüştür.

8. Yargılandığı davada 2/5/2017 tarihli duruşmada başvurucunun eşine … 46 47 numaralı hattı eşinin (başvurucunun) kullanıp kullanmadığı sorulmuştur. Başvurucunun eşi bu hattı kendisinin kullandığını, daha önce sehven eşi tarafından kullanıldığı yönünde beyanda bulunduğunu belirtmiştir.

9. Daha sonra başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında FETÖ/PDY üyesi oldukları iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinden başvurucunun da aralarında yer aldığı şüphelilerin konutu için arama kararı verilmesi talebinde bulunulmuştur. Hâkimlik 30/10/2017 tarihli kararıyla şüphelilere ve suç delillerine ulaşılabileceğine ilişkin makul şüphenin mevcut olduğu gerekçesiyle söz konusu talebi kabul etmiştir.

10. Başsavcılık aynı gün arama kararında ismi belirtilen şüphelilerin kaçma ve delilleri yok etme ihtimalinin bulunduğunu, yüklenen suçların niteliğini gözönüne alarak şüphelilerin suç delilleriyle birlikte sağlıklı bir şekilde sorgulanması, delillerin toplanması, korunması ve soruşturmanın adil, hızlı, etkin bir şekilde sonuçlandırılması amacıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 90. ve91. ve 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi’nin 6. maddesi uyarınca yakalanarak yedi gün süre ile gözaltına alınmalarına karar vermiştir.

11. Başvurucu bu talimata istinaden 2/11/2017 tarihinde yakalanarak Adana’da gözaltına alınmıştır. Başvurucunun Adana’daki ikamet adresinde yapılan arama sonucunda cep telefonuna ve SIM kartlarına, beraber yaşadığı ablası ve eniştesine ait cep telefonlarına ve SIM kartlarına, bir iPad’e ve bir fotoğraf makinesine el konulmuştur.

12. 3/11/2017 tarihinde İstanbul’da yürütülen soruşturma kapsamında, İstanbul’da görevli kolluk görevlileri başvurucuyu gözaltında olduğu Adana Emniyet Müdürlüğünden teslim almaya gelmiş; kolluk görevlileri ile yaptığı görüşmede başvurucu, bakıma muhtaç 14 aylık bir bebeğinin olduğunu, çocuğunu teslim edeceği kimsenin bulunmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine kolluk görevlileri savcı ile bir telefon görüşmesi yapmış, savcı başvurucunun gözaltı hâlinin devam etmesi yönünde talimat vermiştir.

13. Başvurucu, avukatı aracılığıyla gözaltı kararına 3/11/2017 tarihinde itiraz etmiştir. Avukatı itiraz dilekçesinde; medyadan takip ettiği kadarıyla soruşturmanın ByLock kullanıldığı iddiasına dayandığını, başvurucunun eşinin ByLock kullandığı gerekçesiyle tutuklandığını, ByLock kullanımı söz konusuysa bunun başvurucunun eşinden kaynaklanmış olabileceğini belirtmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucunun depresyon ve migren hastası olduğunu, ilaç tedavisinin devam ettiğini, emzirmesi gereken yaşta bir bebeğinin bulunduğunu, gözaltı sürecinde bebeğin emzirilmesine izin verilmediğini, bebeğin sürekli ağladığını, bu şartlar altındaki bir kişinin kaçma ihtimalinin bulunmadığını ifade etmiştir.

14. 6/11/2017 tarihinde başvurucunun Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde FETÖ/PDY’den haberdar olmadığını, eşinin bu örgütle alakası olduğunu eşinin tutuklanmasıyla öğrendiğini, evlenmeden önce başka bir hat kullandığını, evlendikten sonra ekonomik nedenlerle adına ayrı hat almadıklarını ve eşinin adına kayıtlı … 46 47 numaralı hattı eşinin evde bıraktığı zamanlarda sadece ailesi ile görüşmek amacıyla kullandığını, bu hattı eve geldikten sonra da eşinin internete girmek için kullandığını, ByLock programından da ilk kez eşi tutuklandığında haberdar olduğunu, bu programı kesinlikle indirmediğini, gelişim eksikliği olan bakıma muhtaç, bir yaşında bebeğinin olduğunu belirtmiş ve serbest bırakılma talebinde bulunmuştur.

15. Başvurucunun avukatı ifade sırasındaki savunmasında başvurucunun eşinin ByLock programını diğer telefon hattına 7/10/2014 tarihinde, başvurucunun da kullandığı hatta ise 4/2/2015 tarihinde indirdiğini, eğer ByLock programı başvurucu tarafından indirilmiş olsaydı indirmenin aynı zamanda gerçekleşmiş olması gerektiğini, başvurucunun bakıma ve emzirilmeye muhtaç bir bebeğinin olduğunu belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir.

16. Başsavcılık, terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı gün İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında başvurucunun ByLock‘u eşi adına kayıtlı … 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde indirerek ve örgütün söz konusu program için kiraladığı dokuz adet IP’den biri olan 46.166.164.181 No.lu IP üzerinden 12/3/2015 tarihine kadar 79 kez giriş yapmak suretiyle kullandığı ileri sürülmüştür.

17. Başvurucu sorgusunda ByLock programını kullanmadığını, eşi bu uygulamayı yüklediyse de bundan haberinin olmadığını, eşinin kullanmış olduğu diğer telefonda da ByLock programının yüklü olduğunun ortaya çıktığını ve eşinin bu nedenle tutuklandığını ileri sürmüştür. Avukatı ise eşinin ByLock indirip kullanmasından başvurucunun sorumlu tutulamayacağını, suç ve cezaların şahsi olduğunu, evli kişilerin birbirinin telefonunu kullanmasının normal olduğunu, amcasının oğluyla evli, ilkokul mezunu bir ev hanımı olan başvurucunun durumunun FETÖ/PDY üyelerinin profiliyle bağdaşmadığını ileri sürmüştür.

18. Başvurucu, yapılan sorgusunun ardından terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararında başvurucunun kullandığı cep telefonunda ByLock programının yüklü olduğuna ilişkin belge, tutanak ve raporlara dayanılmıştır.

19. Başsavcılık 8/11/2017 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazdığı yazıda başvurucunun, eşi adına kayıtlı olan … 46 47 numaralı hat üzerinden ByLock programı kullandığının tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya konulmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtmiş, bu kapsamda söz konusu hattın ByLock yazışma içeriklerinin, ID ve kullanıcı adı ile şifrelerinin belirlenip gönderilmesini, arkadaş listesinden hattı başvurucunun kullanıp kullanmadığının tespit edilmesini istemiştir.

20. Başvurucu 13/11/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Başvurucu tutukluluğa itiraz dilekçesinde … 53 66 numaralı hatta 7/10/2014 ve 26/12/2014 tarihleri arasında … 46 47 numaralı hatta da 4/2/2015 ve 12/3/2015 tarihleri arasında ByLock kullanıldığının iddia edildiğini, … 53 66 numaralı hattın baz verileri ile … 46 47 numaralı hattın 4/2/2015 ve 12/3/2015 tarihleri arasındaki baz verilerinin aynı adrese ilişkin olduğunu, iki hat üzerinden aynı anda ByLock kullanılmasının tespit edilmediğini, tarih aralıklarının başvurucunun eşinin ByLock programını önce … 53 66 numaralı hatta, daha sonra bu telefondan silip … 46 47 numaralı hatta kullanmaya devam ettiğini gösterdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca depresyon ve migren hastası olduğunu, ilaç tedavisinin devam ettiğini, bir yaşında sütten kesilmemiş bebeği olduğunu, bu nedenle tahliye edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

21. İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliği 26/12/2017 tarihinde başvurucu hakkında dava açıldığını belirterek tutukluluğa yapılan itirazın incelenmek üzere İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesince bu itiraz dilekçesiyle ilgili bir karar verildiği tespit edilememiştir.

22. Başvurucunun eşi 10/11/2017 tarihinde yazdığıdilekçede; başvurucunun daha önce kullandığı hattı iptal ettirdiğini ve ona yeni bir hat almadığını, ailesiyle görüşmek üzere … 46 47 numaralı hattı başvurucunun da kullandığını, bunun haricinde … 46 47 numaralı hattı kendisinin kullandığını, başvurucunun liseyi dışarıdan bitiren, akrabalarından başka kimseyle görüşmeyen, kendi hâlinde bir ev hanımı olduğunu, yeterli internet bilgisinin bulunmadığını, ByLock programını indirmesinin ve kullanmasının mümkün olmadığını, bu iki hattın internetini kendisinin kullandığını, … 46 47 numaralı hattın eşi tarafından kullanılıyormuş gibi yansıtılmasının doğru olmadığını belirtmiştir.

23. Başsavcılık tarafından hazırlanan 22/11/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun ByLock‘u eşi adına kayıtlı … 46 47 numaralı hat üzerinden 4/2/2015 tarihinde indirerek 12/3/2015 tarihine kadar 79 kez giriş yapmak suretiyle kullandığı ileri sürülmüştür.

24. İddianame İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 20/12/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu, suçun katalog suçlardan olduğu, adli kontrol hükümlerinin eylemin niteliğine nazaran tutuklamadan beklenen faydayı sağlamaya yeterli olmayacağı gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir.

25. Mahkeme tensip incelemesinde ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucunun eşi adına kayıtlı … 46 47 numaralı hattın 2/2/2015 ve 2/11/2017 tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının ByLock programı için kiralanan IP adreslerine sahip sunuculara erişim sağlanıp sağlanmadığını, sağlanmışsa hangi gün ve saatlerde erişim sağlandığını gösterir HTS kayıtlarının, erişim sağlanmışsa bağlantı sırasında operatör tarafından aboneye verilen IP adresinin, bağlantı kurulan cihaza ilişkin IMEI, marka, model gibi bilgilerin, bağlantı kurulan döneme ilişkin konum bilgilerinin, başvurucunun ByLock programı ve belirtilen IP adresleriyle ilgisini gösterebilecek diğer bilgi ve kayıtların temin edilerek gönderilmesinin istenmesine karar vermiştir.

26. Başvurucu 29/12/2017 tarihinde benzer gerekçelerle 20/12/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir.

27. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi 3/1/2018 tarihinde başvurucunun ByLock programı kullandığına dair tespitler dikkate alındığında atılı suçun işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, öngörülen ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmayacağı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.

28. 16/1/2018 tarihli duruşmada Mahkeme somut dava ile başvurucunun eşinin yargılandığı davanın … 46 47 numaralı telefon hattı ile alakalı olarak birlikte değerlendirilmesinin zorunlu olduğu gerekçesiyle birleştirme yönünde karar verilip gönderilmesi için İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesinden muvafakat istenmesine karar vermiştir. Mahkeme bu duruşmada ayrıca başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.

29. 24/1/2018 tarihinde başvurucunun yargılandığı dava ile eşinin yargılandığı dava birleştirilmiştir.

30. 10/4/2018 tarihinde başvurucu hakkındaki dava birleştirilen davadan ayrılmış ve başvurucunun eşinin 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararında başvurucunun eşinin ByLock tespitine konu olan ve üzerine kayıtlı bulunan … 53 66 ve … 46 47 numaralı telefon hatlarını kullandığını kabul ettiği, … 46 47 numaralı hattın sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri bulunmadığı, her iki hatta ilişkin ByLock HTS kayıtları ve görüşme HTS kayıtlarının başvurucunun eşinin ikamet adresi, iş adresleri ve bağlantılı bulunduğu yerler ile uygunluk gösterdiği ifade edilmiştir.

31. Ayırma kararında; ByLock tespiti yapılan ve başvurucunun eşinin adına kayıtlı olan hatların CGNAT kayıtlarının incelenmesi neticesinde … 53 66 numaralı hatta ilişkin ByLock kullanımının 4/2/2015 tarihi saat 19.03.08’de sona erdiği, … 46 47 numaralı hatta ilişkin ByLock kullanımının ise diğer hattan ByLock kullanımının bittiği tarih olan 4/2/2015’te saat 22.08.06’da başladığı, dolayısıyla her iki hattın aynı anda farklı yerlerde kullanımına ilişkin CGNAT kaydının bulunmadığı, ByLock tespiti yapılan bu iki hattın iki farklı kişi tarafından, … 46 47 numaralı hattın ise sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri olmadığı ve somut verilerin başvurucunun savunmalarını destekler mahiyette olduğu, ByLock tespiti yapılan her iki hattın da başvurucunun eşinin kullanımında olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

32. Yapılan yargılama sonucunda 26/11/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararında HTS ve CGNAT kayıtları birlikte değerlendirildiğinde ByLock tespiti yapılan bu iki hattın iki farklı kişi tarafından ve … 46 47 numaralı hattın sadece başvurucu tarafından kullanıldığının kabulüne yetecek somut veri bulunmadığı, başvurucunun üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği ifade edilmiştir.

33. Beraat kararı 4/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir.

34. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız gözaltı ve tutuklama tedbirine maruz kalması, dijital materyallerine el konulması nedeniyle 20.000 TL maddi, 40.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır.

35. Dava dilekçesinde başvurucu, örgütle bağlantısını ortaya koyacak deliller olmamasına rağmen Başsavcılığın o dönemde FETÖ/PDY’ye üye olma suçundan yargılananların eşlerine yönelik yaptığı operasyon neticesinde gözaltına alındığını iddia etmiştir. Başvurucu, ilkokul mezunu bir ev hanımı olmasına ve 19 yaşındayken amcasının oğluyla evlenmesine karşın sırf eşi nedeniyle tüm tanıdıklarının önünde azılı bir teröristmiş gibi gözaltına alındığını, eşinin Mahkemede defalarca hattı kendisinin kullandığını belirtmesine ve söz konusu hat ile ilgili olarak tutuklu olmasına rağmen kendisi hakkında gözaltı kararı verildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca sütten kesilmemiş 1,5 yaşında bir bebeğinin olduğunu belirttiği hâlde bu durumun gözardı edilerek 5 gün boyunca oldukça kötü koşullardaki nezarethaneye atıldığını, takipsizlikle sonuçlanması gereken bir dosyada koruma tedbirine başvurulmasının haksız sonuçlara yol açtığını öne sürmüştür. Başvurucu; tutuklama tedbiri yönünden ise soruşturma açılmasını gerektirecek düzeyde dahi bir delil bulunmamasına, ev hanımı olduğunu ve eşinin aynı hat dolayısıyla yargılandığını sorgu sırasında belirtmesine rağmen tutuklandığını, bebeğiyle birlikte ceza infaz kurumuna gönderildiğini, oldukça kalabalık koğuşlarda sürekli olarak bebeğinin ezilmesinin korkusunu yaşadığını, tutuklu yargılamanın başlı başına bir damgalanma sebebi olduğunu, tutuklama nedeniyle sosyal çevresi nezdinde itibar kaybı yaşadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca ölçüsüz bir biçimde tüm dijital materyallerine el konulduğunu, söz konusu materyallerin dijital imajları alınıp teslim edilmesi gerekirken bunun yapılmadığını, iletişim hakkının engellendiğini, yeni bir cep telefonu, flash bellek ve SIM kart almak zorunda kaldığını, tüm bu hususların tazminat kapsamında olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu son olarak eşitlik ilkesi gereğince tazminat miktarlarının Balyoz davası mağdurlarına ödenen tazminat miktarları gibi yüksek tutulması gerektiğini belirtmiştir.

36. Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesi 3.541,92 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminat ile 1.320 TL maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun adli kontrol ve elkoyma tedbirine ilişkin tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“CMK. nın 141 maddesinde özetle hakkında beraat kararı verilen sanığın haksız gözaltı ve tutuklama sebebiyle tazminat talep edebileceği düzenlenmiştir.

Davacıya ilişkin sosyal ekonomik durum araştırmasının yapıldığı, evli 1 çocuğu olduğu, ev hanımı olduğu mal varlığı ve gelirinin olmadığının belirtilmiş olduğu,

Davacının talebinin CMK.nın 141. maddesi kapsamında kaldığı, davacın gözaltı ve tutukluluk öncesinde başka bir işte çalıştığına dair yada bir gelir elde ettiğine dair dava dosyasına herhangi bir belge sunulmadığı, davacının gözaltında ve tutuklulukta kaldığı sürelerde gelirine ilişkin ispatlayıcı belge sunmaması da dikkate alınarak yerleşik Yargıtay kararları da nazara alınarak sanığın gözaltında ve tutuklulukta kaldığı sürede geçerli olan ve bir örneği dosya içinde yer alan Asgari Ücret çizelgesinden anlaşıldığı üzere Çalışma Bakanlığı tarafından belirlenen aylık net asgari ücretlerde baz alınarak yapılan hesaplamada; … toplam 3.541,92 TL maddi tazminat ile davacının 2/11/2017 – 16/1/2018 tarihleri arasında haksız yere gözaltında ve tutuklulukta kalmış olması, davacının sosyal ekonomik durumu, yüklenen suçun niteliği, paranın satın alma gücü ve davacının eline geçebilecek miktar, nüfus kaydına göre tutuklu kaldığı dönemlerde küçük yaştaki çocuğun bulunması nazara alınarak 6.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin ise reddine karar verilmiştir.

Her ne kadar dijital materyallere el konulması sebebiyle maddi tazminat talep edilmiş ise de beraat kararında dijital materyallerin davacıya (sanığa) iadesine karar verildiği dolaysıyla bu yönde CMK 141 kapsamında değerlendirilmesi gereken bir zarar olmadığı,

Yine davacının (sanığın) adli kontrol atında kalmış olması sebebiyle maddi ve manevi tazminat talep edilmiş ise de, davacı hakkındaki suçlama, suçun niteliği, adli kontrolün kapsamı, süresi itibari ile ölçülü olması, davacının adli kontrol devamındaki sürede ev hanımı olduğu, yurt dışına çıkmak istemesine rağmen çıkamadığına dair bir hususun dile getirilmediği, bu adli kontrol sebebiyle davacının uğramış olduğu bir zararın olmadığı böyle bir zararın da ortaya konulmadığı anlaşılmakla madde ve manevi zarar hesaplamasında hesaplamaya dahil edilmemiştir.”

37. Başvurucu, hükmedilen tazminatların düşük olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, el konulan dijital materyallerin kesinleşen mahkeme kararına ve talebine rağmen kolluk tarafından henüz mahkemeye ulaştırılmadığını ve nerede tutulduğu bilinmediğinden teslim edilmediğini, yeni telefon alacak gücünün olmadığını, söz konusu cihazların uzun süre kullanılmaması durumunda güncelliğini ve işlevini yitirdiğini, telefonun 3 yıllık kullanım değeri ile 3 yıl içinde düşen değerinin ve yeni cep telefonu almak zorunda kalmış olmasının tazminat kapsamında olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu ayrıca Anayasa Mahkemesinin sadece birkaç dakika karakolda tutulan kişiler hakkında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinden bahisle 5.000 TL manevi tazminata hükmettiğini, bu başvurularla karşılaştırıldığında 77 gün haksız bir şekilde tutuklu kalması nedeniyle verilen tazminatın oldukça düşük olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi yokken gözaltına alınıp hakkında tutuklama kararı verilmesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının açıkça ihlal edildiğini, ölçüsüz bir biçimde, yeterli gerekçe ve delil ortaya konulmaksızın tutuklanmasının başlı başına hükmedilen tazminattan daha fazla tazminat vermeyi gerektirdiğini, tazminat için bir ölçüt olan fakirleşmenin Hazine için geçerli olamayacağını ileri sürmüştür.

38. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1/12/2020 tarihinde maddi tazminatın 3.537,02 TL, vekâlet ücretinin ise 1.430,55 TL olacak şekilde düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

39. Başvurucunun eşi hakkındaki soruşturma kapsamında el konulan dijital materyaller 2/6/2021 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma kapsamında el konulan dijital materyaller ise 28/5/2021 tarihinde iade edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

40. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B.No:2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Anayasa Mahkemesinin 13/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

42. Başvurucu; tutuklanmasının ve gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu, dava dilekçesinde tazminat talebi kapsamında değerlendirilmesi gereken hususları ayrıntılı bir şekilde ortaya koymasına rağmen eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle 77 günlük gözaltı ve tutuklama süreci yönünden çok düşük miktarda tazminata hükmedildiğini, ödenen tazminatın hakkın özünü zedeleyecek düzeyde olduğunu, tazminatın 74 gün üzerinden verilmesinin de hukuka aykırılık teşkil ettiğini belirterek adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil tazmin haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açılan tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olmasına ilişkindir. Bu nedenle başvurunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

a. Uygulanabilirlik Yönünden

44. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen olağanüstü hâl süresince Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu gözaltına alınan veya tutuklu yargılanan kişiler için kanunlarda tanınan usule ilişkin güvencelere önemli sınırlamalar getiren birçok kanun hükmünde kararname çıkarmıştır. Ancak mevcut davada, başvurucunun gözaltına alınması ve tutuklanması bu kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde değil 5271 sayılı Kanun’un 91. ve 100. maddeleri kapsamında gerçekleştirilmiştir. Gözaltına alınmanın ve tutuklanmanın şartlarını düzenleyen bu maddelerde olağanüstü hâl döneminde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Söz konusu tedbirler olağanüstü hâl ilanından önce ve sonra geçerli olan mevzuata dayanılarak alınmıştır. Sonuç olarak somut olayda herhangi bir olağanüstü tedbir uygulanmadığı için şikâyet edilen tedbirlerin Anayasa’nın 15. maddesi yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).

46. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası bağlamında açtığı tazminat davasında hakkında uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuka uygun olmadığını gerek dava dilekçesinde gerekse istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü görülmektedir. Başvurucu açtığı davada 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açtığını açıkça belirtmediği gibi (e) bendi uyarınca bir dava açtığını da belirtmemiştir. Başvurucu salt beraat etmesinden yola çıkarak gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu iddia etmemiş, gözaltı ve tutuklamanın neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu durumda başvurucunun tazminat talebinin içeriği itibarıyla ilgili Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan kişilerin de tazminat istemelerine imkân tanıyan hükme dayandığı görülmektedir. Sonuç olarak başvurucunun bu bölümdeki iddiası yönünden başvuru yollarını tükettiği değerlendirilmiştir.

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin bu iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

 (1) İnceleme Yöntemine İlişkin

48. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş; ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.

49. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler” tabiri ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu,B. No: 2014/7498, 5/4/2017§ 44).

50. Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Yapılacak bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45).

51. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).

 (2) Gözaltının Hukukiliğine İlişkin

52. Genel ilkeler için bkz. Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 43-56.

 (3) Tutuklamanın Hukukiliğine İlişkin

53. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

 (1) Gözaltı Yönünden

54. Somut olayda bireysel başvuruya konu olan -ve 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi uyarınca açılan tazminat davasında da ileri sürülen- iddia, başvurucunun hukuka aykırı olarak gözaltına alınmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvence altına alındığı Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.

55. Başvurucunun açtığı davada ilk derece mahkemesi, gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasını incelememiş; 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminata hükmetmiştir.

56. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamındaki tazminat davalarında soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğuifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bent kapsamında ödenen tazminat; yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir tespitin bulunmaması hâlinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında başvurucuların mağdur statüsünü sona erdirmeyecektir. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmada beraate hükmedilmesi dolayısıyla bu tedbirlerin haksız olduğu şeklinde bir tanımlama tedbirlerin hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.

57. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendiyle getirilen tazminat talep hakkı -kanun metninde de ifade edildiği üzere- kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan (fakat sonrasında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen) kişilere tanınmıştır. Dolayısıyla burada kanun koyucunun soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraat ile sonuçlanması durumunda -soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karardan hareketle- bu süreçlerde uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin kanuna aykırı hâle geldiğini kabul ettiğini söylemek imkân dâhilinde değildir. Zira böyle bir yorum anılan Kanun hükmünün lafzıyla açıkça bir çelişki içerecektir. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen karar dolayısıyla bu süreçlerde haklarında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilere otomatik olarak tazminat ödenmesi, bu tedbirlerin de otomatik olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla somut olayda derece mahkemelerince gözaltının ve tutuklamanın hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir belirlemede bulunulmadığı sonucuna varılmıştır.

58. Bu durumda başvurucu hakkındaki gözaltı tedbirinin Anayasa’nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.

59. Başvurucunun bir suç soruşturması kapsamında yakalanıp gözaltına alınması 5271 sayılı Kanun’un 90. ve 91. maddelerindeki hükümler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

60. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan gözaltı tedbirinin ön koşulu olan başvurucunun suç işlediğine dair somut belirtilerin bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekir. Somut olayda başvurucu, eşi adına kayıtlı bir telefon hattı üzerinden ByLock kullandığı iddiasıyla gözaltına alınmıştır. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde söz konusu hattın başvurucu tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Başvurucu da ifadesinde söz konusu telefon hattını zaman zaman kullandığını kabul etmiştir. Anayasa Mahkemesi, ByLock uygulamasının özellikleri gözönüne alındığında kişilerin bu uygulamayı kullanmalarının veya kullanmak üzere elektronik/mobil cihazlarına yüklemelerinin soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY ile olan ilgi bakımından bir belirti olarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK]B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 112-116). Bu olgular ışığında başvurucunun anılan telefon hattı üzerinden ByLock programını kullanmış olabileceğine ilişkin şüphenin bulunduğu görülmektedir. Bu itibarla gözaltı tedbirinin uygulanması için gerekli olan suç şüphesini doğrulayan olguların bulunduğu sonucuna varılmıştır.

61. Öte yandan başvurucunun hâkim kararı olmadan gözaltına alındığı gözetildiğinde somut olayda suçüstü hâlinin veya gecikmesinde sakınca bulunan hâlin bulunup bulunmadığına da bakılmalıdır. Soruşturma makamları başvurucunun durumunu gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında değerlendirmiştir.

62. Başvurucunun yakalanmasına karar verilen silahlı terör örgütüne üye olma suçları Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktığından kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır (Devran Duran, § 64). Dolayısıyla soruşturma konusu terör örgütünün özellikleri dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu da ortadadır.

63. Soruşturma makamları gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi konusunda Anayasa Mahkemesine göre daha iyi bir konumdadır. Hiç kuşkusuz soruşturma makamlarının bu değerlendirmeleri Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Somut olayda soruşturma makamlarının gecikmesinde sakınca bulunduğu yolunda ulaştığı kanaate müdahale edilmesini gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde yer alan güvencenin sağlandığı sonucuna ulaşılmıştır.

64. Ayrıca suç işlediği hakkında somut belirtinin bulunduğu tespit edilen başvurucunun yakalanmasının amacının bu suç şüphesine ilişkin soruşturma işlemlerinin yürütülmesini ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını temin etmek olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun gözaltına alınmasının anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmadığı söylenemez.

65. Son olarak başvurucu hakkındaki yakalama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Başvurucunun eşi 4/11/2016 tarihli kolluk ifadesinde söz konusu hattın başvurucu tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Soruşturma makamları kollukta verilen bu beyan üzerinden başvurucunun ByLock programını kullandığını iddia etmiştir. Söz konusu beyan üzerinden yaklaşık bir yıllık bir süre geçtikten sonra başvurucunun gözaltına alınmasının neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden anlaşılamamaktadır. Öte yandan başvurucu; gözaltı kararına itiraz dilekçesinde ve3/11/2017 tarihinde kolluk görevlileriyle yaptığı (savcının haberdar edildiği) görüşmede emzirilme çağında olan bakıma muhtaç bir yaşında bebeğinin olduğunu, kocasının tutuklu olduğunu, bebeğini teslim edeceği bir kişinin bulunmadığını söylemesine rağmen başvurucunun bu özel durumu gözaltının ölçülülüğü bakımından dikkate alınmamıştır. Bu yönüyle de gözaltı işleminin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır. Gözaltı tedbirine konu suçlama olağanüstü hâlin ilanına neden olan olguyla bağlantılı olsa da yukarıda belirtilen koşullarda uygulan bu tedbir olağanüstü halin gerektirdiği bir tedbir olarak görülmemiştir.

 (2) Tutuklama Yönünden

66. Somut olayda gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır. Gözaltı tedbiri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale oluşturması bakımından tutuklamaya göre daha hafif bir tedbirdir. Gözaltı tedbirinin ölçülü olmadığı bir durumda tutuklama tedbirinin de evleviyetle ölçülü olmadığı sonucuna varılması gerekir.

 (3) Sonuç

67. Açıklanan gerekçelerle gözaltı ve tutuklama tedbiri yönünden başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

68. Somut olayda başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna varıldığından Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda uygulanabilir niteliktedir.

69. Ancak derece mahkemesi, başvurucuya Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu gerekçesiyle ve hukuka aykırı bu işlemlerin karşılığı olarak uygun bir tazminat ödememiştir. Derece mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla karşılaştırıldığında düşük olduğu anlaşılmıştır.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer Şikâyetler Yönünden

71. Başvurucu ayrıca dijital materyallerine ölçüsüz bir şekilde el konulduğunu, suçlamalarla ilgileri olmadığı hâlde ablasının ve eniştesinin eşyalarına da el konulduğunu, elkoyma işleminin ölçüsüz bir biçimde gerçekleştirildiğini, dijital eşyalarının imajları alınıp iade edilmesi gerekirken ve bu eşyalarla ilgili somut bir suçlama bulunmamasına rağmen bunlara el konulmasının hukuka aykırı olduğunu, el konulan eşyaların defalarca talep etmesine ve elkoymaya konu davanın kesinleşmesine rağmen iade edilmediğini, eşyalara bu kadar uzun süre el konulmasının haksız bir uygulama teşkil ettiğini, el konulan telefonunu kullanamamasından ve yeni telefon almak zorunda kalmasından kaynaklanan zararın tazmin edilmesi gerektiğini, tüm bu hususlara ilişkin tazminat taleplerinin gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini, değer kaybına ilişkin bilirkişi incelemesi yapılması talebinin kabul edilmediğini belirterek haberleşme hürriyetinin ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

72. Ne var ki somut olayda başvurucu sadece kendi dijital materyallerine el konulmasından değil eşinin, ablasının ve eniştesinin dijital materyallerine el konulmasından da şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun kendisi dışındaki kişiler yönünden dile getirdiği şikâyetlerin incelenmesi mümkün değildir. Öte yandan söz konusu dijital materyallerin başvurucuya iade edildiği görülmektedir. Ayrıca başvurucu kendisi açısından el konulan materyallerin maddi değerine ilişkin herhangi bir açıklama yapmamıştır. Başvurucu, söz konusu eşyaların elinden çıkmasının mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiği hususunda herhangi bir bilgi ve belge de sunmamıştır. Bu hususların yanı sıra başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği tespit edilerek somut başvurudaki temel hukuki mesele incelendiğinden bu şikâyetlere ilişkin ayrıca incelenme yapılmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

C. Giderim Yönünden

73. Başvurucu yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca 10.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

74. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinde yer almaktadır.

75. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu itibarla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesince gözaltı ve tutuklama işleminin hukuka aykırı olduğu yapılan değerlendirme sonucunda tespit edilmiş ve tazminatın yetersiz olmasından kaynaklı olarak ihlal sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla kararın ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesi hâlinde derece mahkemesinin yapacağı tek şey Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak daha yüksek bir tazminata hükmetmek olacaktır. Bu işlem için kararın yeniden yargılama yapmak üzere derece mahkemesine gönderilmesinde hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

76. Somut olayda derece mahkemesi gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırılığını tespit etmemiş ise de hükmedilen tazminat gözaltı ve tutuklama tedbirine karşılık olarak verildiğinden bu husususun manevi tazminatın belirlenmesinde dikkate alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

77. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olmasına rağmen ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Diğer şikâyetlerin ayrıca incelenmesine GEREK OLMADIĞINA,

D. Başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2020/97, K.2020/235) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
DERYA YILMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/36169)
 
Karar Tarihi: 10/5/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 3/8/2022-31912
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
Başkan:Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler:Hicabi DURSUN
  Recai AKYEL
  Selahaddin MENTEŞ
  İrfan FİDAN
Raportör:Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:Derya YILMAZ
Vekili:Av. İbrahim AFŞAR

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. PKK/KCK terör örgütüne müzahir görüşte olduğu iddia edilen öğretmenlere yönelik olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü 2012/1653 sayılı soruşturma kapsamında şüpheliler hakkında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararları alınmıştır. Bu soruşturma dosyası daha sonra kapatılmış ve soruşturmaya 2014/10142 sayılı soruşturma dosyası üzerinden devam edilmiştir.

6. Başvurucu da bu soruşturma kapsamında 21/9/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 24/9/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucunun PKK tarafından yapılan çağrılara uyarak okul ve ders boykotu eylemlerine katıldığı ve bu kapsamda öğrencilerin eğitim öğretim hakkını engelleyerek terör örgütü adına suç işlediği iddia edilmiştir.

7. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2/12/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu 68 şüpheli hakkında örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, hukuka aykırı bir davranışla eğitim ve öğretime engel olma suçlarından kamu davası açılmıştır.

8. İddianamede; doğu ve güneydoğu illerinde faaliyet yürüten devlet okullarında Kürtçenin eğitim ve öğretime dâhil edilmesi, örgüte müzahir öğretmenler tarafından rapor alınıp okullara gidilmeyerek devlet okullarının boykot edilmesi, bu sebeple devlet okullarının işlerliğinin zayıflatılması, devlet otoritesinin zayıflatılması ve devam eden süreçte demokratik özerkliğin inşasının oluşturulması için PKK/KCK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin çağrı yaptığı iddia edilmiştir. Bu çağrılar kapsamında Diyarbakır’da görev yapan öğretmenlerden olduğu belirtilen başvurucunun telefonuna Diyarbakır Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİMSEN) Şube Başkanlığı tarafından 20/10/2012 tarihinde “Anadil hakkı ve mali kayıplarımıza tepki için pazartesi-salı rapor-sevk alarak okullara gitmiyoruz.” şeklinde bir SMS yollandığı, başvurucunun bu mesaj doğrultusunda 22/10/2012 ile 23/10/2012 tarihlerinde rapor alarak okula gitmediğinin saptandığı belirtilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun da dâhil olduğu şüphelilerin PKK tarafından yapılan çağrılara uyarak okul ve ders boykotu eylemlerine katıldıkları ve bu kapsamda öğrencilerin eğitim öğretim hakkını engelleyerek terör örgütü adına suç işledikleri iddia edilmiştir.

9. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi 9/12/2016 tarihinde şüphelilerin eylemlerinin iştirak hâlinde işlenmediği, her birinin bireysel olarak değerlendirilmesi gerektiği, davaların tüm şüpheliler hakkında birlikte görülmesi hâlinde savunma hakkının kısıtlanacağı ve yargılamanın uzayacağı gerekçesiyle iddianamenin iadesine karar vermiştir.

10. İade kararı üzerine başvurucu hakkında aynı iddialarla yeni bir iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin 6/2/2017 tarihinde kabul edilmesiyle birlikte kovuşturma aşaması başlamıştır.

11. Başvurucu; soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki savunmalarında suçlamaları kabul etmediğini, 22/10/2012-23/10/2012 tarihlerinde iddia edildiği gibi çağrı üzerine değil gerçekten rahatsız olduğu için rapor aldığını, rapor aldığı gün yüksek ateş ve öksürük şikâyeti olduğunu ve akciğer grafisi çektirdiğini hatırladığını, dolayısıyla hiçbir eyleme katılmadığını, EĞİTİMSEN üyesi olduğunu, 20/10/2012 tarihinde gelen SMS’nin bu nedenle gönderilmiş olabileceğini ifade etmiştir.

12. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi 14/11/2017 tarihinde üzerine atılı suçlardan başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararında Mahkeme; başvurucunun 22/10/2012-23/10/2012 tarihleri için almış olduğu rapor ile ilgili herhangi bir idari soruşturma yapılmamış olduğunu, başvurucudan elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucunda herhangi bir suç unsuru taşıyan verinin tespit edilmediğini, soyut iddia ve tape kayıtları dışında atılı suçun işlediğini gösterir mahkûmiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığını, iletişim tespit tutanaklarının tek başına delil olamayacağını belirtmiştir.

13. Beraat kararı istinaf edilmeden 22/11/2017 tarihinde kesinleşmiştir.

14. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız gözaltı tedbiri nedeniyle 2.000 TL maddi, 3.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır.

15. Dava dilekçesinde başvurucu; hakkında defalarca dinlenme kararı verilmesine rağmen somut bir delil elde edilmeden gözaltı kararı verildiğini, öğretmen olması nedeniyle çağrı üzerine soruşturma makamlarına ifadesini verebilecek durumda olduğunu, hakkında mesnetsiz iddialarla soruşturma yürütüldüğünü ve bu soruşturmalar neticesinde mesleğinden ihraç edildiğini, elde ettiği gelirden ihraç sebebiyle mahrum kaldığını, bu süreçlerde yaşadığı ailevi, ekonomik sıkıntıların tazminatın belirlenmesinde dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir.

16. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi 24/5/2018 tarihinde başvurucunun beraat etmiş olması dolayısıyla tazminat hakkına sahip olduğunu belirterek gözaltı tedbiri nedeniyle başvurucuya 600 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun gözaltında geçirdiği süre zarfında maaşında herhangi bir kesinti yapılmadığını belirterek maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir.

17. Başvurucu; manevi tazminat miktarının düşük olduğunu, hakkındaki soruşturma faaliyetleri gereği gözaltı işlemi yaşanmasaydı ihraç işlemine maruz kalmayacağını, meslekten ihraç edilmesinin de tazminat hesabında dikkate alınması gerektiğini, meslekten ihraç edilmesi nedeniyle başka bir tazminat imkânının bulunmadığını belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

18. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi reddedilen miktar itibarıyla kesinlik sınırının altında kaldığı gerekçesiyle maddi tazminata ilişkin istinaf başvurusunun usulden reddine, manevi tazminata ilişkin istinaf başvurusunun ise ilk derece mahkemesinin kararında usul ve yasaya aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle esastan reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi manevi tazminata ilişkin esastan ret kararının kesin olarak, maddi tazminata ilişkin usul yönünde ret kararının ise itiraz yolu açık olmak üzere verildiğini belirtmiştir.

19. Bu karar 13/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 6/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No:2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 10/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucu; hakkında kuvvetli şüpheye dayalı deliller olmadığı hâlde gözaltı işlemi yapıldığını, yeterli delil olmadan kovuşturma faaliyetlerinin yürütüldüğünü, hükmedilen tazminatın manevi zararını karşılamaya yeterli olmadığını, sadece 3 gün gözaltında kalmış olmasına dayalı olarak tazminata hükmedildiğini oysa gözaltına alınmış olmasının meslekten ihraç edilmesi sonucunu doğurduğunu, bu hususu mahkemeye bildirmesine rağmen gerekli inceleme yapılmadan hüküm tesis edildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu gözaltı işlemi haricinde hakkında mesnetsiz iddialarla soruşturma yürütülmesinden, bu soruşturma sonucunda meslekten ihraç olmasından ve ihraç işlemi nedeniyle tazminat elde edememesinden de şikâyetçi olmuştur. Ancak başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi kapsamında tazminat davası açmıştır. Bu tazminat yolu koruma tedbirleriyle ilgili olarak tazminat imkânı sunmaktadır. Başvurucu ihraç edilmesinin gözaltı koruma tedbiriyle bağlantılı olduğunu ortaya koyamamıştır. Ayrıca ihraç işleminden doğan zararlar için başka hukuki yolların bulunduğu görülmektedir (Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu, idare mahkemeleri). Bu itibarla sadece gözaltı tedbirine ilişkin şikâyetler yönünden bir inceleme yapılacaktır. Başvurucunun gözaltı tedbirine ilişkin şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açılan tazminat davasının kabul edilmemesi olduğundan şikâyetin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını -5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında- açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).

25. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası bağlamında açtığı tazminat davasında hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin hukuka uygun olmadığını ileri sürdüğü görülmektedir.Başvurucu, açtığı davada açıkça 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açtığını belirtmese de (e) bendi uyarınca bir dava açtığını da belirtmemiştir. Başvurucu salt beraat etmesinden yola çıkarak gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu iddia etmemiş, gözaltının neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu durumda başvurucunun tazminat talebinin içeriği itibarıyla 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan kişilerin de tazminat istemelerine imkân tanıyan hükme de dayandığı görülmektedir. Sonuç olarak başvurucunun başvuru yollarını tükettiği değerlendirilmiştir.

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin bu iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

i. İnceleme Yöntemine İlişkin

27. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş, ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.

28. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler” tabiri ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu,B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 44).

29. Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Yapılacak bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45). Dolayısıyla başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan esaslara aykırı bir işleme tabi olduğu derece mahkemelerince veya Anayasa Mahkemesince tespit edilmeden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiği sonucuna varılamaz.

30. Bir başka ifadeyle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).

ii. Gözaltının Hukukiliğine İlişkin

31. Genel ilkeler için bkz. Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 43-56.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

32. Başvurucunun açtığı davada ilk derece mahkemesi gözaltının hukuka aykırı olduğu iddiasını incelememiş, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminata hükmetmiştir.

33. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamındaki tazminat davalarında soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğuifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bent kapsamında ödenen tazminat; yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir tespitin bulunmaması hâlinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında başvurucuların mağdur statüsünü sona erdirmeyecektir. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmada beraate hükmedilmesi dolayısıyla bu tedbirlerin haksız olduğu şeklinde bir tanımlama tedbirlerin hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir (A.A., § 85).

34. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendiyle getirilen tazminat talep hakkı -kanun metninde de ifade edildiği üzere- kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan (fakat sonrasında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen) kişilere tanınmıştır. Dolayısıyla burada kanun koyucunun soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraat ile sonuçlanması durumunda -soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karardan hareketle- bu süreçlerde uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin kanuna aykırı hâle geldiğini kabul ettiğini söylemek imkân dâhilinde değildir. Zira böyle bir yorum anılan Kanun hükmünün lafzıyla açıkça bir çelişki içerecektir. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen karar dolayısıyla bu süreçlerde haklarında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilere otomatik olarak tazminat ödenmesi, bu tedbirlerin de otomatik olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla somut olayda derece mahkemelerince gözaltının hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir belirlemede bulunulmadığı sonucuna varılmıştır (A.A., § 86).

35. Bu durumda başvurucu hakkındaki gözaltı tedbirinin Anayasa’nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.

36. Başvurucunun bir suç soruşturması kapsamında yakalanıp gözaltına alınması 5271 sayılı Kanun’un 90. ve 91. maddelerindeki hükümler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

37. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan gözaltı tedbirinin ön koşulu olan başvurucunun suç işlediğine dair somut belirtilerin bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekir.

38. Soruşturma makamlarına göre PKK/KCK terör örgütü tarafından devlet okullarının boykot edilmesi, işlerliğinin zayıflatılması ve devam eden süreçte demokratik özerkliğin inşasının oluşturulması yönünde yapılan çağrılar kapsamında Diyarbakır EĞİTİMSEN Şube Başkanlığı 20/10/2012 tarihinde başvurucuya “Anadil hakkı ve mali kayıplarımıza tepki için pazartesi-salı rapor-sevk alarak okullara gitmiyoruz.” şeklinde bir SMS yollamış, başvurucu da bu çağrıya uyup 22/10/2012 ile 23/10/2012 tarihlerinde rapor alarak okula gitmemiştir. Bu kapsamda başvurucunun PKK tarafından yapılan çağrılara uyarak okul ve ders boykotu eylemlerine katıldığı ve öğrencilerin eğitim öğretim hakkını engelleyerek terör örgütü adına suç işlediği ileri sürülmüştür.

39. Başvurucu savunmalarında suçlamaları kabul etmediğini, 22/10/2012-23/10/2012 tarihlerinde iddia edildiği gibi çağrı üzerine değil gerçekten rahatsız olduğu için rapor aldığını, rapor aldığı gün yüksek ateş ve öksürük şikâyeti olduğunu ve akciğer grafisi çektirdiğini hatırladığını, dolayısıyla hiçbir eyleme katılmadığını, EĞİTİMSEN üyesi olduğunu, 20/10/2012 tarihinde gelen SMS’nin bu nedenle gönderilmiş olabileceğini ifade etmiştir.

40. Başvurucunun 22/10/2012-23/10/2012 tarihleri için almış olduğu rapor ile ilgili herhangi bir idari soruşturma yapılmamış olduğu, ceza soruşturması 2014 yılında başlatılmış olmasına rağmen başvurucunun gözaltına alındığı tarihe kadar geçen süreçte bu raporun doğru olmadığını ve başvurucunun PKK terör örgütü ile irtibatını gösterecek herhangi bir delilin ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu itibarla gözaltı tedbirinin uygulanması için gerekli olan suç şüphesini doğrulayan olguların bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

41. Son olarak önemine binaen başvurucu hakkındaki gözaltı tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bu kapsamda gözaltının ölçülülüğü ve dolayısıyla gerekliliği açısından suç tarihi ile gözaltı tarihi arasında uzun bir sürenin bulunması önem arz etmektedir (tutuklama tedbiri açısından bkz. Eren Erdem, B. No: 2019/9120, 9/6/2020; A.C., B. No: 2016/64868, 27/2/2020).

42. Somut olayda başvurucuya isnat edilen temel fiil 22/10/2012-23/10/2012 tarihlerinde rapor alarak okula gitmemesidir. Bu eylemle ilgili olarak başvurucu hakkında 2014 yılında soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında daha önce başvurucunun ifadesi alınmamış, başvurucu hakkında gözaltı tedbirine ya da başka bir tedbire başvurulmamıştır. Başvurucuya isnat edilen eyleme ilişkin bilgi ve bulgular soruşturma makamlarının elinde olmasına rağmen başvurucu, bu ilk soruşturmadan 2 yılı aşkın bir süre sonra 21/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun isnat edilen eylemin üzerinden 2 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra gözaltına alınmasının neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden anlaşılamamaktadır. Bu nedenle gözaltına alınma işleminin hukuki olmadığı sonucuna varılmıştır.

43. Somut olayda başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna varıldığından Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda uygulanabilir niteliktedir.

44. Ancak derece mahkemesi başvurucuya Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu gerekçesiyle ve hukuka aykırı bu işlemin karşılığı olarak bir tazminat ödememiştir. Derece mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın başvurucunun beraat etmesine istinaden verildiği ve başvurucunun gözaltına alınmasının hukuka aykırılığına yönelik herhangi bir tespit içermediği görülmektedir. Sonuç olarak somut olayda başvurucuya kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali için bir tazminat imkânı sağlanmamıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

C. Giderim Yönünden

46. Başvurucu yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca 50.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

47. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinde yer almaktadır.

48. İncelenen başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Gözaltının hukuka aykırı olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Gözaltının hukuka aykırı olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/74, K.2018/405) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminata ilişkin talebin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2022 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Anayasa Mahkemesi 1. Bölüm 2018/36169 esas sayılı dosyada çoğunluk başvurucunun haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Aşağıda açıkladığım sebeplerle bu karara katılmadım.

2. Başvuru süreci olay ve olgular mahkemenin gerekçeli kararında özetlenmiştir.

3. Başvurucu 21/09/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 24/09/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucunun gözaltı kararına herhangi bir itirazının olmadığı anlaşılmaktadır.

4. Başvurucu ve diğer 68 şüpheli hakkında örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, hukuka aykırı davranışla eğitim ve öğretime engel olma suçlarından kamu davası açılmıştır.

5. Başvurucu yargılanmış olduğu Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla beraat etmiştir. Beraat kararı 22/11/2017 tarihinde kesinleşmiştir.

6. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi 24/05/2018 tarihli başvurucunun talebiyle görülen davada haksız gözaltı tedbiri nedeniyle başvurucu hakkında CMK 141. Md uyarınca600 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

7. CMK 141. Maddesi uyarınca haksız gözaltı tedbiri nedeniyle tazminata hükmedileceği düzenlenmiştir.

8. Başvurucu ilgili hükümler uyarınca tazminat talebinde bulunmuş, Mahkemece de tazminata hükmedilmiştir.

9. Başvurucunun gözaltı süresince gözaltı kararına herhangi bir itirazı söz konusu değildir. Yargılama aşamalarında da gözaltı kararı ile ilgili talepte bulunmamıştır. Beraat kararı üzerine tazminat talebinde bulunmuş, Mahkemece de manevi tazminata hükmedilmiştir.

10. Anayasa Mahkemesi haksız gözaltı ve tutuklamadaki hukukilik incelemesini mahkemenin 2017-28308 esas sayılı Eyyüp Güneş kararında yapmıştır.

11. Karara göre “…Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukukiliğiyle bağlantılı olarak tazminat istemlerinin kabul edilmediğinden veya hükmedilen tazminatın -ihlal edilen anayasal hak dolayısıyla uğranılan zarara göre- yeteriz olduğundan bahisle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamında tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin kabulü için başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunun esas itibarıyla (genel hatlarıyla da olsa) derece mahkemeleri önünde tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerekmektedir. Ayrıca anılan iddiaların derece mahkemeleri önünde ileri sürüldüğünün fakat olağan kanun yollarından sonuç alınamadığının, bir başka deyişle olağan başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin bireysel başvuru formunda da belirtilmesi ve buna ilişkin olguların gösterilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi ancak bu koşullarda söz konusu şikâyetin esasını inceleyebilir.

12. Bu ilke ışığında somut olay incelendiğinde başvurucunun gözaltının haksız olduğu bu nedenle tazminat istediğine ilişkin açık bir talebi bulunmadığı anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi 5271 sayılı kanunun 1. Maddesine göre açılan tazminat davasında başvurucunun talebini yorumlayarak haksız göz altı nedeniyle usulüne uygun bir başvuru olduğunu kabul etmiştir.

13. Başvurucunun süresinde gözaltı kararının hukukiliğini incelemesi açısından usulüne uygun başvuru yolları tüketilerek mahkemeye yapılmış bir müracaat bulunmamaktadır.

14. Yukarıda belirttiğim gerekçelerle Sayın çoğunluğun kararına katılmadım.

Üye Selahaddin MENTEŞ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
MEHMET POLAT BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/602)
 
Karar Tarihi: 17/11/2022
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:M. Emin KUZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Basri BAĞCI
  Kenan YAŞAR
Raportör:Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:Mehmet POLAT
Vekili:Av. İmdat ATAŞ

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, hukuka aykırı tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu; Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen ve ülke geneline yayılan protesto gösterilerinin 31/5/2013 tarihinde İzmir’de gerçekleşen kısmına terör örgütünün çağrılarıyla katılmış olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve aynı gün kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, görevi yaptırmamak için direnme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından diğer on bir şüpheliyle birlikte tutuklanmıştır.

3. Tutuklama kararında kolluk görevlileri tarafından olaylar esnasında çekilen fotoğraflara ilişkin düzenlenen fotoğraftan teşhis ve tespit tutanaklarına, TKEP/L (Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist), MLKP (Marksist-Leninist Komünist Parti) ve KPY isimli terör örgütlerinin güdümünde yayın yapan internet sitelerinden yapılan eylem çağrılarına ilişkin yazılara, bir kısım şüphelinin Facebook adreslerindeki örgütsel paylaşımlara ilişkin tespit tutanaklarına atıf yapılarak başvurucunun ve diğer şüphelilerin terör örgütlerinin çağrıları doğrultusunda Gezi Parkı’nda başlayan eylemlere destek vermek amacıyla düzenlenen yasa dışı gösterilere ellerinde taş, cam şişe, ve sopa olduğu hâlde katıldıkları, dağılmaları yönünde güvenlik güçlerinin uyarılarına rağmen dağılmayarak ellerindeki taşları güvenlik güçlerine ve araçlarına attıkları, bu nedenle kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu belirtilmiştir. Tutuklama kararında ayrıca örgüt adına suç işleme suçunun katalog suçlardan olduğu, atılı suçlar için belirlenen ceza miktarları ile delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması dikkate alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, tutuklamanın ölçülü olduğu ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacağı ifade edilmiştir.

4. Başvurucu ifadesinde ve sorgusunda; Gezi Parkı protestolarına kendi inisiyatifiyle katıldığını, 31/5/2013 tarihli Fotoğraftan Teşhis ve Tespit Tutanağı’nda yer verilen resimdeki kişinin kendisi olmadığını, polislere taş atmadığını belirtmiştir.

5. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede başvurucunun Facebook hesabının kapak kısmında TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi Marksist/Leninist) terör örgütünün kurucusu ve lideri olan İbrahim Kaypakkaya’nın ve bu örgütün bayrağının bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede; İzmir’in genelinde başlayan eylemlerde başvurucunun güvenlik önlemi alan görevlilere, kamu kurum ve kuruluşlarına, çevrede bulunan işyerlerine, bankalara karşı taşlı ve sopalı saldırı olaylarına aktif olarak katıldığı, tanınmamak için yüzünü kapattığı, şiddet içerikli saldırıda bulunmak üzere hazır beklediği, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) flaması taşıdığı, güvenlik bariyerlerini yıkmaya çalıştığı, elindeki taşı güvenlik güçlerine attığı ileri sürülmüştür.

6. 1/11/2013 tarihinde başvurucu tahliye edilmiştir.

7. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararında, kolluk birimlerince kamerayla yapıldığı belirtilen çekim ve kayıtlar sanıklara yasal hakları hatırlatılmaksızın yapıldığından bunların hukuka aykırı ve yasak delil niteliğinde olduğu, kanuna aykırı bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün bulunmadığı, direnme suçunun yasal tanımında öngörülen ihtar ve kademeli zor kullanımına ilişkin şartların oluştuğunu gösteren bir belge ve tutanağın mevcut olmadığı, kanuna aykırı olmayan biçimde toplanıp gösteri yürüyüşüne katıldıkları sırada sanıkların ellerinde ve üzerilerinde herhangi bir silah, araç ve eşyanın ve suç teşkil eden bir eyleminin bulunmadığı, kolluk görevlilerinin kanuna uygun bir toplantıyı engellemek gibi bir görevi olmadığı için kamu görevlisinin görevini yerine getirmesini engellemek suçunun oluşmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarının oluşmaması nedeniyle terör örgütü adına suç işleme suçunun da söz konusu olmadığı ifade edilmiştir. Beraat kararı istinaf kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir.

8. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı tutuklama tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, somut hiçbir delil olmadan tutuklandığını belirterek 50.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

9. Mahkeme başvurucuya 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

10. Başvurucu, manevi tazminatın oldukça düşük olduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 7/11/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

11. Başvurucu nihai kararı 24/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 27/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

12. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

13. Başvurucu, hukuka aykırı tutuklama tedbiri nedeniyle açtığı tazminat davasında hükmedilen tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık; başvurucunun imkânı olmasına rağmen maddi tazminat talebinde bulunmadığını, manevi tazminatın ise yerel mahkemelerin kendi içtihatlarından çıkan standartları dikkate alarak belirlediğini ifade etmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında manevi tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek ihlal iddialarını yinelemiştir.

14. Başvurucunun şikâyetinin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

15. Başvurucu, tazminat davası açarken salt beraat etmesine dayanmamış; tutuklamanın neden hukuka aykırı olduğuna ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açtığını belirtmese de (e) bendi uyarınca bir dava açtığını da belirtmemiştir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketildiği sonucuna varılmıştır. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

16. Anayasa Mahkemesi tazminat davası yolu tüketildikten sonra Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvurularda nasıl bir inceleme yapılacağının ilkelerini Hicret Aksoy (B. No: 2021/2107, 13/4/2022, §§ 48-51) kararında ortaya koymuştur. Buna göre Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Kişinin Anayasa’nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır. Derece mahkemesince bir tespit yapılmamışsa bu tespit Anayasa Mahkemesince yapılacak, varılan sonuca göre tazminat hakkının ihlal edilip edilmediği incelenecektir. Tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirmesinde dikkate alınacak genel ilkeler Metin Evecen (B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52), Zafer Özer (B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45) kararlarında ortaya konulmuştur. Buna göre tutuklamanın kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir

17. Somut olayda derece mahkemesi başvurucuya beraat ettiği için 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince tazminat ödemiştir. Beraate hükmedilmesi dolayısıyla tutuklama tedbirinin haksız olduğu şeklinde bir tanımlama bu tedbirin hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir. Bu nedenle derece mahkemesince tutuklamanın hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir belirlemede bulunulmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin Anayasa’nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.

18. Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır. Tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun GeziParkı protestoları kapsamında terör örgütlerinin çağrısı doğrultusunda şiddet içerikli eylemlere katıldığı ileri sürülmüştür. Başvurucu olduğu iddia edilen kişinin yüzü kapalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, polislere taş atan kişinin kendisi olmadığını belirtmiştir. Başvurucunun teşhise elverişli bir fotoğrafı ortaya konulamamıştır. Kaldı ki beraat kararında, kolluk birimlerince kamerayla yapıldığının belirtildiği çekim ve kayıtların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bunun haricinde beraat kararında başvurucunun üzerine atılı suçların unsurlarının bulunmadığı belirtilmiştir. Tutuklama tedbiri açısından da bu tespitten ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Sonuç olarak tüm bu değerlendirmeler kapsamında somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulamadığı ve bu nedenle tutuklama tedbirinin hukuki olmadığı sonucuna varılmıştır.

19. Somut olayda başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncüfıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna varıldığından Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda uygulanabilir niteliktedir.

20. Ancak derece mahkemesi başvurucuya Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu gerekçesiyle ve hukuka aykırı bu işlemin karşılığı olarak bir tazminat ödememiştir. Derece mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın başvurucunun beraat etmesine istinaden verildiği ve başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırılığına yönelik herhangi bir tespit içermediği görülmektedir. Sonuç olarak somut olayda başvurucuya kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali için bir tazminat imkânı sağlanmamıştır.

21. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncüfıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

22. Başvurucu 20.000 TL maddi, 30.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

23. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

24. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talepleri kabul edilmemiştir

25. Başvurucu ilk derece mahkemesi aşamasında maddi tazminat talebinde bulunmamıştır. Ayrıca başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zararla ilgili bilgi ve belge sunmamıştır. Bu açıdan yeniden yargılamanın sadece manevi tazminat yönünden yapılması gerekmektedir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Tutuklamanın hukuka aykırı olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Tutuklamanın hukuka aykırı olmasına rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/274, K.2018/397) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminata ilişkin talebin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
GENEL KURUL
 
KARAR
 
GÜLSEREN ÇITAK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/1554)
 
Karar Tarihi: 27/4/2023
R.G. Tarih ve Sayı: 13/9/2023 – 32308
 
GENEL KURUL
 
KARAR
Başkan:Zühtü ARSLAN
Başkanvekili:Hasan Tahsin GÖKCAN
Başkanvekili:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Engin YILDIRIM
  Muammer TOPAL
  M. Emin KUZ
  Rıdvan GÜLEÇ
  Recai AKYEL
  Yusuf Şevki HAKYEMEZ
  Yıldız SEFERİNOĞLU
  Selahaddin MENTEŞ
  Basri BAĞCI
  İrfan FİDAN
  Kenan YAŞAR
  Muhterem İNCE
Raportör:Yusuf Enes KAYA
Başvurucu:Gülseren ÇITAK
Vekili:Av. Metehan USLUEROL

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/11/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 3/11/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından kamu davası açılmış; yargılama sonucunda 28/11/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararında başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 21/2/2018 tarihli kararıyla başvurucu ile ilgili hüküm fıkrasını “3.960 TL vekalet ücretinin hazineden alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren sanık Gülseren Çıtak’a verilmesine” ibaresini eklemek suretiyle düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

7. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; üç gün haksız yere gözaltında kaldığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması yöneticisi olmakla suçlanmasının ailesi ve kendisi nezdinde önemli manevi zararlara yol açtığını, suçlu muamelesi gördüğünü, sosyal çevresinde itibarının sarsıldığını, yargılama sürecinde avukatla temsil edildiğinden bu avukatlık giderinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek 15.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu beraat ettiği davada avukatına ödediği 15.000 TL’ye ilişkin 16/3/2017 tarihli serbest meslek makbuzunu ibraz etmiştir. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır.

8. Kocaeli 7. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince tazminat talep edebileceğini belirtmiş ve başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir.

9. Başvurucu, yargılamada yaşadığı zorlu sürecin dikkate alınmadığını ve istediği tazminat miktarına göre çok cüzi bir miktara hükmedildiğini, yargılandığı davada ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur.

10. Bölge Adliye Mahkemesi 10/12/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

11. 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı 91. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

“Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir.”

12. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”

13. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. “

14. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı 164. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

15. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 21/1/2014 tarihli ve E.2013/27015, K.2014/1040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…incelenen dosya kapsamına göre, davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 9/2/2010 tarihinde yakalanıp gözaltına alınıp ertesi gün savunmasının alınmasından sonra nakti kefalet karşılığında serbest bırakılması ve yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suçtan 18/3/2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken ‘davacının, kanuni gözaltı süresi içinde serbest bırakıldığı’ gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi … [kanuna aykırıdır.]

16. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/5935, K.2014/12895 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…davacının uyuşturucu ticareti yapma ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçları nedeniyle 4/3/2007 günü gözaltına alındığı, 8/3/2007 – 5/6/2008 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda davacı hakkında, tutuklandığı suçlar nedeniyle Erzurum … Ağır Ceza Mahkemesi’nin … tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi… [gerekir.]

17. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/6/2014 tarihli ve E.2014/2232, K.2014/13556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…davacı yönünden tazminat davasına dayanak teşkil eden ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu verilip kesinleşen beraat kararı ile birlikte, beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiğinin ve CMK’nın 100/4. maddesi uyarınca tutuklama yasağı bulunan kasten yaralama suçlarından tutuklandığının anlaşılması nedeniyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği gözetilip, uğranıldığı iddia olunan maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerekir.”

18. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/5/2016 tarihli ve E.2015/11001, K. 2016/7842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Ceza Muhakemesi Kanun’un 141/1-e maddesi ile ‘Kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler için tazminat’ ödenmesi kabul edilmiş olup, davacının uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçlaması nedeniyle şüpheli sıfatıyla 26/4/2011 günü saat 15:50 sıralarında yakalandığı ve akabinde karakola götürüldüğü, davacının şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi alındıktan sonra gözaltına alındığı ve ertesi gün serbest bırakıldığı, yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suç nedeniyle Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin … tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, ‘davacının suç işleme eğilimi içerisinde bulunduğu, yoğun suç şüphesiyle gözaltına alındığı ve makul sürede içinde ifadesi alınıp serbest bırakıldığı’ gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi… [kanuna aykırıdır.]

19. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 9/6/2017 tarihli ve E.2016/3202, K.2018/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Davacının, hakkında yapılan soruşturma sırasında üzerine atılı dağıtma sırasında cebir, şiddet veya tehditle mukavemette bulunma suçu nedeniyle 1 gün süreyle gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldığı, tazminat istemine konu olan Eskişehir 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin… sayılı ceza dava dosyasında davacının gözaltına alınmasına konu olan suçla ile ilgili olarak beraatine hükmedilmesi nedeniyle CMK’nın 141. ve devamı maddelerinde aranan tazminat davası şartlarının gerçekleştiği, davacının beraatine hükmedilen suç nedeniyle haksız yere gözaltında kaldığı ve bu nedenle uğradığını iddia ettiği maddi zararla ilgili olarak bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi… [kanuna aykırıdır.]

20. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 18/1/2018 tarihli ve E.2017/8223 K.2018/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Davacının, hakkında yapılan soruşturma sırasında üzerine atılı suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu nedeniyle yakalama işlemi yapıldığı, savunmasının alınmasını müteakip serbest bırakıldığı, tazminat istemine konu olan Ceyhan 5.Asliye Ceza Mahkemesinin … sayılı ceza dava dosyasında davacı hakkında yakalama işlemi yapılmasına konu olan suçla ile ilgili olarak beraatine hükmedilmesi nedeniyle CMK’nın 141. ve devamı maddelerinde aranan tazminat davası şartlarının gerçekleştiği, davacının beraatine hükmedilen suç nedeniyle haksız yere yakalandığı ve bu nedenle uğradığını iddia ettiği maddi zararla ilgili olarak karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi… [kanuna aykırıdır.]”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 27/4/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun iddiaları

22. Başvurucu; vekâlet ücretine dayalı maddi tazminat talebinin hukuka aykırı bir şekilde reddedildiğini, hükmedilen manevi tazminat miktarının da oldukça yetersiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamındaki tazminat hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açtığı tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersizliğine ilişkin olduğundan iddianın Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

1. İçtihadın Gelişimi

24. Anayasa Mahkemesi beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildikten sonra yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davaları üzerine yapılan bireysel başvurular ile ilgili çeşitli kararlar vermiştir.

25. Hasan Akboğa ([GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019) kararına konu olayda bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında arama ve yakalama kararı verilmiş, yapılan arama sonrasında başvurucu yakalanarak polis karakoluna götürülmüştür. Başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucunun haksız yakalama nedeniyle açtığı tazminat davası başvurucunun gözaltına alınmadığı, gözaltına alınması yönünde savcılığın bir talimatı olmadığı, fiilen nezarete alınmadığı, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldığı, dolayısıyla 5271 sayılı Kanun uyarınca tazminat ödenmesi koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi öncelikle yakalamanın hukuka aykırı olup olmadığını incelemiş, yakalama işlemi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası yönünden yaptığı incelemede 5271 sayılı Kanun’da yer verilen söz konusu tazminat hükmünün Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında koruma altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak getirilmiş bir güvence olduğu hususunda tereddüt bulunmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde yer verilen tazminat davalarında uygulanabilir olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarını devletten isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. 5271 sayılı Kanun’da suç isnadına bağlı tutulmanın tutuklama safhasından önceki kısmı yakalama ve gözaltı olarak ikiye ayrılmış ise de tazminat ödenmesini düzenleyen söz konusu bentte herhangi bir ayrım yapılmaksızın, yakalandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarının devlet tarafından karşılanması öngörülmektedir. Kanun’un anılan hükmü yoruma ihtiyaç duymayacak açıklıkta düzenlenmiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin yerleşik içtihadına göre de 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca devletin tazminat ödeme yükümlülüğünün doğabilmesi için kişinin bir suç isnadı kapsamında yakalanmış olması yeterli olup anılan Kanun’un 91. ve devamı maddeleri uyarınca gözaltına alınmış olması zorunluluğu da bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucu yakalandıktan sonra serbest bırakılmamış, soruşturma işlemlerinin tamamlanması amacıyla karakola götürülmüş, işlemleri tamamlanıncaya kadar fiilen özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin (1) numaralı fıkrası gözetildiğinde yakalama anından serbest bırakılma anına kadar geçen sürenin gözaltı niteliğinde olmadığı söylenemeyecektir. Anayasa Mahkemesi yoruma imkân vermeyecek ölçüde açık olan kanun hükmünün yerleşik Yargıtay içtihadına aykırı olarak ve öngörülemez biçimde yorumlanmak suretiyle başvurucuya tazminat verilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Hasan Akboğa, §§ 67-74; benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Yalçın, B. No: 2016/9534, 26/9/2019, §§ 38-45; Mehmet Duran, B. No: 2016/9472, 23/10/2019, §§ 36-43; Şakir Tekin, B. No: 2016/9531, 27/11/2019, §§ 37-44; Suzın Yalçın, B. No: 2016/9532, 28/11/2019, §§ 37-44; Ali Turan, B. No: 2016/11516, 28/11/2019, §§ 37-44; Ali Duran, B. No: 2016/10381, 10/12/2019, §§ 39-46).

26. M.E. (B. No: 2018/696, 9/5/2019) kararına konu olayda ise başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında bir gün gözaltına alınmış; soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu bunun üzerine haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için 5271 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebinde bulunmuştur. Derece mahkemesi haksız olarak gözaltına alınması nedeniyle başvurucuya 150 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi derece mahkemesinin kovuşturmaya yer olmadığı kararı vererek başvurucunun haksız gözaltına alındığını kabul ettiğini, dolayısıyla burada yapılacak incelemenin tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi manevi tazminatın benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük ve bu tazminat miktarının somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak nitelikte olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir (M.E., §§ 44-52; benzer yöndeki kararlar için bkz. M.Ş.T., B. No: 2018/17073, 26/2/2020, §§ 32-40; U.Ç., B. No: 2018/17068, 7/11/2019, §§ 34-42).

27. Anayasa Mahkemesi son kararlarında ise (Eyyüp Güneş [GK], B. No: 2017/28308, 21/10/2021; A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021) bu yaklaşımını değiştirmiştir. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uygulanan yakalama, gözaltı ya da tutuklama tedbirleriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentlerinde iki ayrı tazminat talep nedeni öngördüğünü, fıkranın (a) bendinde yakalama veya tutuklama tedbirinin “kanunlarda belirtilen koşullar dışında” olmasının, (e) bendinde ise “kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra” kişiler hakkında “kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesinin” tazminat nedeni olarak düzenlendiğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun yakalama veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığı söz konusu olduğunda (a) bendi uyarınca bu tedbirler hukuka uygun olsa da sonuçta kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda ise (e) bendi uyarınca tazminata hükmedilmesi gerektiği şeklinde bir ayrıma gittiğini ifade etmiştir.

28. Buna göre başvurucunun yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek yaptığı bireysel başvurularda 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bu koruma tedbirlerinin kanuna aykırı olduğundan bahisle tazminat davası açması ve bu dava bakımından olağan kanun yollarını yöntemince tüketmesi hâlinde başvuru yollarının tüketildiğinin kabulü gerekecektir. Ayrıca haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişilerin 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla açtıkları tazminat davalarında anılan fıkranın (a) bendi kapsamında bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunu da dile getirmiş olmaları durumunda Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı yönünden başvuru yollarını tükettikleri söylenebilecektir.

29. Yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığına dair herhangi bir iddia dile getirilmeden yalnızca 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca bu tedbirlerin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraatle sonuçlanmış olması nedeniyle tazminat talep edilmesi durumunda Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı bağlamında başvuru yollarının yöntemince tüketilmiş olmadığı sonucuna varılmıştır. Zira Anayasa Mahkemesine göre soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu ifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır.

30. Bu durumda yalnızca soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla tazminat davası açılması Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından olağan başvuru yollarının tüketildiği anlamına gelmemektedir. Zira salt soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak anılan bent uyarınca tazminat talebinde bulunulabilmesi anayasal bir güvence değil kanundan kaynaklanan bir imkândır.

31. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukukiliğiyle bağlantılı olarak tazminat taleplerinin kabul edilmediğinden veya hükmedilen tazminatın -ihlal edilen anayasal hak dolayısıyla uğranılan zarara göre- yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin kabulü için 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açılması ve başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunun esas itibarıyla (genel hatlarıyla da olsa) derece mahkemeleri önünde tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerekmektedir (A.A., §§ 70-90; Eyyüp Güneş, §§ 67-92).

2. Mevcut İçtihadın Değişmesinin Gerekliliği

32. İlk olarak A.A. ve Eyyüp Güneş kararları sonrasında verilen kararlarda başvurucuların başvuru yollarını tüketip tüketmediğinin belirlenmesinde zorluklar yaşanmıştır. Bu durum Bölümlerce farklı kararlar verilmesine yol açmıştır. Başvuru yollarının tüketildiği kabul edilen başvuruların hiçbirinde A.A. ve Eyyüp Güneş kararlarında belirtildiği şekliyle başvurucular 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine açıkça dayanmamıştır. Beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine tazminat davası açan başvurucuların tazminat davalarını sıklıkla 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin herhangi bir fıkrasına ya da bendine atıf yapmadan genel anlamda haksız yere hürriyetlerinden mahrum bırakıldıkları gerekçesiyle açtıkları anlaşılmıştır. Mevcut içtihatta başvurucular 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayansa bile tedbirin hukuka aykırılığını özü itibarıyla dile getirmişlerse başvuru yollarını tüketmiş olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde (a) bendine açıkça dayanılmasa datedbirin hukuka aykırılığını özü itibarıyla dile getirmişse başvuru yollarını tüketmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla mevcut içtihatta tazminata ilişkin dava dilekçelerinde hukuka aykırılığın özü itibarıyla dile getirilip getirilmediğine odaklanılmıştır.

33. Örneğin bazı başvurularda başvurucuların tazminat davası açarken sadece yakalama, gözaltı veya tutuklamanın haksız olduğunu söylemesi başvuru yollarının tüketilmesi bakımından yeterli görülmezken (İ.F., B. No: 2018/1168, 15/3/2022; Gülsel Bozkurt ve Tuncay Bozkurt, B. No: 2019/35784, 3/3/2022; H.A., B. No: 2018/17048, 15/3/2022; M.S., B. No: 2018/10434, 31/3/2022; A.Ö., B. No: 2018/7764, 16/6/2022) bazı başvurularda bu yeterli görülmüştür (Şevket Tayfur, B. No: 2020/11133, 16/3/2023; Orhan Aydın, B. No: 2020/19285, 19/10/2022). Yine bazı başvurularda başvurucuların tazminat davası açarken sadece suçu işlediklerine ilişkin delil olmamasına rağmen tutuklandıklarını veya gözaltına alındıklarını söylemeleri bu tedbirlerin hukuki olmadığını özü itibarıyla ileri sürmek bakımından yeterli görülmüştür (İbrahim Uçar, B. No: 2020/9972, 9/2/2023, Burhan Çavaş, B. No: 2020/26547, 31/1/2023; Güven Kılıç, B. No: 2020/29564, 15/3/2023; Mehmet Polat, B. No: 2020/602, 17/11/2022; Dilek Ulu Kılıç, B. No: 2020/29563, 19/1/2023) Aynı şekilde bir başvuruda başvurucunun açtığı tazminat davasında sadece gözaltının hukuka aykırı olduğunu söylemesi başvuru yollarının tüketilmesi bakımından yeterli görülmüştür (V.Ç., B. No: 2020/39693, 18/10/2022). Başka bir başvuruda tedbirin haksız olduğunu söylemek hukuka aykırılık ile eş anlamlı olarak görülmüş ve başvurucunun başvuru yollarını tükettiği kabul edilmiştir (Mustafa Bayram, B. No: 2018/21080, 5/10/2022, § 13).Ayrıca hukuka aykırılığın özü itibarıyla tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerektiği yönündeki içtihat açısından da bazı belirsizlikler olduğu söylenebilir. Başvuru yollarının tüketildiği kabul edilen başvurularda derece mahkemelerince 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında tazminat verilmesine rağmen başvurucular istinaf talebinde bulunurken bu tazminat miktarının azlığından şikâyetçi olmuş, sadece (e) bendi kapsamında tazminat verilmesinden şikâyetçi olmamıştır. Buna rağmen başvuru yollarının tüketildiği kabul edilmiştir. Bu içtihat farklılıklarıhukuka aykırılık ile haksızlık arasında net bir ayrım yapılmamasından ve 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine yüklenen anlamdan kaynaklanmış, bu durum başvurucular arasında başvuru yollarının tüketilmesi bakımından hakkaniyete uygun olmayan sonuçların doğmasına neden olmuştur.

34. İkinci olarak başvuru yollarının tüketildiği kabul edilen başvurularda kişilere derece mahkemeleri tarafından 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında verilen tazminatın nasıl değerlendirileceği ve yeniden yargılamaya hükmedilmesinin gerekli olup olmadığı konusunda da farklı içtihatlar ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi Bölümleri bazı kararlarında yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesi hâlinde derece mahkemesinin yapacağı tek şeyin Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak ilk hükmettiği tazminat miktarından daha yüksek bir tazminata hükmetmek olacağını, bu işlem için kararın yeniden yargılama yapılmak üzere derece mahkemesine gönderilmesinde hukuki yarar bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca bu kararlarda(e)bendi kapsamında verilen tazminatın -yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuka aykırılığı tespit edilmemesine rağmen- anılan tedbirlere karşılık olarak verildiğinden Anayasa Mahkemesince hükmedilecek manevi tazminatın belirlenmesinde dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir (Hicret Aksoy, B. No: 2021/2107, 13/4/2022, Şevket Tayfur, B. No: 2020/11133, 16/3/2023, Sevim Azgın, B. No: 2020/1496, 8/2/2023). Buna mukabil bazı kararlarda derece mahkemelerince (e) bendi kapsamında tazminat ödenmesine rağmen başvuruculara Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu gerekçesiyle ve hukuka aykırı bu işlemin karşılığı olarak bir tazminat ödenmediği belirtilmiştir. Derece mahkemesi tarafından hükmedilen tazminatın başvurucuların beraat etmesine istinaden verildiği ve başvurucular hakkındaki tedbirin hukuka aykırılığına yönelik herhangi bir tespit içermediği vurgulanmıştır. Bu başvurularda tazminat talepleri reddedilerek sadece yeniden yargılamaya hükmedilmiştir. Dolayısıyla bu kararlarda (e) bendi kapsamında ödenen tazminat dikkate alınmadan yeniden yargılamaya hükmedilmiştir (Burhan Çavaş, B. No: 2020/26547, 31/1/2023; Mehmet Onur Artar, B. No: 2020/8074, 18/1/2023; Mehmet Polat, B. No: 2020/602, 17/11/2022; V.Ç., B. No: 2020/39693, 18/10/2022; Burhan Gülseven, B. No: 2019/41753, 5/10/2022; Mustafa Bayram, B. No: 2018/21080, 5/10/2022; Derya Yılmaz, B. No: 2018/36169, 10/5/2022). Ayrıca mevcut içtihata göre 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarında, başvuruculardan (a) bendi uyarınca da tazminat talep etmelerinin beklenmesi belirsizliği artırmıştır. Böyle bir durumda derece mahkemelerinin hem (a) hem de(e) bendine göre mi tazminat ödeyeceği, sadece (a) veya (e) bendine göre mi tazminat ödeyeceği,(a) bendine göre ödenen tazminat ile (e)bendine göre ödenen tazminat arasında miktar bakımından ne gibi bir farklılık olacağı, (e) bendine göre ödenen tazminatın (a) bendine göre ödenen tazminatın belirlenmesinde dikkate alınıp alınmayacağı belirsizdir. Bu yönüyle de içtihadın yeknesak hâle getirilmesi ve netleştirilmesi ihtiyacı hasıl olmuştur.

35. İlk sorunun çözümü ile ilgili olarak bir tedbirin yersiz veya haksız olmasının onun hukuka aykırı olduğu anlamına geldiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Esasen hukuk kelimesinin hakkın çoğulu olduğu dikkate alındığında bir tedbirin haksız olduğunun ileri sürülmesinin aynı zamanda tedbirin hukuksuz ya da hukuka aykırı olduğunun ileri sürülmesi anlamına geldiği açıktır.

36. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında kanuna uygun yakalama veya tutuklamadan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişilerin açtıkları tazminat davalarının Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığına ilişkin mevcut içtihadının temel hakların korunması amacıyla bağdaşmadığı değerlendirilmiştir. Türk hukuk sisteminde 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarında hukuka aykırılık veya haksızlık karine olarak kabul edilmektedir. Başka bir ifadeyle haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişiler hakkında uygulanmış olan yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin sonucu itibarıyla haksız veya hukuka aykırı olarak kabul edildiği anlaşılmıştır. NitekimYargıtayın yaklaşımının bu yönde olduğu görülmektedir. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin yerleşik içtihadına göre bir kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuka aykırı olduğunun kabul edilmesi ve kişiye tazminat ödenmesi gerekir (bkz. §§ 15,16,18). Zira bu hükümle yakalama, gözaltı ve tutuklamanın daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararıyla hukuka aykırı hâle geldiğinin kabul edildiği, dolayısıyla 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olduğu değerlendirilmiştir. Bu yönüyle (e) bendinin yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetleri bakımından beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesine özgü, (a) bendine göre özel bir hüküm olduğunun kabul edilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

37. Dolayısıyla haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin 5271 saylı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tükettikten sonra yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmadığı ve ödenen tazminatın yetersiz olduğu iddiasıyla yaptıkları bireysel başvurularda başvuru yollarının tüketilmiş kabul edilebilmesi için 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında bir tazminat davası açmasının yeterli olacağı sonucuna varılmıştır. Bu durumda başvuranların ayrıca (a) bendi kapsamında tazminat davası açmaları da gerekmemektedir.

38. Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendindeki bu düzenleme uyarınca tazminata hükmedilebilmesi için kişilerin haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilmesi yeterlidir. Başka bir deyişle ilgili mahkemenin kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukuka uygunluğunu incelemesi gerekli değildir. Beraatle veya kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanan soruşturma veya kovuşturmadaki yakalama, gözaltı veya tutukluluğun sonucu itibarıyla hukuka aykırı hâle gedildiğini kabul etmek gerekir. Bu çerçevede söz konusu bent kapsamında açılan davalarda hukuka aykırılık kanun gereğince kabul edildiğinden ağır ceza mahkemesince bu bende dayanılarak tazminat ödenmesi durumunda Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır.

39. İkinci sorun ile ilgili olarak ise (e) bendi kapsamında ödenen tazminatın hukuka aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklamanın karşılığı olduğunu kabul etmek gerekir.Öte yandan tazminatın yetersiz olduğu sonucuna varılması hâlinde Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi ve ihlalin mahkeme kararından kaynaklanması nedeniyle yeniden yargılamaya hükmedilmesi gerekmektedir. Kararın ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemeye gönderilmesi hâlinde derece mahkemesinin yapacağı şey Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarını dikkate alarak yeni bir tazminat miktarı belirlemek olacaktır.

40. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası gereğince ödenecek tazminat manevi zarara ilişkin olabileceği gibi maddi zarara ilişkin de olabilir. Maddi zarar, zarara uğrayanın mevcut mal varlığı ile uygulanan koruma tedbiri olmasaydı bu mal varlığının olacağı hâl arasındaki farktan ibarettir. Maddi zarar, mal varlığında meydana gelen fiilî azalma şeklinde ortaya çıkabileceği gibi yoksun kalınan kâr şeklinde de oluşabilir. Öte yandan hukuka aykırı koruma tedbiriyle zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Hukuka aykırı koruma tedbiriyle zarar arasındaki illiyet bağının açık olmadığı, belirsiz veya spekülatif olduğu hâllerde maddi tazminata hükmedilmeyecektir. Maddi tazminatın belirlenmesinde derece mahkemelerinin daha iyi konumda oldukları açıktır. Şayet zarar ile koruma tedbiri arasında illiyet bağı mevcut ise derece mahkemeleri bu maddi zararın gerçekliğini, gerekliliğini ve makullüğünü değerlendirerek maddi tazminata hükmetmelidir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili mahkemelerin maddi tazminat konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olmayacaktır.

3. İçtihat Değişikliğinin Başvuruya Uygulanması

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Somut olayda başvurucu, yargılandığı davada beraat etmesi nedeniyle haksız olarak gözaltına alındığını ileri sürerek tazminat davası açmıştır. Dolayısıyla başvurucunun gözaltının hukuka aykırılığı bakımından başvuru yollarını tüketmiş olduğunun kabul edilmesi gerekir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.

b. Esas Yönünden

42. Somut olayda derece mahkemesi 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Dolayısıyla yapılacak inceleme bu miktarın yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır. Somut olayda başvurucuya üç günlük gözaltı için 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bu miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda ödenmesini kararlaştırdığı tazminat miktarına göre oldukça düşük olduğu ortadadır. Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Başvurucu ayrıca beraat ettiği davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, açtığı tazminat davasında avukatına maktu vekâlet ücretinin üzerinde vekâlet ücreti ödediğine dair beraat kararından önce düzenlenen bir serbest meslek makbuzu ibraz etmiştir. Mahkeme vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir. 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinde, dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan hükmün iptali talebiyle açılan davada verdiği 10/4/2019 tarihli ve E.2017/154, K.2019/18 sayılı kararında da ifade ettiği üzere anılan hüküm emredici değil tamamlayıcı nitelikte bir hukuk kuralı olduğundan kişilerin özgür iradeleriyle düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinde ücreti kararlaştırırken dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukatlık ücretine dâhil edilip edilmeyeceği hususunu gözeterek düzenleme yapmaları mümkündür (AYM, E.2017/154, K.2019/18, 10/4/2019, § 16). Diğer bir deyişle bu vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata aittir. Dolayısıyla beraat ettiği davada başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucunun maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemesinin başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerinin araştırılması gerekmektedir. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (6) numaralı fıkrasında tazminat talebinin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkemenin gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmesine rağmen derece mahkemesi bu konuda bir araştırma yapmamıştır. Öte yandan bu maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı kararda açıklanmamıştır.

44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Muhterem İNCE’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olması dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersizliği nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 7. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/414, K.2019/267) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/4/2023 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY

1. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayalı olarak açılan tazminat davasında, gözaltı tedbiri dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersiz olduğundan bahisle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca, Mahkememizce halen uygulanmakta olan ve yerleşik hale gelmiş bulunan içtihattan ayrışılarak işin esasının incelenmesine karar verilmiştir.

2. Aşağıda açıklanan nedenlerle somut olayda mevcut içtihattan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı kanaatiyle işin esasının incelenmesine ilişkin çoğunluk görüşüne dayalı karara tarafımızca iştirak edilmemiştir.

3. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/11/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 3/11/2016 tarihinde serbest bırakılmış, kovuşturma sonucunda ise beraat etmiştir.

4. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine, üç gün haksız yere gözaltında kaldığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması yöneticisi olmakla suçlanmasının ailesi ve kendisi nezdinde önemli manevi zararlara yol açtığını, suçlu muamelesi gördüğünü, sosyal çevresinde itibarının sarsıldığını, yargılama sürecinde avukatla temsil edildiğinden avukatlık giderinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek maddi ve manevi tazminat talepli dava açmıştır.

5. Dava dilekçesinde gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmış, gözaltına alınmasının hukuki olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır.

6. Kocaeli 7. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince tazminat talep edebileceğini belirtmiş ve başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir.

7. Başvurucu, yargılamada yaşadığı zorlu sürecin dikkate alınmadığını, çok cüzi bir miktara hükmedildiğini, yargılandığı davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin tamamının maddi tazminata dâhil edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuş, istinaf talebinin esastan reddedilmesi üzerine de bireysel başvuruda bulunmuştur.

8. Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasına göre bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bu kural, Anayasa Mahkemesinin temel hak ve hürriyetlerin korunmasında üstlendiği ikincillik rolünün zorunlu bir gereğidir. Zira temel hak ve hürriyetlerin korunmasında birinci görevli olanlar idari makamlarla olağan yargılama makamlarıdır.

9. Dolayısıyla bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunlu olduğundan başvurucuların bireysel başvuru konusu şikâyetlerini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmeleri, bu konuda sahip oldukları bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunmaları, bu süreçte dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni göstermiş olmaları gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

10. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun Eyyüp Güneş [GK], B. No: 2017/28308, 21/10/2021 ve A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021 kararlarında; kanun koyucunun suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uygulanan yakalama, gözaltı ya da tutuklama tedbirleriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentlerinde iki ayrı tazminat talep nedeni öngörüldüğü, fıkranın (a) bendinde yakalama veya tutuklama tedbirinin “kanunlarda belirtilen koşullar dışında” olmasının, (e) bendinde ise “kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra” kişiler hakkında “kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesinin” tazminat nedeni olarak düzenlendiği belirtilmiştir.

11. Bir başka söyleyişle Anayasa Mahkemesi anılan kararlarında, kanun koyucunun, yakalama veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığı söz konusu olduğunda (a) bendi uyarınca, bu tedbirler hukuka uygun olsa da sonuçta kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda ise (e) bendi uyarınca tazminata hükmedilmesi gerektiği şeklinde bir ayrıma gittiğini ifade etmiştir.

12. Söz konusu kararlara göre, yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin iddialarla Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek yapılan bireysel başvurularda başvuru yollarının tüketildiğinin kabulü için, derece mahkemelerinde açılan tazminat davalarının 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında, uygulanan koruma tedbirlerinin kanuna aykırı olduklarının belirtilerek açılması ve olağan kanun yollarında bu iddiaların açıkça dile getirilmesi gerekmektedir.

13. Ayrıca, haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişilerin 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla açtıkları tazminat davalarında anılan fıkranın (a) bendi kapsamında bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunu da dile getirmiş olmaları durumunda da Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı yönünden başvuru yollarını tükettiklerinin kabulü gerekmektedir.

14. Bununla birlikte yine aynı kararlara göre, yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığına dair herhangi bir iddia dile getirilmeden yalnızca 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca bu tedbirlerin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraatle sonuçlanmış olması nedeniyle tazminat talep edilmesi durumunda ise Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı bağlamında başvuru yollarının yöntemince tüketilmediği sonucuna varmak gerekmektedir.

15. Zira soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu ifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Anayasa’nın 19. maddesinin gerektirdiği tazminat ise ancak bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) aykırı olması halinde söz konusu olacak bir tazminattır. Dolayısıyla (e) bendi kapsamında kişilere tazminat ödenmesi, tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 19. maddeyle ilgili bir durum değildir.

16. Bu açıklamalara göre, yalnızca soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasına ilişkin olarak yapılan bireysel başvurularda Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği iddiasının -ikincillik ilkesi gereği- incelenmesi mümkün değildir.

17. Dolayısıyla yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukukiliğiyle bağlantılı olarak tazminat taleplerinin kabul edilmediğinden veya hükmedilen tazminatın -ihlal edilen anayasal hak dolayısıyla uğranılan zarara göre- yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin kabulü için 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bir dava açılması ve başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunun esas itibarıyla (genel hatlarıyla da olsa) derece mahkemeleri önünde tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerekmektedir (A.A., §§ 70-90; Eyyüp Güneş, §§ 67-92).

18. Bir başka söyleyişle Anayasa Mahkemesi anılan içtihadında, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenebilmesi için Kanun’un (e) bendi kapsamında dava açılmasını yeterli görmemiş, (a) bendi kapsamında da şikâyetin dile getirilmesini gerekli görmüştür.

19. Somut olayda başvurucu beraat kararının kesinleşmesi üzerine; üç gün haksız yere gözaltında kaldığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması yöneticisi olmakla suçlanmasının ailesi ve kendisi nezdinde önemli manevi zararlara yol açtığını, suçlu muamelesi gördüğünü, sosyal çevresinde itibarının sarsıldığını belirtmiş olmakla birlikte, gözaltına alınmasının haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmış, çoğunluk görüşüne dayalı kararda da belirtildiği üzere (§ 7) dava dilekçesinde gözaltı tedbirinin hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır.

20. Hal böyle olunca başvurucunun “hakkında uygulanan gözaltı tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin” iddiasını öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmediği, olağan kanun yollarının tüketilmesi konusunda gerekli özeni göstermeyerek bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

21. Ayrıca belirtmek gerekir ki bireysel başvuru formunda, ilk derecedeki dilekçeden farklı olarak, bireysel başvurunun konusu, “ hakkında uygulanan gözaltının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline ilişkin” olarak belirtilmiş ve fakat hükmedilen tazminat miktarının yetersizliği dile getirilirken 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine değinilmiş ve hükmedilen tazminatın oluşan zararı telafi etmekten uzak olduğu iddia edilmiştir. Bunun dışında, uygulanan gözaltı tedbirinin hukuki olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır.

22. Hal böyle olunca, başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açmış olduğu tazminat davasına ilişkin iddialarının Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında incelenmesi mümkün değildir.

23. Mahkememiz çoğunluğu yukarıda değinilen Mahkememiz içtihadının iki temel sebeple değişmesi gerektiğini belirtmiş ve bu sebeplerle somut olayda Anayasa’nın 19. maddesi yönünden başvuru yollarının tüketildiği sonucuna varmıştır. Çoğunluk, içtihadın değişmesine sebep olarak Anayasa Mahkemesinin anılan Genel Kurul kararında ortaya konulan ilkelerin uygulanmasında güçlük yaşanmasını ve söz konusu Genel Kurul kararından sonra Bölümlerce anılan kararda ortaya konulan ilkelere aykırı kararlar verilmesini göstermiştir.

24. Öncelikle belirtmek gerekir ki “içtihat” hukuki metinlerin somut olaylara istikrarlı bir biçimde uygulanmasıyla oluşur. Belirli bir süre istikrarlı bir şekilde uygulanmak suretiyle oluşan içtihadın istikrarlı bir şekilde uygulanmaya devam etmesi başta uygulayıcılar ve ilgililer olmak üzere herkese hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik sağlar. Hukuki öngörülebilirliğin ve belirliliğin hukuk devletinin bir gerekliliği olduğu ise izahtan varestedir. Bu bağlamda ayrıca belirtmek gerekir ki bir içtihat oluştuktan sonra onun uygulayıcılar tarafından da benimsenmesi ve etki ve sonuçlarının görülmesi belli bir süre gerektirir. Bununla birlikte kimi zaman ortaya çıkan fiili veya hukuki gereklilikler nedeniyle hukuk kurallarının yeni olaylara uygulanması veya aynı tip olaylara uygulanmakla birlikte yeniden yorumlanması söz konusu olabilir. Ayrıca bu durum dinamik olan modern toplum yaşamının bir gereği olarak da ortaya çıkabilir. Bir başka deyişle gelişen sebep ve koşullara göre içtihadın da gelişmesi veya değişmesi mümkündür.

25. Bununla birlikte somut olayda Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu uzak olmayan bir tarihte -18 ay kadar önce- Anayasa’nın 19. maddesini ve 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesini yorumlamış ve yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere bireysel başvuruda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinin incelenebilmesi için başvurucuların -ikincillik ilkesi gereği- tazminat davası aşamasında 141. maddenin(1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayanmalarının yeterli olmadığını, öz olarak da olsa (a) bendine de dayanmaları gerektiğini açıkça belirtmiştir. Bu belirleme ilgili yasal ve anayasal düzenlemelerin tüm yorum yöntemleriyle bağdaşır bir yorumuna dayanmaktadır.

26. Dolayısıyla ortaya konulan söz konusu yorum ve bu yoruma dayalı olarak oluşturulan içtihadın kimi kararlarda istikrarlı şekilde uygulanamamış olması ya da başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunda her bir olay bağlamında bir takım tereddütlerin yaşanması, henüz 18 aylık olan bir içtihadın değiştirilmesine gerekçe oluşturmamalı, söz konusu aksaklık ve tereddütler başka şekilde giderilmelidir.

27. Öte yandan unutulmamalıdır ki yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bireysel başvuru yolu olağanüstü bir hak arama yolu olup, hak ve özgürlüklerin korunmasında Anayasa Mahkemesinin rolü ikincil niteliktedir. Başvurucular ikincil nitelikteki bu olağanüstü yola başvururken olağan başvuru yollarına göre daha fazla özen göstermekle yükümlüdürler. Dolayısıyla bu durumun bir sonucu olarak başvuru yollarını tüketme gereği de doğal olarak başvuruculara külfetler yüklemektedir. Bu külfetler sadece özgürlük güvenlik hakkı yönünden değil ortak koruma alanındaki tüm hak ve özgürlükler için geçerlidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki aşamalarda ileri sürülmeyen iddialara dayalı çok sayıda başvuruyu,başvuru yollarının usulünce tüketilmemiş olduğu gerekçesiyle -esasta kişiler haklı/mağdur da olsalar- kabul edilemez bulmuş ve başvuruları incelememiştir.

28. Tüm bu açıklamalar ışığında, somut olayda, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 21/10/2021 tarihinde belirlediği ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu olmadığından, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği görüşüyle, Mahkememiz çoğunluğunun işin esasına geçilmesine ilişkin görüşüne katılmadık.

Başkanvekili Kadir ÖZKAYAÜye Muammer TOPALÜye Recai AKYEL
Üye Yıldız SEFERİNOĞLUÜye Selahaddin MENTEŞ
Üye İrfan FİDANÜye Muhterem İNCE

Kaynak:Hukukihaber

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir