Anayasa Mahkemesi tıbbi ihmal sonucu ölü doğum yapılması olayıyla ilgili olarak açılan tazminat davasının eksik incelemeyle reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verdi

Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 18/5/2021 tarihinde, Adem Aydın ve Zübeyda Aydın (B. No: 2018/1156) başvurusunda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu, gebelik sürecinin başından beri takiplerinin yapıldığı özel hastaneye ağrı şikâyetiyle başvurmuştur. Aynı günde hastanede gerçekleştirilen sezaryen sonrası bebek ölü doğmuştur.

İl Sağlık Müdürlüğü olay hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığına bilinçli taksirle ölüme neden olma suçuyla ilgili olarak ihbarda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı; doktor, iki hemşire ve başhekim hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan kamu davası açmıştır. Yargılamayı gerçekleştiren 2. Asliye Ceza Mahkemesi sanıkların müsnet suçtan beraatlerine karar vermiştir. Karar, Yargıtay tarafından onanmıştır. Başvurucuların manevi tazminat taleplerini 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Hukuk Mahkemesi) reddetmiş ve Yargıtay kararı onamıştır.

İddialar 

Başvurucular, tıbbi ihmal ve organizasyon kusuru sonucu ölü doğum yapılması olayıyla ilgili olarak açılan tazminat davasının eksik incelemeyle reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Genel İlkeler

 Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

 İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

 Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttüğü yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

 Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47) ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

 Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

 Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 53).

 Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli, mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).

İlkelerin Somut Olaya Uygulanması ve Mahkemenin Değerlendirmesi 

Öncelikle belirtilmelidir ki devletin kamusal veya özel olsun tüm sağlık kuruluşlarındaki sağlık hizmetlerinin organizasyonunu sağlama görevi bulunmaktadır. Bu bağlamda başvurucular temel olarak hatalı tıbbi müdahale yapılması ve anestezi doktorunun yokluğu (organizasyon kusuru) nedeniyle geç müdahale edilmesi nedeniyle bebeklerinin ölümüne yol açıldığı hâlde bu hususlar araştırılmadan hatalı değerlendirmeyle tazminat taleplerinin reddedildiğini iddia etmektedir.

Hukuk Mahkemesi, olay hakkında görülen ceza yargılamasının sonuçlanmasını beklemiş, sonrasında Adli Tıp Kurumundan (ATK) kusur tespitine dair rapor temin etmiştir. Hukuk Mahkemesi, ceza yargılaması neticesinde verilen kararı gözönünde bulundurmak suretiyle ölüm olayında sağlık personelinin kusuru bulunmadığına dair ATK raporundaki tespiti değerlendirmesine esas alarak tazminat talebinin reddine karar vermiştir.

İl Sağlık Müdürlüğü, ölüm olayında organizasyon kusuru nedeniyle hastane yönetiminin ve tıbbi müdahaleyi yapan doktorun kusurlu olduğunu belirtmiştir. Tabip Odası da hastanenin alt yapı eksikliğini belirtmiş ve doktora da disiplin cezası uygulamıştır.

Hukuk Mahkemesinin gerekçesine esas aldığı ATK raporunda yahut ceza yargılaması sırasında temin edilen diğer ATK raporlarında değinilen hususların ölümün meydana gelmesinde etkisi olup olmadığının açık biçimde irdelenmediği görülmektedir.

İl Sağlık Müdürlüğü ve Tabip Odası tarafından yapılan tespitlerin varlığı karşısında bu iddiaların mahkeme tarafından gerekçelendirilmesi gerektiği açıktır. Başvurucuların söz konusu iddialarını temyiz dilekçesinde de ileri sürdükleri ancak temyiz merciinin kararında da bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer vermediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından makul ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmadığı da anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak söz konusu raporu dayanak alan Hukuk Mahkemesinin başvurucuların iddialarını Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte araştırıp incelediği, bunun sonucunda da iddialarla ilgili ve yeterli gerekçelere kararında yer verdiği söylenemez. Bu durumda kamu makamlarının başvuru konusu olaydaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Gebze 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

 İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Kararın tam metnine ulaşmak için: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1156

Kaynak: anayasa.gov.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir