Anayasa Mahkemesi, imar uygulamasına konu taşınmazın kamulaştırılmadığı süre içinde müdahelenin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar verdi

Başvuruculara ait taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen beş yılı aşan uzun bir süreden beri kamulaştırılmadığı ve başvuruculara herhangi bir tazminat da ödenmediği gerekçeleriyle başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

 
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
N. E. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/8660)
 
Karar Tarihi: 29/3/2023
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
Başkan:Kadir ÖZKAYA
Üyeler:Engin YILDIRIM
  Rıdvan GÜLEÇ
  Basri BAĞCI
  Kenan YAŞAR
Raportör:Mahmut ALTIN
Başvurucular:1. N. E.
Vekili:Av. Hülya ÖZDEMİR
  2. Saadet EYÜPOĞLU
  3. Yavuz EYÜPOĞLU

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planına göre taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucular 1981 yılında satın aldıklarını belirttikleri başvuru konusu İstanbul ili Beykoz ilçesine bağlı Kanlıca Mahallesi’nde kâin 136 ada 12 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Başvuru konusu taşınmaz 22/7/1983 tasdik tarihli ve 1/1.000 ölçekli Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında Eğitim ve Boğaziçi Peyzajı nedeniyle yeşil olması gereken alanda kalmakta olup, taşınmaz üzerinde herhangi bir yapı bulunmamaktadır.

3. Başvurucular 4/1/2010 tarihinde açtıkları ilk davada, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nun geçici 4. maddesinin Anayasa’ya aykırılığını ileri sürerek Anayasa Mahkemesine götürülmesini ve İstanbul Boğaziçi Sahilşeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı, Plan Lejantı ve Plan Hükümleri Değişikliğine ilişkin 16/7/2009 tasdik tarihli 2009/1 sayılı Plan Lejantı ve Plan Hükümlerinin 1.7 maddesinin iptalini istemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, 2960 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması isteminin yerinde olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca 16/7/2009 tasdik tarihli 2009/1 sayılı Plan Lejantı ve Plan Hükümlerinin 1.7 maddesinin 2960 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinin emredici kuralı doğrultusunda ve maddeye uygun bir şekilde düzenlendiği izah edilerek hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talepleri üzerine 7/12/2016 tarihinde kararın onanmasına, 25/11/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir.

4. Başvurucular 28/1/2010 tarihinde açtıkları ikinci davada, taşınmazın imar durumu ve inşaat izni verilmesi isteminin reddine ilişkin 4/9/2009 tarihli işlemin iptali ile taşınmazı kullanamamaları ve fiilî olarak satışının imkânsız hâle gelmesi nedeniyle değer kaybı ile mahrum kalınan kârın tazminini talep etmiştir. Mahkemece 2960 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesine dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 2960 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesine değinilerek Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgelerinde 22/7/1983 tarihli 1/5.000 ölçekli nâzım ve 1/1.000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış ancak yapı yapılmamış olan yerlerde yeşil alan statüsü uygulanacağı vurgulanmıştır. Bu çerçevede başvuru konusu taşınmazın yeşil alanda kalması nedeniyle geçici de olsa üzerinde hiçbir inşaat yapılamayacağı belirtilerek inşaat ruhsatının verilmemesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırı bir durum bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talepleri üzerine 13/4/2016 tarihinde kararın onanmasına, 25/11/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir.

5. Başvurucular, nihai hükümleri 21/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

6. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

7. Başvurucular, özellikle arsa vasfındaki taşınmazı 1981 yılında satın aldıktan sonra 1983 yılında yayımlanan 2960 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesine göre çıkarılan imar planlarıyla yeşil alan ilan edilmesinden ve taşınmazlarını kullanamamaktan yakınmaktadır. Başvurucular; yeşil alan ilan edilmesinden itibaren 30 yılı aşkın zamandır arsa vasfındaki taşınmazlarını kullanamadıklarını, bu durumun fiilî kamulaştırma olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular bu minvalde taşınmazlarını kullanamamalarına rağmen tazminat ödenmemesinden ve kamulaştırılmamasından şikâyetçi olmuştur. Başvurucular ayrıca daha önce arsaları üzerine konut yapmamaları nedeniyle haksızlığa uğradıklarını vurgulamıştır. Başvurucular bununla birlikte derece mahkemelerinin kararlarının gerekçesiz ve hakkaniyete aykırı olduğunu iddia etmiştir. Öte yandan başvurudan sonra sunulan ek dilekçede; taşınmazın yeşil alan ilan edilmesine ilişkin geçici maddenin öngörülemez olması nedeniyle kanunilik ilkesinin ihlal edildiği öne sürülmüştür.

8. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

9. Başvuru formunda mülkiyet hakkı başlığı altında ilk davaya ilişkin açıklamalara yer verilmemesi nedeniyle -temellendirilmediğinden- ilk dava konusuna dair değerlendirme yapılmayacaktır. Bununla birlikte başvurucular esasen taşınmazın kullandırılmamasına rağmen kamulaştırılmaması ve tazminat ödenmemesinden yakındıklarından inşaat izni verilmemesi hususu da inceleme konusu yapılmamıştır.

10. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

11. Somut olayda imar uygulamasına konu taşınmaz, tapuda başvurucular adına tescillidir. Bu bağlamda tapuda kayıtlı olan taşınmazın Anayasa’nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesi benzer nitelikteki bir taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasının şikâyet edildiği Hüseyin Ünal (B. No: 2017/24715, 20/9/2018) başvurusunda taşınmazın kamulaştırılmadığı süre içinde müdahalenin yol açtığı kısıtlamaları gözeterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelemiştir (Hüseyin Ünal, § 41). Başvuru konusu olayda da bu ilkeden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmamaktadır.

12. Somut olayda müdahalenin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir nitelikte olan 2960 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerine (bkz. Ayla Doğuoğlu, B. No: 2017/25596, 14/10/2020, §§ 18-21) dayandığı anlaşılmaktadır. 2960 sayılı Kanun’un 1. maddesinde Kanun’un İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihî değerlerini, doğa güzelliklerini korumak ve geliştirmek, bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Buna göre imar planında yeşil alan olarak kabul edilen taşınmaza yönelik müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmelidir. Son olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

13. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce Mehmet Umur Akarca (B. No: 2017/15318, 9/6/2021) kararında Hüseyin Ünal kararını da dikkate alarak uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Anılan kararlarda ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşılmıştır. Bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı kabul edilmiştir.

14. Somut başvuruda da başvuruculara ait taşınmazın 22/7/1983 tarihli uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen beş yılı aşan uzun bir süreden beri kamulaştırılmadığı ve başvuruculara herhangi bir tazminat da ödenmediği dikkate alındığında bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durumun söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvurucuların mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucular aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

15. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

16. Başvurucular, başvuru konusu iki davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

17. Başvuru, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

18. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45-47). Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

19. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında her iki davada da yaklaşık 9 yıl 10 ay devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

20. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

21. Başvurucular; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve mülkiyet hakkı yönünden 10.000.000 TL tazminat, her dava ve her başvurucu yönünden ayrı ayrı 50.000 TL olmak üzere toplam 300.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

22. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Öte yandan mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

23. Ayrıca başvuru konusu davalarda makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Olaylarda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından etkin giderim yolu, tazminat olarak görülmektedir. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvuruculara manevi zararları karşılığında her iki dava yönünden ayrı ayrı net 60.000 TL olmak üzere toplam 120.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucuların uğradığını iddia ettiği diğer zararlar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığından diğer tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2010/143, K.2011/1428) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle toplamda net 120.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 893,80 TL harcın başvuruculara MÜŞTEREKEN, 9.900 TL vekâlet ücretinin ise başvurucu Nevzat Eyüpoğlu’na ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Kaynak:hukukihaber.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir