Türk Hukukunda Tanıma ve Tenfiz

     Yabancı mahkeme kararlarının Türk hukukunda tanınması ve tenfizi oldukça güncel ve teknik bir konu olup işbu makalede öncelikle tanıma ve tenfiz kavramlarının tanımları ardından ise yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizinde izlenecek usuller, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ve yüksek mahkeme kararlarıyla birlikte değerlendirilerek anlatılacaktır.

Mahkeme kararları kural olarak sadece verildikleri ülkede hüküm ve sonuç doğururlar[1]. Yabancı bir mahkeme kararının bu kararın verildiği ülke dışında hüküm ve sonuç doğurması ise ilgili kararın tanınmasına veya tenfiz edilmesine bağlıdır.

Tanıma davası, yabancı bir mahkemeden bir hukuk davasına ilişkin olarak verilen ve verildiği mahkemenin tabi olduğu hukuk sistemi uyarınca kesinleşmiş olan mahkeme kararlarının Türkiye’de de “kesin delil” ve “kesin hüküm” teşkil etmesini sağlamaya yönelik davadır. Kesin hüküm kuvveti, bir uyuşmazlığı nihai olarak ortadan kaldırır ve o uyuşmazlığın mahkemelerce yeniden incelenmesini engeller[2]. Başka bir ifadeyle, aynı uyuşmazlığın, aynı taraflar arasında aynı sebeple yeniden mahkeme önünde dava konusu yapılamayacağını ifade eder[3]. Tenfiz davası ise; icra kabiliyetine sahip olan mahkeme kararlarının Türkiye’de de icra edilebilirliğini sağlamaya yönelik davalardır. Diğer bir deyişle tanıma davaları; yalnızca “kesin delil” ve “kesin hüküm” niteliği kazandıran davalar olup icra kabiliyeti kazandırma gücüne sahip değildir. Oysa tenfiz davaları; tanıma davalarının sağladığı etkilerin yanı sıra icra kabiliyetine de yol açar[4].

Kural olarak tanıma ve tenfiz açılacak ayrı bir dava ile gerçekleştirilir. Tanıma veya tenfiz davalarından hangisinin açılacağı ise etki doğurması istenen kararın içeriğine göre belirlenir. Şöyle ki; yabancı mahkeme tarafından verilen karar bir eda kararı ise, diğer bir deyişle icra kabiliyetini haiz ise tenfiz edilmesi gerekirken, tespit veya inşai karar niteliğinde ise, yani icra kabiliyeti yoksa tanınması yeterlidir[5].

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2025/10 esas, 2025/4663 karar ve 06.05.2025 tarihli kararında özetle, tenfiz davası açılması gereken bir yabancı mahkeme kararı hakkında tanıma davası açılabilmesi için, davacının tenfiz yerine tanıma istemesinde haklı bir menfaatinin bulunması gerektiğinden bahsetmiştir. Ayrıca yabancı mahkeme kararının tanınması sonucunda nüfus kaydının düzeltilmesinin gerekmesinin “o hükmün icra olunabilir olması” özelliği gerektirmediğinden bahisle “kararın tanınmasına ve tenfizine” şeklinde hüküm kurulmasını, iki farklı sonuç bağlanacak şeklinde hüküm kurulması olarak yorumlamış ve ilk derece mahkemesinin kararını doğru bulmamıştır. Görüldüğü üzere, icra kabiliyetine haiz olmayan bir yabancı mahkeme kararı hakkında Türk Mahkemelerinde yalnızca tanıma davası açılabilecektir.

Örneğin, yabancı mahkeme ilamında boşanma kararına ek olarak boşanmanın feri niteliğindeki nafaka, tazminat, velayet gibi hususlarda da karar verilmişse bu durumda açılacak dava, tanıma ve tenfiz davasıdır. Ancak, Türk hukukunda da geçerliliği istenilen yabancı mahkeme kararı yalnızca boşanmaya ilişkinse, o hüküm nüfus kaydının düzeltilmesini gerektirse dahi icra olunabilir bir hüküm niteliği kazanmayacak ve yalnızca tanıma davası açılacaktır.

A.Tanıma ve Tenfiz Kararı Verilmesi İçin Aranan Şartlar

Yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin temel hükümler 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 50-59. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Yabancı bir mahkeme tarafından verilmiş bir kararın tanınmasına ve tenfizine karar verilebilmesi için bazı şartların bir arada bulunması gerekir. Bunlar ön şartlar ve esasa ilişkin şartlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. 

MÖHUK m. 50’ye göre tanıma veya tenfiz kararının verilebilmesi için gerekli olan ön koşullar şunlardır:

· Yabancı mahkeme tarafından verilmiş bir ilam olmalı

· Yabancı mahkeme kararı kesinleşmiş olmalı

· Karar, hukuk davasına ilişkin veya ceza ilamlarında yer alan kişisel haklarla ilgili olmalı

 Tanıma ve tenfiz kararının verilebilmesi için esasa ilişkin şartlar ise MÖHUK 54. maddesinde, “tenfiz şartları” başlığı altında düzenlenmiştir. Bunlar:

· Hükmün verildiği yer ile Türkiye arasında mütekabiliyetin bulunması (Bu şart tanımada aranmaz)

· İlamın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmemiş olması

· Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı olmaması

· Kararın davalının savunma haklarına riayet edilerek verilmiş olmasıdır.

1)Ön Şartlar

Tanıma ve tenfize ilişkin ön koşulların ne olduğu, “tenfiz kararı” başlıklı 50. Maddede sayılmıştır. Her ne kadar anılan Kanun’da “tenfiz kararı” başlığı altında düzenlenmiş olsa da bu koşulların hem tanıma hem de tenfiz için geçerli olduğu kabul edilmektedir. Kendisinden bir yabancı ilamın tanınması veya tenfizi istenen hakim önüne gelen ilamda bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini re’sen inceler. MÖHUK m.50 hükmü şu şekildedir;

“(1)Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.

(2) Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.”

a-Yabancı mahkeme tarafından verilmiş bir ilam olmalı

MÖHUK 50. maddesi hükmüne göre, tanıma ve tenfiz davası açılabilmesinin ön şartlarından ilki, tanınması veya tenfizi istenilen kararın yabancı ülke mahkemesince verilmiş bir karar olmasıdır. Kararı veren makamın mahkeme olarak kabul edilip edilmemesinin tanıma-tenfiz hukukundaki etkisi açısından doktrinde iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre; kararın verildiği makamın, tenfizi istenen ülke hukuku açısından da mahkeme niteliğinde olması gerekir[6]. Diğer görüşe göre ise, kararı veren makamın tenfizi talep edilen ülkenin hukuku açısından mahkeme olarak değerlendirilip değerlendirilmemesinin bir önemi yoktur[7]. Yargıtay ise, yurt dışında mahkeme dışındaki birimler tarafından verilen kararların, Türk kamu düzenine açıkça aykırılık teşkil ettiğinden bahisle tanıma tenfizinin mümkün olmadığına karar vermektedir.  Buna ilişkin kararlar ise şu şekildedir;

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2023/4901 esas, 2023/6077 karar ve 07.12.2023 tarihli karar da; “…Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 5718 sayılı Milletler Arası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun (5718 sayılı Kanun) gereği yabancı mahkemelerin hukuk davalarına ilişkin olarak verdiği ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş ilamların Türkiye’de icra edilebilmesinin Türk Mahkemelerince tanıma ve tenfizine bağlı olduğu, kanun gereği yabancı mahkeme dışındaki idari makamların işlem ve kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizinin mümkün olmadığı, bu itibarla Daminarka idari makamlarınca verilen kararın tanıma ve tenfizinin mümkün olmadığı gerekçesi ile davalının istinaf isteminin kabulü ile, kararın kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiştir…

… Temyizen …, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davacı vekili tarafından temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir… Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,…” şeklinde hüküm kurulmuştur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2023/2096 esas, 2023/4376 karar ve 03.10.2023 tarihli kararında da; “…Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dosyaya ibraz edilen ilamın incelenmesinde; Statsforvaltningen Devlet İdaresi tarafından boşanma kararı verildiği, tanıma tenfiz davalarında yurt dışında mahkemelerce verilen kararların tanıma ve tenfizinin yapılabileceğini, Türk Hukukunda boşanma kararlarının mahkemeler tarafından verildiği, bu konuda yürütmenin yetkisinin olmadığı, dolayısıyla yurt dışında mahkeme dışındaki birimler tarafından verilen boşanma kararlarının Türk kamu düzenine açıkça aykırılık teşkil ettiği ve bu nedenle tanıma tenfizinin mümkün olmadığı, buna göre tanıma tenfiz istenilen tarafların boşanmalarına ilişkin kararın Devlet İdaresi tarafından verilmiş karar olduğu, boşanma kararının idari merciler tarafından verildiği, Türk hukuku açısından bağlayıcı bir yönünün bulunmadığı gerekçesi ile davalının istinaf talebinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak, yerine davanın reddine şeklinde hüküm tesisine karar verilmiştir…

… Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,..” şeklinde karar verilmiştir.

b-Yabancı mahkeme kararı kesinleşmiş olmalı

Yabancı mahkeme tarafından verilen bir kararın tanınması veya tenfizi için gerekli olan ikinci ön şart, yabancı mahkeme kararının kararı veren ülkenin hukukuna göre kesinleşmiş olmasıdır. Bu bir dava şartı olup, ilâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi dilekçenin ekinde mahkemeye sunulması gerekir.

Bu durum ayrıca MÖHUK 53. maddesinde de, “dilekçeye eklenecek belgeler” başlığı altında açıkça sayılmıştır. Görüldüğü üzere, kesinleşme dava şartı olduğundan mahkemece varlığının re’sen araştırılması yokluğu halinde ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.115/2 uyarınca bu eksikliğin giderilmesi için davacı yana kesin süre verilmesi, mahkeme verilen kesin süre içerisinde gerekli belgenin sunulmamış olması durumunda da davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir[8].

Ancak unutmamak gerekir ki kesin süreye ilişkin ara karar, her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler için gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı ve tarafları uyarmalıdır[9].

Bu yönde, Hukuk Genel Kurulu’nun 2023/780 esas, 2024/189 karar ve 17.04.2024 tarihli kararı; “…Yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi ile ilâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi”nin ekleneceği düzenlenmiştir. Bu yasal düzenleme karşısında, yabancı mahkeme ilamının tenfizine karar verilebilmesi için öncelikle ilamın kesinleşmiş olması gerekmekte olup, bu husus dava şartı olması nedeniyle, mahkemece resen gözönünde bulundurulması gerekmektedir…” şeklindedir.

Aynı yönde, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2024/1364 esas, 2024/3013 karar ve 30.04.2024 tarihli kararında ; “…İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı tarafından sunulan yabancı mahkeme kararı ve eklerinde boşanmanın tespit edilmesi, yasal bekleme süresinin (iddet) sonunda tek seferlik bir boşanma olarak kabul edilmesi ve iddet süresi, mehri muaccel ve mehri müeccel, nafaka ve eşyalar hakkında karar verildiği, verilen kararda kesinleşme şerhine rastlanılmadığı, davalı vekilinin 05.04.2022 tarihli dilekçesi ekinde sunulan belgelerde Mersin Noterliğince onaylanmış yabancı mahkeme kararının tercümesinde Halep Şeriat Mahkemesi’nin 2021 yılı 6519 Esas sayılı dosyasında ilgili kararın 288 numara adı altında 15.12.2021 tarihinde istinaf edildiğine dair mahkemeden alınmış belge ibraz ettiği, bu durumda tanınması talep edilen yabancı mahkeme ilamının içeriğinden tarafların boşanmalarına karar verildiği ve kararın kesinleştirilmediği anlaşıldığı, davacı taraf ilamın kesinleştiğini ispat edemediği, bu nedenle davalının yabancı mahkeme ilamının Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığı hususunda tartışma yapılmadan yabancı mahkeme tarafından verilen ilamın kesinleşmemiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir

… Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının yerinde bulunmayan istinaf itirazlarının esastan reddine karar verilmiştir…. Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,” şeklinde hüküm kurulmuştur.  

Tenfizi talep edilen ilâmın kesinleşip kesinleşmediğinin tespiti, kararın verildiği ülke hukukuna göre gerçekleştirilecektir. Yabancı mahkeme kararının kesinleştiğinin ispatı için yabancı kararı veren yabancı mahkeme tarafından usulen onanmış aslı veya örneği ile birlikte bu kararın kesinleştiğini belirten bir belgenin sunulması gerekmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2024/3459 esas, 2024/9890 karar ve 12.12.2024 tarihli kararında, “istinaf kanun yoluna başvurmama” belgesinin kararı veren ülke kanunlarına göre kararın kesinleştiğini kesin olarak göstermekte olan bir belge olarak kabul edildiğinden bahisle “İstinaf kanun yoluna başvurmama” belgesinin kesinleşme şerhi olarak kabul edilemeyeceği mahkeme ilamının onaylanmış aslı ve onaylanmış tercümesi ile kesinleştiğine dair belgenin onaylı aslı ve onaylı tercümesinin dosyaya sunulmadığı, gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesini uygun bulmamıştır. Bu durum karar içerisinde şu şekilde açıklanmıştır;

“…Yabancı devletin usul hukukuna tabi olarak verilmiş olan bir mahkeme kararının, mahkeme ilamı niteliğinde olup olmadığı ve kesinleşme şartları, hiç şüphesiz ki münhasıran kararın verildiği ülkenin usul hukukuna göre tayin ve tesbit olunması gerekecektir. Yabancı unsurlu davalarda usul hukukuna ait konular hakimin hukukuna (Lex Fori) tabi olduğuna göre, kararın verildiği ülkede davanın taraflarının boşanma hükmünün resmi makam kayıtlarına geçtiği de belirtildiği üzere “istinaf kanun yoluna başvurmama” belgesinin ve aslı ve onaylı suretinin kararı veren ülke kanunlarına göre bu belgenin kesinleşmeyi gösterir belge olarak kabul edilmelidir. Bu belgeler yabancı ilamın kesinleştiğini kesin olarak göstermekte olup; artık buna dair ayrıca bir belge aramaya lüzum bulunmamaktadır. Öyleyse yabancı ilamın tanınması için gereken diğer şartların (5718 sayılı Kanun md.58) bulunup bulunmadığı değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile isteğin reddi doğru bulunmamıştır…”

Ayrıca, HMK da eksik olan dava şartının giderilmesi için verilecek sürenin ne kadar olduğu belirtilmemiştir. Ancak Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2022/4505 esas, 2022/6534 karar ve 15.09.2022 tarihli kararında, kesinleşme şerhinin aslını ibraz etmesi için davacıya verilen 1 haftalık kesin sürenin makul olmadığına karar vermiştir. 

c-Karar, hukuk davasına ilişkin veya ceza ilamlarında yer alan kişisel haklarla ilgili olmalı

MÖHUK m.50 hükmü uyarınca bir yabancı mahkeme kararının Türkiye’de tanınabilmesi için ilamın bir özel hukuk uyuşmazlığına ilişkin olması gerekir. Bu durum, Hukuk Genel Kurulu,2017/2669 esas, 2021/109 karar ve 18.02.2021 tarihli kararında şu şekilde ifade edilmiştir;

“…Yabancı bir mahkeme kararının Türk Mahkemeleri’nce tenfiz edilebilmesi için, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığı çözmek için verilmiş olması gerekir. Hukuk davalarının usul hukukuna ilişkin bir vasıflandırma olmasına, vasıflandırmaya ilişkin değerlendirmeler ile hangi tür davaların hukuk davası olacağı, tenfizin talep edildiği ülke hukukuna göre belirlenecek ve değerlendirilecektir…”

Bahse konu kararda da belirtildiği üzere, tanınması veya tenfizi istenilen yabancı mahkeme kararının özel hukuk uyuşmazlığına ilişkin olması aranmaktadır.

2)Esasa İlişkin Şartlar

MÖHUK 54 maddesi; “(1) Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:

a)Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması.

b)İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.

c)Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.

ç)O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.” Hükmünü içermektedir.

a-Hükmün verildiği yer ile Türkiye arasında mütekabiliyetin bulunması

Görüldüğü üzere, mahkeme tarafından tenfiz kararı verilebilmesi için ilk şart, karşılıklılıktır. Mütekabiliyet, tenfizi talep edilen yabancı mahkeme kararının verildiği ülkede Türk mahkemesince verilmiş kararların tenfiz ediliyor olmasıdır.

Buna göre; yabancı bir mahkeme kararı hakkında tenfiz kararı verilebilmesi için kararın verildiği devlet ile Türkiye arasında akdi, hukuki veya fiili bir ilişkiye dayanan karşılıklılık koşulunun gerçekleşmiş olması gerekmektedir[10]. Bu şart tanımanın düzenlendiği 58. maddenin 54. maddeye yapmış olduğu atıf nedeniyle, tanıma davasında aranmayacaktır. Tenfiz davasında ise bu koşulun sağlanıp sağlanmadığı mahkemece re’sen incelenecektir.

b-İlamın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmemiş olması

Tanıma ve tenfiz kararı verilebilmesi için aranacak ikinci ön şart ise yetki konusuna ilişkindir. MÖHUK m.54/1-b hükmünde yabancı mahkeme ilamının tanınması için sağlanması gereken iki farklı yetki koşulu düzenlenmiştir. Bunlardan ilki hakimin re’sen inceleyeceği Türk mahkemelerinin münhasır yetkisinde olmayan bir uyuşmazlığa ilişkin ilam olması, diğer yetki koşulu ise davalı olarak gösterilen tarafın itirazı ile dikkate alınacak olan yabancı mahkemenin “aşırı yetkili” olması halidir[11].

aa)MÖHUK’ta ifade edilen münhasır yetkiden anlaşılması gereken, ilgili uyuşmazlığın mutlaka Türk mahkemesince görülmesi gerektiğidir. Dolayısıyla bu yönüyle kesin yetkiden ayrılır. Münhasır yetki doğrudan kamu düzeniyle ilgili olup Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuda karar verilmiş ise başkaca bir hususun araştırılmasına gerek olmaksızın tenfiz talebinin reddi gerekecektir[12].

Türk hukukunda münhasır yetki niteliğe sahip kuralların hangileri olduğu hususunda tartışmalar vardır. Ancak Türk hukukunda HMK m. 12’de düzenlenen taşınmazların aynına ilişkin davalara dair yetki kuralının münhasır nitelikte olduğu doktrinde ve Yargıtay kararlarında tartışmasız olarak kabul edilmektedir[13]. Dolayısıyla Türkiye’de bulunan taşınmaza ilişkin yabancı ülke mahkemesi tarafından verilmiş bir kararın tanınması ve tenfizi mümkün değildir.

Ayrıca Yargıtay, miras davalarının da Türk hukukunun münhasır yetkisine girdiği ve dolayısıyla bu konuda verilmiş yabancı mahkeme kararlarının tanınmasına ve tenfizine karar verilemeyeceğini kabul etmektedir.

Bu yönde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2023/1038 Esas, 2024/538 Karar ve 06.11.2024 tarihli kararı; “…Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, tenfiz davalarının basit yargılama usulüne tâbi olduğu, kesinleşmiş mahkeme kararının sunulmaması sebebiyle usuli müktesep hakkın ihlâl edildiği; miras davaları Türk mahkemelerinin münhasır yetkisinde olduğundan yargılamaya konu kararın tanınması ve tenfizinin talep edilemeyeceği, bu nedenle direnme kararında açıklanan gerekçelerin usul ve yasaya uygun olmadığı ve değişik gerekçeyle bozulması gerektiği…” şeklindedir.

bb)Aşkın yetki ise, yabancı bir devlet mahkemesinin suni bir bağlantı ile yani taraflarla veyahut dava konusu ile gerçek bir bağlantısı olmadan veya çok zayıf bir bağlantısı bulunmasına rağmen kendisini bir davada yetkili kılmasıdır[14].

c-Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı olmaması

Yabancı mahkeme kararlarının tanınmasına veya tenfizine karar verilebilmesi için esasa ilişkin şartlardan bir diğeri de tanınması veya tenfizi talep edilen hükmün açıkça kamu düzenine aykırı olmamasıdır. Yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığının denetlenmesi sırasında kararın içeriğinin kamu düzenine aykırı olup olmadığı değil, kararın Türkiye’de icra edilmesinin ve kararın icrasının sonuçlarının Türk kamu düzenine “açıkça” aykırı olup olmadığı incelenmelidir. Zira MÖHUK’da kabul edilen sisteme göre, tenfiz hâkimince, yabancı mahkeme kararı esastan incelenemez ve hukuka uygunluğu denetlenemez[15].

Kamu düzenine aykırılık, Hukuk Genel Kurulu 2017/52 Esas, 2021/671 Karar ve 03.06.2021 tarihli kararında; “…bilindiği gibi kamu düzeni kavramı zamana ve yere göre değişen, içeriği ve sınırları kesin olarak çizilemeyen bir kavramdır. Kamu düzenini bir toplumun siyasi, sosyal, ekonomik ve hukukî açıdan temel yapısını ve temel menfaatlerini ilgilendiren kurallar teşkil etmektedir. Devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkeler, kamu düzenini ilgilendiren kurallar olup, genel olarak, kamu menfaat ve düzenini koruma amacını güden emredici kanun hükümlerine aykırılık, ahlaka ve temel hak ve özgürlüklere aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini gerektiren hususlardır. Bu esaslara göre Türk hukukunun temel ilkelerine, Türk adap ve ahlak anlayışı ile Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere aykırılık kamu düzenine aykırılık teşkil edecektir…” şeklinde açıklanmıştır.

Kararda da belirtildiği üzere, kamu düzenine aykırılığın tespitinde, gereken kıstas yabancı ilamın Türk Hukukunda bir veya birden çok kanun hükümlerine aykırı bulunmasından çok, Türk Hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına ve hukuk siyasetine, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere milletlerarası alanda geçerli ortak ve kabul görmüş hukuk prensiplerine, ikili anlaşmalara, gelişmiş toplumların ortak benimsedikleri ahlak ve adalet anlayışına, medeniyet seviyesine siyasi ve ekonomik rejimine bakmak olmalıdır[16].

ç-Tanınması veya tenfizi talep edilen yabancı mahkeme kararı davalının savunma haklarına riayet edilerek verilmiş olmalıdır.

MÖHUK m.54/1-ç; O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.” Hükmünü içermektedir.

Hükümden de anlaşılacağı üzere, bu şartın yokluğu tenfiz mahkemesince re’sen gözetilmeyecek olup davalı tarafın itiraz üzerine değerlendirilecektir. Ayrıca madde metninde, savunma hakkının ihlali durumu sınırlı bir şekilde sayılmış olup hükümde belirtilmeyen ancak savunma hakkını ihlal eden diğer durumlar, adil yargılanma hakkı kamu düzeninin bir parçası olduğundan kamu düzenine aykırılık nedeniyle tanıma engeli oluşturabilir[17]. Bu durumda davalı taraf kamu düzenine aykırılıktan tanıma veya tenfiz isteminin reddini isteyebileceği[18] gibi hakim bu ihlali davalı tarafın itirazı olmasa dahi re’sen gözetecektir[19].

B.Tanıma ve Tenfiz Davalarında Usul

MÖHUK, tanıma ve tenfize ilişkin bazı hususlarda özel kanun olarak düzenleme yapmıştır. Bunlar; Görev ve yetki (m.51), tenfiz istemi (m.52), dilekçeye eklenecek belgeler(m.53), tebliğ ve itiraz (m.55), karar (m.56), yerine getirme ve temyiz yolu(m.57), kesin hüküm ve kesin delil etkisi (m.59) madde başlıkları altında incelenmiştir. Ancak, tanıma ve tenfiz davaları için bütün usulî meseleler MÖHUK’ta düzenlenmemiştir. Bu sebeple MÖHUK’ta yer almayan konularda genel kanun durumunda olan HMK’da yer alan hükümlere başvurulacaktır[20].

1)Tanıma ve Tenfiz Davasında Görevli Mahkeme

 MÖHUK m.51/1 , “Tenfiz kararları hakkında görevli mahkeme asliye mahkemesidir.” Hükmünü içermektedir. Hükümde her ne kadar yalnızca asliye mahkemesi ifadesi kullanılmışsa da buradan anlaşılması gereken asliye hukuk mahkemesidir[21]. Ancak, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un “aile mahkemesinin görevleri” başlıklı dördüncü maddesinin ikinci fıkrasında, aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizinin Aile Mahkemesince görülüp sonuçlandırılması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla tanınması veya tenfizi talep edilen yabancı mahkeme kararı aile hukukuna ilişkinse, tanıma ve tenfiz davalarının aile mahkemesinde açılması gerekir.

Ayrıca tanınması veya tenfizi talep edilen yabancı mahkeme kararı bir ticari dava ile ilgiliyse görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi olacaktır[22].

Görev hususu, kamu düzeninden olması sebebiyle hem mahkemece re’sen incelenecek hem de davanın her aşamasında değerlendirilebilecek ve görevsizlik kararı verilebilecektir.  Dolayısıyla tanıma ve tenfiz davalarında görevli mahkemenin doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir.

Bu konuya ilişkin Yargıtay kararları şöyledir;

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin, 2016/2295 Esas, 2016/6940 Karar ve 14.06.2016 tarihli kararı; “…Somut olayda davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin eşi olan …’ın kendi işlerini yapamadığını, “… Sulh Mahkemesinin 12/06/2014 tarih 25 XVII Y 49 sayılı tedbir kararı ve 29.01.2015 tarihli kesin kararı ile eşinin kısıtlı adayına vasi olarak atandığını belirterek söz konusu kararların Türkiye’de tanınması ve tenfizini talep etmiştir.5718 sayılı MÖHUK’nın 51. maddesinde tenfiz kararlarını vermeye görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu düzenlenmiştir. Düzenlemede tenfiz kararının hangi konudaki yabancı mahkeme kararına ilişkin olduğu hususunda bir ayrım yapılmamıştır. Bu durumda, anılan yasal düzenleme karşısında uyuşmazlığın … Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince … Asliye Hukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 14.06.2016 gününde oy birliğiyle karar verildi.” Şeklindedir.

Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1924 Esas, 2019/1060 Karar ve 15.10.2019 tarihli kararı; “…Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde, davacı Münih Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen vasi tayinine ilişkin kararın tanınması ve tenfizi isteminde bulunmuştur. MÖHUK’un 51/1. maddesi gereğince görevli mahkemenin asliye mahkemeleri olduğu ve görev hususu dava şartlarından olması nedeniyle yargılamanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınması gerektiğinden; davanın asliye mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekirken sulh hukuk mahkemesince davaya bakılmış olması hatalıdır. O hâlde, yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile direnme kararı bozulmalıdır… Direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,…”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2016/12178 Esas, 2018/718 Karar ve 05.02.2018 tarihli kararı; “…O halde, iddianın ileri sürülüşü ve yabancı mahkemenin kabulü dikkate alındığında uyuşmazlığın taraflar arasındaki cari hesap sözleşmesinden kaynaklandığı anlaşılmasına göre, işbu tenfiz davasında 6102 sayılı TTK’nin 4/1-a maddesi gereğince mutlak ticari dava niteliğindedir ve davaya bakmakla asliye ticaret mahkemesi görevlidir. Bu itibarla, mahkemece, davanın mutlak ticari dava olduğu ve asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde işin esasına girilerek karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın re’sen BOZULMASINA…”şeklindedir.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2015/2824 esas, 2015/6848 karar ve 03.07.2015 tarihli kararı; “…Dava, yabancı aile mahkemesi kararının tenfizi istemine ilişkindir. Aile Mahkemesince, uyuşmazlığın aile hukukundan kaynaklanmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından ise, uyuşmazlığın aile hukukundan kaynaklanan mal paylaşımı istemine ilişkin olduğu, kararın yabancı aile mahkemesince verildiği gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usûllerine Dair Kanunun 4/2. maddesi; 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usûl Hukuku Hakkındaki Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizinden kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağını hükme bağlamıştır. Somut olayda davacı Avustralya devleti Brisbane Aile Mahkemesinin 209 Ekim 2009 tarih ve (P) BRF8564/2001 sayılı kararı ile davalının müvekkiline 200.000,00 Dolar alacak ve 15.902,00 Dolar mahkeme masrafı olmak üzere toplamda 215.902,00 Dolar ödemesine karar verdiğini belirterek, davalının dava süresi sonunda Avustralya’dan ayrılıp Türkiye’de yaşamaya başladığından alacak ilâmının tanınması ve tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Buna göre uyuşmazlığın aile mahkemesi tarafından görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir…” şeklindedir.

2)Tanıma ve Tenfiz Davasında Yetkili Mahkeme

Tanıma ve tenfiz davalarında yetkili mahkeme konusu MÖHUK m.51/2’de düzenlenmiş olup ilgili hüküm uyarınca; “Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sakin olduğu yer mahkemesinden, Türkiye’de yerleşim yeri veya sakin olduğu bir yer mevcut değilse Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.”

Hükümden de anlaşılacağı üzere, tanıma ve tenfiz davasında ilk derecede yetkili mahkeme ,“kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’deki yerleşim yeri mahkemesidir”. Yerleşim yeri, gerçek kişiler için TMK m.19-20’ye, tüzel kişiler için ise TMK m.51’e göre tespit edilecektir.

Kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’de bir yerleşim yeri yoksa bu durumda yetkili mahkeme ilgili hüküm uyarınca,  “kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’de sakin olduğu yer mahkemesi” olacaktır. “Sakin” olma kavramının hangi kriterler doğrultusunda tespit edileceğine dair yasal bir düzenleme yoktur. Bu tespit yapılırken dikkat edilecek husus, kısaca kişinin Türkiye’de zaman zaman bulunduğu, çevresi tarafından kişinin orada oturduğunun bilindiği yer olarak ifade edilebilir[23].

Kendisine karşı tenfizi istenilen kimsenin Türkiye’de sakin olduğu bir yer de yoksa bu durumda yabancı mahkeme kararının tanınması veya tenfizi Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilecektir. Her ne kadar ilk iki basamakta bir sıra söz konusu olsa da artık Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemeleri arasında bir sıra söz konusu değildir, davacı bu üç mahkemeden dilediğinde tenfiz davası açılabilecektir[24].

MÖHUK m.51/2’de düzenlenmiş bulunan yetki kesin yetki değildir. Yani yetkisiz bir mahkemede tanıma veya tenfiz davası açılmışsa bu durum mahkemece re’sen gözetilmeyeceği gibi kendisine karşı tenfiz davası açılan kişi bu yetki kuralına aykırılığa ilişkin itirazını ancak ilk itiraz olarak cevap dilekçesinde ileri sürebilecektir. Aksi takdirde davanın açılmış olduğu mahkeme yetkili hale gelecektir[25]. Ayrıca kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’de bir yerleşim yeri ve sakin olduğu bir yer yoksa ve dava üçüncü basamakta sayılan mahkemelerden birinde açılmamışsa yani dava yetkisiz mahkemede açılmışsa, Ankara, İzmir veya İstanbul Mahkemeleri’nden birini seçme hakkı davalıya geçecektir[26].

Bu konuya ilişkin Yargıtay kararları ise şöyledir;

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 2024/12576 Esas, 2025/4010 Karar ve 25.03.2025 tarihli kararı; “…Dosya kapsamından, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi davalarında yetkinin kesin olmadığı, davanın Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı, mahkemece resen yetkisizlik kararı verildiği, ancak davalının yetki itirazında bulunmadığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın davanın ilk açıldığı yer olan Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesince sonuçlandırılması gerekmektedir. Açıklanan sebeplerle; 6100 sayılı Kanun’un 21 ve 22 nci maddeleri ile 5235 sayılı Kanun’un 36 ncı maddesinin üçüncü fıkrası gereğince Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE,…” şeklindedir.

Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin, 2024/4310 esas, 2024/7485 karar sayılı, 24.06.2024 tarihli kararı;“…Bir yerin sakin olunan yer olabilmesi için kısa bir süreliğine de olsa orada bulunulmasının yeterli olduğundan ilgilinin Türkiye’ye geldiğinde konakladığı yerin, sakin olduğu yeri göstereceği, nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının da yetkili ve görevli mahkemenin düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu, bulunmaması halinde ilgilinin sakin olduğu yerdeki asliye hukuk mahkemesi olduğu, davacının Ulusal Yargı Ağı Projesi sistemindeki kayıtları ve dava dilekçesi ekinde bulunan vekaletnameden anlaşılacağı üzere yerleşim yerinin Belçika Krallığı olduğu, dolayısıyla Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmadığı, davacının davayı açması için Kuşadasında bulunan bir vekil ile anlaştığı, davanın ilk olarak Kuşadasında açıldığı, davacının babasının ve annesi olduğunu iddia ettiği …’ın Davutlar Mahallesi Kuşadası ilçesinde yaşadığı, yine yapılan araştırmalarda davacının yalnızca Davutlar/Kuşadası şubesinde banka hesabının bulunduğunun görüldüğü, tanık beyanları ve dava dilekçesinden davacının doğum yerinin Belçika Krallığı olduğunun anlaşıldığı, tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde davacının Türkiye’de sakin olduğu yerin … olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle yetksizlik kararı verilmiştir…

…Dosya kapsamından, nüfus kaydı düzeltilmesi istenilen davacının yerleşim yeri adresinin Ganshoren/Belçika Krallığı olduğu, dosya kapsamından ise Türkiye’deki sakin olduğu yerin ise Kuşadası/Aydın olduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın Kuşadası 3. Asliye Mahkemesince sonuçlandırılması gerekmektedir…” şeklindedir.

3)Tanıma ve Tenfiz Davasını Kimler Açabilir

Kimlerin tenfiz talebinde bulunabileceği, 5718 sayılı MÖHUK’un “tenfiz istemi” başlıklı 52. maddesinin birinci fıkrasında şu şekilde hüküm altına alınmıştır; “Kararın tenfiz edilmesinde hukukî yararı bulunan herkes tenfiz isteminde bulunabilir…”.

Hükümde de belirtildiği üzere, kararın tenfiz edilmesinde hukuki yararı bulunan herkes tenfiz isteminde bulunabilecektir. Dolayısıyla ilamda yer alan tarafların yanında taraf gösterilmemiş ve bizzat hakkında hüküm kurulmamış olsa da hukuki menfaati bulunan kişiler tenfiz talebinde bulunabilecektir. Kanun burada her ne kadar sadece tenfiz kelimesini kullanmış olsa da maddenin yer aldığı ikinci bölümün başlığının yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi olduğu için, bu hükmün yabancı mahkeme kararlarının tanınması talebinde de uygulanacağı kabul edilmektedir[27]. Vurgulamakta yarar vardır ki, bu düzenleme daha önceki Kanun metninde olmayıp, 5718 sayılı Kanun’la getirilmiştir.

Hukuki yararının bulunduğunun kabul edilebilmesi için, tarafın o kararın tanınması ve tenfizinde güncel, hukuki veya ekonomik yararının bulunması ve bu yararın sadece mahkeme yoluyla elde edilebilme zorunluluğu bulunmalıdır[28]. Dolayısıyla, Bir hakkın, mahkeme kararına gerek olmaksızın, başka bir yolla ve aynı ölçüde güvenli olarak elde edilebilmesinin mümkün bulunduğu hâllerde, o hakla ilgili olarak dava açılmasında hukuki yarar bulunmazken; o hakkın ancak, mahkeme kararı ile elde edilebileceği hâllerde, hukuki yararın varlığının kabulü gerekir[29]. Ayrıca hukuki yarar bir dava şartı olup, hukuki yararın mevcut olup olmadığı o davaya konu olayın somut özellikleri çerçevesinde mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden araştırılacaktır[30].

4)Tenfiz İstemi ve Dilekçeye Eklenecek Belgeler

a-Tenfiz isteminin bir dilekçeyle olacağı MÖHUK m.52/1-c.2 de açıkça düzenlenmiştir. Dilekçede bulunması gereken hususlar ise yine aynı maddede üç bent halinde sayılmıştır. Bunlar;

· Tenfiz isteyenle, karşı tarafın ve varsa kanunî temsilci ve vekillerinin ad, soyad ve adresleri.

· Tenfiz konusu hükmün hangi devlet mahkemesinden verilmiş olduğu ve mahkemenin adı ile ilâmın tarih ve numarası ve hükmün özeti.

· Tenfiz, hükmün bir kısmı hakkında isteniyorsa bunun hangi kısım olduğu.

Burada açıkça belirtilmeyen hususların da HMK m.119 uyarınca bir dilekçede olması gerekir. Bunlar; talep sonucunun açık bir şekilde yazılması, davacının Türk vatandaşı olması durumunda Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasıdır[31]. Dilekçeye karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir.

b-Dilekçede bulunması gereken hususların yanında MÖHUK m.53’te, “dilekçeye eklenecek belgeler” başlığı altında ayrıca dilekçeye eklenmesi gereken belgeler sayılmıştır. Bunlar;

·Yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi.      

· İlâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi.

MÖHUK m.53’te sayılan belgelerin dilekçeye eklenmemiş olması durumunda ne yapılması gerektiği hususunda bir düzenleme Kanun’da yapılmamıştır. Ancak, Yargıtay yeni tarihli kararlarında tanıma ve tenfiz dilekçesindeki bu eksikliklerin dava şartı niteliğinde olduğu ve 6100 sayılı HMK m.115/2 uyarınca işlem yapılması gerektiği yönünde karar vermiştir.

Bu yönde, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2019/5368 esas,2020/4418 karar ve 26.10.2020 tarihli kararı; “…Şu halde, tanınması ve tenfizi istenen yabancı mahkeme kararının aslının ve onanmış tercümelerinin dosyada bulunmadığı gözetildiğinde mahkemece, HMK 115/2. maddesi uyarınca, dava şartı olan kesinleşme şerhli yabancı mahkeme kararının aslını veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi ile ilâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesini sunmak üzere davacı vekiline kesin süre verilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” şeklindedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2024/12327 esas, 2025/346 karar ve 13.01.2025 tarihli kararı; “…Somut olayda, Mahkemece tanınması istenen kararın kesinleştiği kabul edilmiş ise de; davacı tarafça tanınması istenilen karar üzerinde kesinleşme şerhi bulunmadığı gibi bu kararın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi de dosyaya sunulmamıştır. Bu durumda mahkemece, davacı tarafa tanınması istenilen kararın kesinleştiğini gösteren usulüne uygun yazıyı ve tercümesini dosyaya sunması için süre verilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı olarak hüküm tesisi doğru görülmemiştir…” şeklindedir.

5)Tanıma ve Tenfiz Davalarında Tebligat ve Yargılama Usulü

Tanıma ve tenfiz davalarında tebligat ve yargılama usulünün nasıl olacağı MÖHUK m.55/1 ‘de “tebliğ ve itiraz” başlığı altında düzenlenmiştir. ilgili hüküm şu şekildedir;

“Tenfiz istemine ilişkin dilekçe, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilir. İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizi de aynı hükme tâbidir. Hasımsız ihtilâfsız kaza kararlarında tebliğ hükmü uygulanmaz. İstem, basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanır.”

a-Tebligat konusu da usule ilişkin bir mesele olduğundan ve milletlerarası usule ait olan konularda genel prensip olarak lex fori’nin yani hâkimin hukukunun uygulanması kabul edildiğinden, tebligat konusunda da lex fori dikkate alınacaktır[32]. Türk mahkemeleri önünde görülecek olan tanıma ve tenfiz davalarında tebligat Türk hukukuna ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara göre yapılacaktır[33]. Tanıma ve tenfiz davalarında, tebligat hususu önemli olup usulüne uygun bir tebliğ yapılmaksızın karar verilmesi durumunda hukuki dinlenilme hakkı ve beraberinde savunma hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

Bu yönde; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin , 2016/24438 esas, 2017/11374 karar ve 19.10.2017 tarihli kararı; “…Dava, yabancı mahkemede verilen boşanma hükmünün tanıma ve tenfiz talebine ilişkindir. Yabancı mahkeme kararının tenfizi ve tanınması talepleri basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanır (2675 sayılı MÖHUK m.39/1). Davalıya, dava dilekçesinin tebliği için çıkartılan tebliğ mazbatasında davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceği gösterilir (HMK m.122). Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez (HMK m.137/1-2). Somut olayda davalıya, dava dilekçesi ve duruşma gününü ihtiva eden konsolosluk vasıtasıyla gönderilen ilk davetiye davalının adreste tanınmadığından tebliğ edilemediği belirtilerek mahkemeye iade edilmiş, ikinci davetiyede ise tebliğ evrakının konsolosluğa ulaştığı tarihte duruşma gününün geçmiş olduğundan bahisle tebliğ edilemediği belirtilerek tebliğ evrakının mahkemeye geri gönderildiği görülmüştür. Davalıya dava dilekçesinin tebliği yapılamamıştır. Bu durum davalının savunma hakkını kısıtlayan önemli bir usul hatasıdır (HMK m.27). O halde belirtilen hususlar nazara alınmadan, davalıya savunma ve delillerini bildirme imkanı tanınmadan yokluğunda hüküm kurulması doğru bulunmamıştır…” şeklindedir.

b-Tanıma ve tenfiz davalarında basit yargılama usulü uygulanır.  MÖHUK m.55/1’de tanıma ve tenfiz istemine ilişkin dilekçenin duruşma günü ile birlikte tarafa tebliğ edileceği açıkça düzenleme altına alınmıştır. Dolayısıyla her ne kadar basit yargılama usulü uygulansa da MÖHUK da yer alan bu açık düzenleme karşısında HMK m.320/1, “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” Hükmü uygulanamayacaktır.

Bu durum Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2017/8161 esas, 2018/2520 karar ve 20.02.2018 tarihli kararında; “… Dava, davacının 26.09.2013 tarihinde vefat eden babası … … hakkında Almanya mahkemelerince verilen vesayet kararının 5718 sayılı MÖHUK 58. maddesi gereği tanınması istemine ilişkindir. 5718 sayılı MÖHUK’nın 55. maddesinde, tenfiz istemine ilişkin dilekçe, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edileceği, ihtilafsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizinin de aynı hükme tâbi olduğu, istemin basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanacağı, basit yargılama usulünün uygulandığı davalarda 6100 sayılı HMK’nın 317. maddesinde de, davalıya tebligat yapılması gerektiği; 320-1 maddesinde mahkemenin mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği hükme bağlanmıştır. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmiş ise de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; sözü edilen maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir, başka bir anlatımla, ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya Kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin İİK’nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet başvurusu gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez.

Bilindiği üzere HMK’nın hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da kapsar. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı HMK’nın 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, taraf dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe karar verilmesi mümkün bulunmadığından; Mahkemece duruşma açılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.” Şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2023/3912 esas, 2023/5837 karar ve 30.11.2023 tarihli kararı da ; “…1.Dava, yabancı mahkemece verilen boşanma kararının ve velâyet hükümlerinin tanınması ve tenfizi isteğine ilişkin olup, 23.06.2022 günü açılmış, Mahkemece, tanıma istemine ilişkin dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmiş ancak duruşma açılmaksızın dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 07.10.2022 tarihinde tanıma ve tenfiz kararı verilmiştir.

2.Tanıma ve tenfiz istemine ilişkin dava dilekçesinin duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliği zorunludur. Sadece ihtilafsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizinde tebliğ hükmü uygulanmaz. İstem, basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanır. 5718 sayılı Kanun’un 55 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, karşı taraf tenfiz ve tanıma şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilamının kısmen veya tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel bir sebep ortaya çıkmış olduğunu öne sürerek itirazda bulunabilir. Tanınması istenen yabancı ilâm, ihtilafsız kazaya ilişkin olmadığına göre, davalıya, duruşma günü tebliğ edilmeden, varsa itirazlarını bildirme hakkı tanınmadan ve basit yargılama usulüne ilişkin usulî işlemler yerine getirilmeden işin incelenip karara bağlanması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” şeklindedir.

6)Tanıma ve Tenfiz Davasında Zamanaşımı

Milletlerarası özel hukukunda ise zamanaşımı terimi kullanıldığında bu kavram dört ayrı duruma ilişkin olabilir.[34] Bunlar:

a-Türk hâkiminin önüne gelen ve yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıkta dava konusuna uygulanacak zamanaşımı süresi

b-Tanıma ve Tenfiz davası açılabilmesi için uygulanacak zamanaşımı süresi

c-Türk mahkemelerince tenfiz edilen yabancı mahkeme kararlarının icraya konması için uygulanan zamanaşımı süresi

d-Tanınmasına veya tenfizine karar verilen yabancı ilamlara dayanılarak Türk mahkemelerinde açılacak davalarda zamanaşımı süresinin hangi andan itibaren işlemeye başlayacağıdır.

a-Türk hâkiminin önüne gelen ve yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıkta dava konusuna uygulanacak zamanaşımı süresi

Birinci ihtimal, Türk hâkiminin önüne gelen ve yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıkta dava konusuna uygulanacak zamanaşımı süresinin ne olacağıdır. Bu konu MÖHUK m. 8’de düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre zamanaşımı, hukukî işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka tâbidir[35].

b-Tanıma ve Tenfiz davası açılabilmesi için uygulanacak zamanaşımı süresi

MÖHUK yabancı mahkeme kararının verildiği tarihten itibaren hangi süre içerisinde Türk mahkemeleri önünde tanıma ve tenfiz davası açılması gerektiğine  ilişkin hüküm içermemektedir. Türk mahkemeleri önünde tanıma davasına konu olacak tespit ve inşai hükümler içeren yabancı mahkeme kararları kural olarak zamanaşımına uğramazlar[36]. Bu konuya dair Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2022/766 esas, 2023/975 karar sayılı, 18.10.2023 tarihli kararında  aile ve şahıs hukukuna ilişkin tanıma ve tenfize ilişkin davaların her zaman açılabileceğin yönünde karar vermiştir. Karar içerisinde bu durum şu şekilde ifade edilmiştir;

“…Yukarıda belirtilen ilkeler dikkate alındığında; aile ve şahıs hukukuna ilişkin ilâmların zamanaşımına uğramadığı, yabancı mahkemelerce verilen boşanma kararlarının tanıması ve tenfizi için belirlenmiş bir zamanaşımı süresinin bulunmadığı, dolayısıyla boşanmaya ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin davaların her zaman açılabileceği, 5718 sayılı Kanun’un 59 uncu maddesi uyarınca eldeki tanıma ve tenfiz davasına konu boşanmaya ilişkin yabancı mahkeme ilâmının yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade ettiği, dolayısyla hukuken eşler yönünden boşanmanın kişisel sonuçlarının aynı tarihten itibaren doğduğu kuşkusuzdur…”

c-Türk mahkemelerince tenfiz edilen yabancı mahkeme kararlarının icraya konması için uygulanan zamanaşımı süresi

Tanıma ve tenfiz kararları, Türk mahkemelerince verilmiş kararlar oldukları için bu kararların  2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m.39 a göre 10 yıl içinde icra edilmesi gerekir.

d-Tanınmasına veya tenfizine karar verilen yabancı ilamlara dayanılarak Türk mahkemelerinde açılacak davalarda zamanaşımı süresinin hangi andan itibaren işlemeye başlayacağı hakkında değerlendirme

MÖHUK m. 59’da yabancı ilamın kesin hüküm kesin delil etkisinin yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceği düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere, tanıma ve tenfiz kararı geçmişe etkili olacaktır.

Bu konuda yabancı mahkemece verilmiş olan boşanma kararının Türkiye’de tanınması ve tenfizi sonrası açılacak olan “boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin” davaların tabi oldukları zamanaşımı sürelerinin ne zaman başlaması gerektiği konusu hem doktrin hem de Yargıtay tarafından yabancı mahkeme kararının Türk mahkemeleri önünde tanındıktan veya tenfiz edildikten sonra başlayacağı kabul edilmiştir.  

Bu yönde Hukuk Genel Kurulu’nun 2018/471 Esas,2021/1586 Karar ve 07.12.2021 tarihli kararı; “…Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, tarafların 07.10.1977 tarihinde evlendikleri, Hollanda Utrecht Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı ile 12.09.2001 tarihinde boşandıkları, yabancı mahkeme kararının 16.01.2002 tarihinde kesinleştiği, boşanmaya ilişkin kararın Burdur 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/197 E. ve 2004/172 K. sayılı kararı ile tenfizine karar verildiği, tenfiz kararının 03.06.2004 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 15.02.2012 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda 18. paragrafta açıklandığı üzere; eşler Türk kanunlarına göre, Türk mahkemelerince tanıma-tenfiz kararı verilmedikçe boşanmış sayılmazlar. TBK’nın 153/3. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm uyarınca; evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz, başlamışsa da durur. Aynı şekilde 153/6. maddesine göre de; alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme imkânı bulunmadığı sürece zamanaşımı süresinin işlemeye başlamayacağı dikkate alındığında, bir alacak davası olan mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davalarda zamanaşımı süresinin boşanmanın malî sonuçlarına bağlı dava haklarının kullanılabilir hâle geldiği, tanıma-tenfiz kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren istenebilir hâle geldiğinin kabulü gerekir. Aksi yönde bir değerlendirme, MÖHUK’un 50/1. maddesinde belirtilen yabancı mahkemelerin hukuk davalarına ilişkin olarak verdiği kararların, Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlı olması kuralına da aykırılık teşkil edecektir. 25. Hâl böyle olunca, tarafların yabancı mahkeme kararı ile boşanmalarına karar verilmiş olması durumunda; eşler arasındaki mal rejiminden kaynaklanan alacak davasında zamanaşımı süresinin başlangıcında, yabancı mahkeme ilamının tenfizine ilişkin kararın kesinleşmesi tarihinin esas alınması gerekmektedir…”şeklindedir.

Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2022/1205 Esas, 2023/1188 Karar ve 29.11.2023 tarihli kararında görüş değiştirmiş ve boşanmanın mali sonuçlarına dair mal rejimi davasına ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresinin yabancı mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren başlayacağına hükmetmiştir. Karar içerisinde bu durum şu şekilde açıklanmıştır; “…Ne var ki; Türk mahkemelerince verilen boşanma kararı ya da yabancı bir ülkede verilen boşanma hükmünün tanınmasına ilişkin kararın kesinleşmesinden önce mal rejiminin tasfiyesine yönelik dava açıldığı takdirde; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 inci maddesinin son fıkrası ve 6100 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi hükümlerinde öngörülen usul ekonomisi uyarınca dava ret edilmeyip, derdest boşanma ya da yabancı mahkemece verilen boşanma kararının tanınmasına ilişkin davanın sonucunun beklenmesi, dava dosyasının bekletici mesele yapılması öteden beri uygulanan bir usuldür. Nitekim benzer ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.06.2012 tarihli ve 2012/8-268 Esas, 2012/420 Karar; 17.12.2014 tarihli ve 2014/8-45 Esas, 2014/1062 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Dolayısıyla yabancı mahkemece verilen ve kesinleşmiş olan boşanma kararına dayanarak, Türk mahkemeleri önünde mal rejiminden kaynaklanan alacak davası açılmasının önünde hukuki bir engel bulunmamaktadır. Öyle ise 6098 sayılı Kanun’un 153/6 ncı maddesinde yer alan düzenlemeden yola çıkılarak zamanaşımı süresinin başlamayacağı sonucuna varılması da hukuken mümkün değildir…

…Öyle ise yorum yolu ile kanun hükümleri dışına çıkılarak; boşanmanın kişisel ve malî sonuçları arasında zamanaşımının başlangıcı yönünden bir ayrıma gidilmesi, kişisel sonuçların yabancı mahkeme ilâmının kesinleştiği tarihten itibaren, buna karşılık malî sonuçlara ilişkin dava haklarının kullanılmasında tanıma-tenfiz kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren zamanaşımının başladığının kabul edilmesi ve bu yolla boşanan eşlerin kanunda benimsenen sürelerden çok daha uzun sürelerle dava tehdidi altında bırakılması da hukuka uygun değildir…”

7)İspat ve Deliller

İspat kavramı, uyuşmazlık konusu hakkında belirsiz ve çelişkili olan kısımların taraflarca açıklanmasıdır. İspat ölçüsü hâkimde vakıanın kesinliğinin anlaşılması ve ispat edilmesi noktasındaki kesinliktir[37].

Tanıma ve tenfiz taleplerinde basit yargılama ölçüsü kapsamında inceleme yapacak olan hâkim, kanunda tanıma ve tenfiz taleplerinin gerçekleşmesi için var olan şartların mevcut olup olmadığı incelemesini yapacaktır. Hâkimin buradaki görevi re’sen araştırma ilkesi çerçevesindedir[38].

MÖHUK, özel olarak tanıma ve tenfiz taleplerinde ispat kuralı, aracı ve ölçüsü tanımlamamıştır. Bu durumun temel nedeni ispat hukukuna ait kaidelerin lex fori’ye tabi olduğunun doğal olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır[39]. Tanıma ve tenfiz taleplerinde hâkim şartların var olup olmadığını inceler. Tanıma ve tenfiz taleplerinde incelenmesi gereken şartlar kural olarak hâkimin re’sen inceleyeceği şartlar olmakla birlikte, kamu düzeni, münhasır yetki, davanın usulüne uygun incelenmediği, tebligatın yapılmadığı gibi taraflar ile doğrudan ilişkili vakıaların incelenmesinde taraflarca getirilmesi ilkesi doğrultusunda inceleme yapılacaktır. Belirtilen noktada itirazı olan tarafın bunu mahkemeye itiraz olarak dile getirmesi gereklidir. Kanuna aykırı bir durumun incelenmesi gerekliliği nedeniyle basit yargılama esasına göre incelenecek olan davada, bu itirazlar ilk itiraz olarak değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülecek olan itirazlardır. Çekişmeli yargıda ise var olan taraflarca getirilme ilkesi, çekişmeli yargının temel özelliği olmak ile birlikte, çekişmeli yargının gereği, taraflar arasında var olan husumetin bir sonucu olarak davacı ve davalı olan tarafların, kendilerini haklı çıkarmak ve vakıalarını ispat etmek, hâkimde kanaat oluşturmak amacıyla mahkemeye vakıa getirmeleridir. Ancak tanıma ve tenfiz taleplerinde, çekişmesiz yargının özelliğini bünyesinde barındıran re’sen araştırma ilkesi kabul edilmektedir.

Tanıma ve tenfiz taleplerinde taraflar yabancı mahkemenin sonucunun Türkiye’de geçerli olması ve sonucunda eda, tespit, inşai nitelikte bir kararın ortaya çıkması amacıyla hareket ederler. Bu doğrultuda bakıldığında tarafların tanıma ve tenfiz taleplerinde, yabancı mahkeme kararının Türkiye’de geçerli olması amacıyla bir prosedürden hareket ettikleri görülmektedir. Bu prosedür çerçevesinde talep sadece yabancı mahkeme kararının tanınması ve tenfiz edilmesi olup, kanunda belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediği incelemesini yapmak da hakimin re’sen takdir edeceği bir durumdur. Hâkimin tanıma ve tenfiz taleplerindeki şartların değerlendirilmesi noktasında, özellikle 51 madde çerçevesindeki şartların varlığını incelemesindeki re’sen hareket ve değerlendirme serbestiyeti, tanıma ve tenfiz taleplerini kural olarak çekişmesiz yargı işleri içerisinde değerlendirilmesini sağlamaktadır.

Kanun düzenlemesinden görüldüğü üzere taraflara doğrudan bir ispat yükü yüklenmemiştir. Tarafların mahkemenin seyrine ve yabancı mahkeme kararının MÖHUK tanıma ve tenfiz taleplerini karşılamadığı hakkında yapacakları itirazlar ışığında bir ispat yükü söz konusu olabilecektir. Şöyle ki, tanıma veya tenfiz talebiyle ilgili olarak açılan bir davada davacının tanıma ve tenfiz talebine karşı, davalı eğer, esas kararın aşırı yetki veya Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuda verildiğini iddia ediyor ise bu durumda, kararın tanıma veya tenfiz şartlarına haiz olduğu ve davalının taleplerinin yerinde olmadığı hususundaki ispat yükü davacı tarafa ait olmaktadır.

8)Tanıma ve Tenfiz Davalarına İtiraz ve Türk Mahkemesince Verilecek Karar

a-Tanıma ve tenfiz davalarında itiraz MÖHUK m.55/2 de düzenlenmiş olup, MÖHUK m.55/2 “Karşı taraf ancak bu bölüm hükümlerine göre tenfiz şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilâmının kısmen veya tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel bir sebep ortaya çıkmış olduğunu öne sürerek itiraz edebilir.” Hükmünü içermektedir.

İtiraz sebepleri Kanun’da sınırlı olarak düzenlenmiştir. Bunlar;

·Tenfiz şartlarının bulunmadığı,

·Yabancı mahkeme kararının kısmen veya tamamen yerine getirilmiş olması,

·Yabancı mahkeme kararının yerine getirilmesine engel sebeplerin ortaya çıkmasıdır.

Hükümdeki itiraz sebeplerinin esasa ilişkin olmamasının sebebi tanıma ve tenfiz davalarında revizyon yasağının olmasıdır. Revizyon yasağı Kanun’da düzenlenmemiştir. Ancak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu 2010/1 esas, 2012/1 Karar ve 10.02.2012 tarihli kararında revizyon yasağının Türk hukukunda da kabul edildiğini açıkça ortaya koymuştur. Revizyon yasağı, esasa girme yasağıdır. Buna göre tenfiz mahkemesi sadece Kanun’un aradığı tanıma ve tenfiz şartlarının varlığını inceleyecek[40] ve kanunun aradığı şartların sağlandığını tespit ederse yabancı mahkeme kararının tanınmasına veya tenfizine karar verecektir. Zira, mahkeme bu davalar bakımından takdir yetkisine sahip değildir[41].

Görüldüğü üzere, Türk mahkemeleri yabancı mahkemelerce verilen kararın tanınması ve tenfizinde esasa giremeyecek, esasa uygulanacak hukukun tayini, tatbiki doğru mu, yabancı mahkeme delilleri doğru değerlendirmiş mi diye bakamayacaktır[42]. Bu kuralın istisnasını “kamu düzenine aykırılık” halleri oluşturacak olup bu inceleme de yalnızca hüküm fıkrası üzerinden gerçekleştirilecektir.  

b-MÖHUK m.56 ise, “Mahkemece ilâmın kısmen veya tamamen tenfizine veya istemin reddine karar verilebilir. Bu karar yabancı mahkeme ilâmının altına yazılır ve hâkim tarafından mühürlenip imzalanır.” Hükmünü içermektedir.

MÖHUK m.52/1-c hükmünde de belirtildiği üzere, yabancı mahkeme kararının bir kısmının da tenfizi Türk Mahkemesinden istenebilecektir.

Türk mahkemesi tanıma veya tenfiz kararı ile yabancı mahkeme ilamına Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kesin hüküm ve kesin delil etkisi kazandırır. Tenfize karar verilmişse, kesin hüküm kesin delil etkisinin yanında icra kabiliyeti de kazandırmış olur[43]. Kesin hüküm, bir uyuşmazlığı nihai olarak ortadan kaldıran ve o hususun mahkemelerde yeniden inceleme konusu yapılmasına engel olan kanuni hakikat vasfıdır ve kararın aynı konuda, aynı taraflar arasında, aynı sebeple yeniden kaza organı önünde muhakeme konusu yapılamamasıdır[44].

MÖHUK’un, “Kesin Hüküm ve Kesin Delil Etkisi” başlıklı 59 uncu maddesi ise “Yabancı ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Bu hükümle, yabancı mahkemeye ait ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin yabancı mahkeme kararının tanınmasından itibaren değil, tanımaya konu yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren etkisini göstereceği kabul edilmiştir. Bir başka ifade ile tanıma kararları nitelikleri gereği, verildikleri andan geriye etkili olarak yabancı mahkeme kararının kesinleştiği tarih itibariyle hüküm ifade edecektir[45].

9) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Tanıma ve Tenfizle İlgili Değerlendirmesi

a-Tanıma ve tenfiz hükümlerinin özellikle mahkemeye erişim hakkı bakımından yarattığı sorunlar [46]

5718 sayılı MÖHUK ile kabul edilen en önemli değişiklik, tanıma veya tenfiz talebinde bulunabilecek kişilere ilişkindir. MÖHUK m. 52 uyarınca, “yabancı mahkeme kararının tenfiz edilmesinde hukukî yararı bulunan herkesin tenfiz isteminde bulunabileceği” kabul edilmiştir. Bu değişikliğin temeli AİHM’in Türkiye hakkında verdiği bir ihlal kararına dayanmaktadır. 2675 sayılı MÖHUK’da, tanıma veya tenfiz talebinde bulunabilecek kişilere ilişkin herhangi bir belirleme bulunmamasına rağmen Yargıtay, özellikle yabancı devletlerde verilen boşanma kararlarının tanınması bakımından, tanıma talebinde bulunmayı “şahsa bağlı hak” olarak nitelendirip, bu tür kararların tanınması talebinin sadece esas uyuşmazlığın taraflarınca ileri sürülebileceğini kabul etmekte idi[47].

AİHM kararına konu olayda da Yargıtay 2. HD, -boşanma kararının tarafı olmayan- çocuğun boşanma ve boşanmanın fer’ileri hakkında verilen yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi talebiyle dava açamayacağı gerekçesiyle, başvurucunun ölen babası hakkında Almanya Bensheim Asliye Hukuk Mahkemesince verilmiş boşanma kararının tanınması talebini kabul eden yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yeniden yapılan yargılama sonucunda, yerel mahkemenin Yargıtay kararına uyarak başvurucunun tanıma talebini reddetmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine, uyuşmazlık AİHM’e taşınmıştır.

AİHM, öncelikle 2675 sayılı MÖHUK’da, tanıma veya tenfiz davası açabilecek kişilerin açıkça belirtilmediğini, Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre, yalnızca ilk yargılamaya taraf olanların yabancı bir ülkede alınan kararın tanınması veya tenfizi için dava açabileceklerinin kabulü halinde çocukların anne-babalarının boşanma kararının tanınması için başvuru yapma imkânının ortadan kalktığını ifade etmiştir. Tanınması istenen kararın taraflarının korunmaya çalışılırken, tanıma talebinde bulunmakta meşru yararı bulunan kişilerin mahkemeye erişimlerinin engellendiğini ve bunun da iki yarar arasında orantısızlığa yol açtığını belirten AİHM, kararın tanınması ile elde edilecek imkânlarından mahrum bırakan bu ihtilaflı içtihadın, başvurana, orantısız bir yük dayattığı ve bu suretle mahkemeye erişim hakkının özde çiğnendiği kanaatine varmıştır. Böylece AİHM Başvurucunun hem AİHS m. 6/f. 1 ile korunan adil yargılanma hakkının, hem de miras haklarının zarara uğratıldığı gerekçesiyle Ek Protokol m. 1’in ihlal edildiğine hükmetmiştir[48].

b)Tanıma ve tenfiz şartlarının tanıma ve tenfiz hakkının özüne zarar vermeyecek şekilde düzenlenmesi ve yorumlanması yükümlülüğü

AİHM’in, tanıma veya tenfiz hakkının tanınması gerektiğine, bu hakkın tanınmasının yetmeyip aynı zamanda makul şart ve değerlendirmelere tabi tutulmasının zorunlu olduğuna ilişkin belki de en önemli kararı Négrépontis Giannisis – Yunanistan kararıdır [49]. Karara konu olay, dayısı ile birlikte bir süre Amerika’da yaşayan ve doğumundan itibaren dayısı ile çok sıkı bağları bulunan (baba-oğul ilişkisi yaşayan) başvurucunun dayısı tarafından evlat edinilmesine ilişkin Amerikan mahkemeleri kararının, Atina mahkemesinde tanınması talebine ilişkindir. Atina mahkemesi her ne kadar evlat edinme kararının tanınmasına ve başvurucunun soyadının değişmesine karar vermiş ise de bu karar, evlat edinenin kardeşlerinin itirazı (kararın üçüncü kişilerin haklarını ilgilendirmesi durumunda bu kişilere tanınan itiraz hakkının kullanılması / tierce opposition) üzerine istinaf mahkemesi tarafından bozulmuştur. Mahkeme, rahip olan evlat edinenin bu işleminin dini hayata ve Yunan hukukuna aykırı olduğunu belirterek yabancı mahkeme kararının tanınmasının Yunan kamu düzenini bozacağı sonucuna ulaşmıştır. AİHM bu kararın başvurucunun AİHS m. 8 ile korunan özel hayata saygı hakkı yanında adil yargılanma hakkını da ihlal ettiği sonucuna varmıştır. AİHM’e göre, “hükmün icrası hakkı”nı ilk defa somutlaştıran Hornsby içtihadı, ulusal mahkemelerinin kararının icrası kadar yabancı mahkeme kararlarının tanınması veya tenfizini de kapsamaktadır (prgf. 89). Evlat edinme kararının tanınması talebi, medeni hukuka ilişkindir ve AİHS m. 6’nın koruması kapsamındadır. Yunan mahkemeleri, yabancı mahkeme kararının tanınması talebini, “kamu düzenine aykırılık” gerekçesiyle reddetmiştir; ancak, red kararı, tanıma ve tenfiz şartları arasında sayılan “kamu düzenine uygunluk” şartının orantısız ve keyfi şekilde uygulanması sonucunda verilmiş ve başvurucunun adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.

AİHM içtihadının geldiği noktada, hükmün icrası hakkını ulusal yargı organları kadar yabancı mahkeme kararlarına da teşmil edilmekte, “tanıma ve tenfiz hakkı” bakımından mahkeme kararının “menşei” ile ilgilenilmemektedir(52). Bu çerçevede, tanınması veya tenfizi talep edilen kararın AİHS m. 6 anlamında “medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olması” halinde, kişilerin tanıma ve tenfiz hakkından mahrum bırakılmaması gerekmektedir [50].

c)Tanıma ve tenfiz yargılamalarında adil yargılanma hakkına uyma yükümlülüğü

AİHM, AİHS’e taraf devletlerin tanıma ve tenfiz yargılamalarına ilişkin yükümlülükleri üzerinde ayrıca durmuştur. Bu kapsamda, AİHM tarafından m. 6’nın koruma alanı içinde değerlendirilen tüm ilke ve hakların tanıma ve tenfiz yargılamalarında geçerli olduğu unutulmamalıdır.

AİHM, K – Italya kararında, Pellegrini kararına atıfta bulunarak, AİHS’e taraf bir devletin mahkemelerinin yabancı bir devlette verilmiş bir kararı tenfiz ederken bağımsız bir şekilde hareket ettiğini ifade etmiştir [51]. Karara konu olayda, Polonya mahkemeleri tarafından verilen bir nafaka kararının İtalyan mahkemelerinde tenfiz edilmesi istenmiştir. AİHM, İtalyan mahkemelerinin tenfiz kararını makul sürede veremediğini dile getirerek, AİHS m. 6’nın ihlal edildiğine karar vermiştir [52].

Tanıma ve tenfiz davalarında “çabukluk” adil yargılanma hakkının sağladığı korumanın merkezindedir[53]. Bununla birlikte, tanıma ve tenfiz davalarının çok uzun sürdüğü gözlemlenmektedir. Türk hukukunda olduğu gibi, birçok hukukun revizyon yasağını kabul etmesine ve dolaysıyla da, tanıma ve tenfiz kararlarının, kanunlarda sayılan (veya içtihat ile belirlenen) sınırlı sayıdaki şartın değerlendirilmesinden ibaret olmasına karşın, tanıma ve tenfiz yargılamalarının uzaması sebebiyle hak kayıplarının yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. AİHM, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılması bakımından davanın niteliğini, somut olayın karmaşıklığını ve tarafların üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediğini dikkate almaktadır. Tanıma ve tenfiz yargılamaları ise, niteliği itibariyle “karmaşık” olmamasına rağmen, bazen tarafların üzerlerine düşen yükümlülüğü gereği gibi yerine getirmemesi, bazen, örneğin, hâkimin gereksiz yere bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermesi nedeniyle gereğinden fazla uzamaktadır. Türk tanıma ve tenfiz hukukunu da yakından ilgilendiren bu sorun, AİHS m. 6/f. 1’in ihlâline sebebiyet vermektedir [54].

Makul sürede yargılanma unsuru dışında, adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından olan hukuki dinlenilme hakkı da, tanıma ve tenfiz yargılamalarında tüm güvenceleri ile uygulama alanı bulmaktadır. AİHM, Peru mahkemelerinde verilen evlat edinme kararının Lüksemburg mahkemelerinde tanınmasına ilişkin talebin reddine ilişkin somut olayda, Lüksemburg mahkemelerinin “gerekçeli karar hakkı”nın gereklerini yerine getirmediği sonucuna varmış ve ihlal kararı vermiştir [55]. Tanıma ve tenfiz yargılamalarında, hakkaniyete uygun yargılamanın (hukuki dinlenilme hakkı ve silahların eşitliği ilkesinin) gereklerinin eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesi zorunludur [56].

Sonuç olarak, tanınan ya da tenfiz edilen kararın AİHS’e taraf tanıma ya da tenfiz devletinin yargı alanında etki doğuracak olması nedeniyle, tanıma ya da tenfizden doğacak dolaylı sonuçların AİHS’e uygun olması gereğinin yanında, AİHS’e taraf bir devletin yabancı mahkeme kararını tanıması veya tenfizine ilişkin yargılamaların da AİHS’e uygun olması gereği ortaya çıkmaktadır [57].

C.Sonuç ve Değerlendirme

Yukarıda ayrıntılarıyla açıkladığımız üzere, yabancı mahkeme tarafından verilmiş bir karar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kendiliğinden/doğrudan bir mahkeme kararı olarak hüküm ifade etmez. Yabancı mahkemece verilmiş bu kararın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde hüküm ifade edebilmesi için yabancı mahkeme kararının niteliğine göre tanınması veya tenfizi gerekir. Yabancı mahkeme tarafından verilen kararın kesin delil ve kesin hüküm etkisinden istifade edebilmek için tanınması; kesin hüküm ve kesin delil etkisinin yanında icra edilebilme kabiliyetini de kazanabilmesi için tenfiz edilmesi gerekir[58].

Kural olarak tespit kararları ile inşai kararlar tanıma davasına konu olurken bir şey yapma, yapmama, verme ya da vermemeye yönelik hükümler içeren eda kararları nitelikleri itibariyle icrai nitelik taşıdıkları için ve tenfiz davasına konu edilirler. Ancak, icra kabiliyeti olan kararların hukuki yarar olmak kaydıyla, tanımaya konu edilmesi söz konusu olabilir[59]. Yabancı mahkeme kararı içinde hem bir eda hükmü hem de tespit kararı barındırıyorsa, eda hükmü ile tespit kararı birbirinden ayrılabiliyorsa eda hükmü için tenfiz; tespit kararı için de tanıma talep edilmelidir[60]. Türk Mahkemesince, yabancı mahkeme tarafından verilen bir kararın tenfizine karar verilebilmesi için aranan şartlar MÖHUK m.50 (tenfiz kararı) ve MÖHUK m.54(tenfiz şartları) başlıkları altında sayılmıştır. MÖHUK m.50’de ön şartlar düzenlenmiş olup bu şartlar sağlanmadan MÖHUK m.54’te sayılan esasa ilişkin şartların varlığı aranamayacaktır. Başka bir anlatımla MÖHUK m.54’te yer alan şartların aranabilmesi için öncelikle m.50’de düzenlenen şartların sağlanmış olması gerekir. Bu şartların varlığı tanıma davasında da aranacak olup bunun istisnasını MÖHUKm.54/1-a (mütekabiliyet) şartı oluşturur.

Tanıma ve tenfiz davalarında re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Yanı hakim bu şartların mevcut olup olmadığını re’sen araştıracaktır. Ancak bunun istisnası, aşırı yetki, savunma haklarının ihlali ve tenfiz engelleridir. Bu üç durumun varlığı, davalı tarafın itirazı olmadıkça mahkemece değerlendirilmeyecektir. Yukarıda saymış olduğumuz şartların mevcudiyetine karar veren mahkeme talep sonucuna göre yabancı mahkeme kararını tanımak veya tenfiz etmek zorundadır. Görüldüğü üzere,  mahkeme bu davalar bakımından takdir yetkisini haiz değildir[61].

Av.Akın YAKAN

Stj.Av.Gizem AKBAŞ

Kaynakça:

1-5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun

2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

3-Prof. Dr. Sibel Özel, Prof. Dr. Mustafa Erkan, Prof. Dr. Hatice Selin Pürselim, Doç. Dr. Hüseyin Akif Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk Ders Kitabı.

4- Mehmet Köle, Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanıma ve Tenfizinde Usul, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016

5-Av. Ali ER, Yabancı Boşanma Kararlarının Türkiye’de Tanınması, Eskişehir Barosu Dergisi Özel Sayı, 2025.

6- Arş. Gör. Dr./Res. Asst., PhD. Ali Önal,Tanıma ve Tenfiz Kararlarının Hukuki Niteliği

7- Arş. Gör. Sercan ECEMİŞ, MÖHUK Dışında Düzenlenen Tanıma ve 

Tenfiz Kuralları.

8-karararamayargıtay.gov.tr


[1] Ekşi, Nuray, Yabancı Boşanma Kararının Türkiye’de Tanınması Davasının Mirasçılar Tarafından Açılabileceğine İlişkin Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 3.4.2012 Tarihli Kararının Değerlendirilmesi (Karar Değerlendirmesi), İÜHFD, C: 32, S: 1, T. 2012, s. 34.

[2] Kuru, Baki, Medenî Usul Hukuku, Legal Yayınevi, İstanbul 2015, s. 574; Çelikel/Erdem, s. 606; Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder/ Taşpınar Ayvaz, Sema, Medenî Usul Hukuku, 1. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 2016, s. 651; Aybay, Rona/ Dardağan, Esra, Uluslararası Düzeyde Yasaların Çatışması, 2.Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2008, s. 291; Ercan, İsmail, Avukatlar ve Hakimler İçin Medeni Usul Hukuku, 2. Baskı, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2013, s. 503; Ulukapı, Ömer, Medenî Usul Hukuku, 3.Baskı, Mimoza Yayınları, Konya 2015, s. 391.

[3] Postacıoğlu, İlhan, E./ Altay, Sümer, Medenî Usul Hukuku Dersleri, 7. Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2015, s. 773; Çelikel/Erdem, s. 607; Önen Ergün, Medeni Yargilâma Hukuku, Sevinç Matbaası, Ankara 1979, s. 327.

[4]Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2022/7578 esas, 2022/7346 karar ve 22.09.2022 tarihli kararı,(karararamayargıtay).

[5] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2025/10 esas,2025/4663 karar ve 06.05.2025 tarihli kararı,(karararamayargıtay), Ergin Nomer, Devletler Hususi Hukuku, Yenilenmiş 22. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul 2017, s.508; Aysel Çelikel/ B. Bahadır Erdem, Milletlerarası Özel Hukuk, Yenilenmiş 14. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul 2016, s.649; Cemal Şanlı/ Emre Esen/ İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk, 5. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2016, s.484; Vahit Doğan, Milletlerarası Özel Hukuk, Güncellenmiş 4. Baskı, Savaş Yayınevi, Ankara 2017, s.104; Nuray Ekşi, Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, Beta Yayıncılık, İstanbul 2013, s.4.

[6] Esen, Emre, “Alman Hukukunda İhtarlı Basit Dava Usulü (Mahnverfahren) Çerçevesinde Verilen Kararların Türk Hukukunda Tenfizi”, MHB, C. 27, S.1-2 (2007), s. 49; Arat, Tuğrul, “Yabancı İlamların Tanınması ve Tenfizi”, AÜHFD, 1964/21, s. 500; Özbakan, s. 144; Nomer, DHH, s. 491; Doğan (Vahit), s. 106-107.

[7] Ekşi, Tanıma ve Tenfiz, s. 111; Ertaş, s. 380; Tiryakioğlu, s. 37.

[8] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 2019/4986 esas, 2019/10588 karar ve 27.11.2019 tarihli kararı (karararamayargıtay.gov.tr);“…yabancı mahkeme ilamının tanınması veya tenfizine karar verilebilmesi için öncelikle ilamın kesinleşmiş olması gerekmekte olup, bu husus dava şartı olması nedeniyle, mahkemece resen gözönünde bulundurulması gerekmektedir. 6100 sayılı Kanun’un 115/2.maddedeki kurala göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde karara ulaşmak bakımından mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır. Özetle; Tenfiz ve tanıma davalarında; dava dilekçesine yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslının veya ilamı veren yargı organı tarafından onanmış örneğinin ve onanmış tercümesinin, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin eklenmesi gerekmektedir…

… Mahkemece, davacı vekiline sonuçları da hatırlatılarak tanınması talep edilen yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslının veya ilamı veren yargı organı tarafından onanmış örneğinin ve onanmış tercümesinin, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesini sunması için uygun kesin süre ve imkan verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken belirtilen eksiklikler giderilmeden eksik inceleme sonucu davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir…”

[9]  Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2022/4505 esas, 2022/6534 karar ve 15.09.2022 tarihli kararı, (yargıtaykararama)   

[10] Özüm DEMİRKOL, Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizinde Karşılıklılık Esası,  Yüksek Lisans Tezi s.16

[11] Av. Ali Er, Yabancı Boşanma Kararlarının Türkiye’de Tanınması, Eskişehir Barosu Dergisi (2025), s.31.

[12] Hukuk Genel Kurulu, 2017/52 esas, 2021/671 karar ve 03.06.2021 tarihli kararı.

[13] Şanlı / Esen / Figanmeşe-Ataman, s. 494.

[14] Şanlı / Esen / Figanmeşe-Ataman, s. 500.

[15] Hukuk Genel Kurulu 2017/52 Esas, 2021/671 Karar ve 03.06.2021 tarihli kararı

[16] (10.02.2012 tarih ve 2010/1 Esas, 2012/1 Karar saylı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı)

[17] Nomer, s.537; Çelikel/ Erdem, s.706; Şanlı/ Esen/ Ataman-Figanmeşe, s.533; Sakmar, s.237; Akıncı/ Demir-Gökyayla, s.53; Uyanık-Çavuşoğlu, s.82.

[18] Ertaş, s. 400.

[19] Av. Ali Er, Yabancı Boşanma Kararlarının Türkiye’de Tanınması, Eskişehir Barosu Dergisi (2025), s.41.

[20] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.761

[21] ÇELİKEL/ERDEM, s.728; ŞANLI/ESEN/ATAMAN-FİGANMEŞE,s.755-756.

[22] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2016/4409 Esas, 2017/3143 Karar ve 29.05.2017 tarihli kararı (karararamayargıtay.gov.tr.): “…Dava, yabancı mahkeme ilamının tanınması ve tenfizi istemine ilişkindir. 5718 sayılı Hakkında Kanunun 5. maddesi “Tenfiz kararları hakkında görevli mahkeme asliye mahkemesidir.” hükmünü, 6102 sayılı TTK’nun 5/3. maddesi de hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.” hükmünü haizdir. Somut olayda, davacı şirket tenfizini istediği sayılı ilamında davalı şirketten ticari ilişkiden dolayı alacaklı olduğunu ileri sürerek tanıma ve tenfiz talebinde bulunmuştur. Bu nedenle uyuşmazlığın ticari nitelikte olduğu gözetilerek davanın asliye ticaret mahkemesinin görevine girdiği nazara alınmaksızın, mahkemece işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle kararın re’sen BOZULMASINA…”

[23] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.765.

[24] Mehmet Köle, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016,s.67.

[25] Yetki kuralları ve yetki itirazının nasıl yapılacağı hususunda detaylı bilgi için bkz. Kuru, s. 48 vd.

[26]Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2011/11089 Esas, 2012/16931 Karar ve 30.10.2012 tarihli kararı (karararamayargıtay.gov.tr): “…Mahkemece, davalının UYAP kimlik paylaşım sisteminden alınan adresine göre, yerleşim yerinin Almanya olduğu, Türkiye’de sakin olduğu başka bir yer bulunduğu hususunun davacı tarafça iddia ve ispat edilmediği, bu haliyle Denizli Mahkemeleri’nin davaya bakmaya yetkili olmadığı, davacı tarafça yetkili mahkemede dava açılmadığından Ankara, İzmir veya İstanbul Mahkemeleri’nden birini seçme hakkının davalıya geçtiği ve davalı tarafça Ankara Mahkemeleri’nin yetkili mahkeme olarak seçildiği gerekçesiyle dava dilekçesinin yetki yönünden reddine ve dosyanın talep halinde yetkili Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara kararın dayandığı deliller ile gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA,…”

[27] Mehmet Köle, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016,s.61.

[28]Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2024/12327 Esas, 2025/346 Karar ve 13.01.2025 tarihli kararı,(karararamayargıtay.gov.tr); “…Somut uyuşmazlıkta; davacı vekili, davalı işçinin Suudi Arabistan Mahkemelerinde dava açtığını ve açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine, davalıya ödeme yaptığını beyan etmiştir. Bu nedenle bu aşamada kararın tanınmasının istenilmesinde hukuki yarar da bulunmamaktadır. Zira bir yabancı mahkeme kararının tanınması veya tenfizinde talepte bulunan tarafın hukuki yararının bulunduğunun kabul edilebilmesi için, tarafın o kararın tanınması ve tenfizinde güncel, hukuki veya ekonomik yararının bulunması ve bu yararın sadece mahkeme yoluyla elde edilebilme zorunluluğu bulunmalıdır. Oysa davacı tarafça tanınması istenilen kararın, kendi aleyhine açılmış veya açılması muhtemel bir davada kesin hüküm veya kesin delil olarak tespitini savunma olarak ileri sürmesi mümkündür…”

[29]Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2022/766 Esas, 2023/975 Karar ve 18.10.2023 tarihli kararı (karararamayargıtay.gov.tr)”…Öte yandan, 5718 sayılı Kanun’un “Tenfiz İstemi” başlıklı 52 nci maddesinin birinci fıkrasının 1 inci cümlesinde “Kararın tenfiz edilmesinde hukukî yararı bulunan herkes tenfiz isteminde bulunabilir” denilerek, kararın tenfiz edilmesinde “hukukî yararı” bulunan herkesin tenfiz isteminde bulunabileceği düzenlenmiştir. Vurgulamakta yarar vardır ki, bu düzenleme daha önceki Kanun metninde olmayıp, 5718 sayılı Kanun’la getirilmiştir. Önemle belirtilmelidir ki, hukuki yararın varlığı koşulunun mevcut olup olmadığı, her davada o davaya konu olayın somut özellikleri çerçevesinde, hakim tarafından değerlendirilmelidir. Bir hakkın, mahkeme kararına gerek olmaksızın, başka bir yolla ve aynı ölçüde güvenli olarak elde edilebilmesinin mümkün bulunduğu hâllerde, o hakla ilgili olarak dava açılmasında hukuki yarar bulunmazken; o hakkın ancak, mahkeme kararı ile elde edilebileceği hâllerde, hukuki yararın varlığının kabulü gerekir…”

[30]Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2024/10660 Esas, 2025/696 Karar ve 23.01.2025 tarihli kararı (karararamayargıtay.gov.tr); “…Hukuki yarar, dava şartıdır. Mahkeme dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Dava şartı olan hukuki yararın dava açarken mevcut olması gerektiği gibi hüküm verilene kadar her aşama var olmaya devam etmesi gerekir. Yapılan incelemede, tarafların Hollanda Haarlem Bölge Mahkemesinin 29.08.1995 tarih ve E 17883/1995 sayılı ve 11.03.1997 kesinleşme tarihli kararı ile boşandıkları, daha sonra Aksaray 2. Aile Mahkemesinin 10.08.2007 tarih ve 2007/415 Esas, 2007/399 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda tarafların boşanmalarına karar verildiği ve boşanma ilamının 02.06.2008 tarihinde kesinleştirilerek nüfusa işlendiği, 23.01.2023 tarihinde açılan somut davada ise Hollanda Haarlem Bölge Mahkemesinin 29.08.1995 tarih ve E 17883/1995 sayılı boşanma ilâmının Türkiye’de tanınmasına karar verildiği anlaşılmaktadır…Yukarıda yapılan açıklamalara göre somut olayda; tarafların boşanmalarına ilişkin hükmün kesinleşerek nüfusa işlenmiş olması nedeniyle, iş bu dava ile talep edilen yabancı mahkemede verilen boşanma kararının tanıma ve tenfizinde hukuki yarar kalmamıştır. Bu hale göre davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün kanun yararına bozulması gerekmiştir…” şeklindedir.

[31] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.769.

[32] Güven, s. 232.

[33] Mehmet Köle, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016,s.72.

[34] Mehmet KÖLE, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016 s.82.

[35] Mehmet KÖLE, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 34, Yıl: 2016 s.82

[36] Güven, s. 214.

[37]Hakan PEKCANITEZ/ Oğuz ATALAY/ Muhammed ÖZEKES, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2015, s. 376; Abdurrahim KARSLI, Medeni Muhakeme Hukuku Ders Kitabı, İkinci Bası, İstanbul 2014, s. 415; Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. 6, 6. Baskı, İstanbul 2001, s. 5794; Baki KURU/ Ramazan ARSLAN/ Ejder YILMAZ, Medeni Usul Hukuku, 25. Baskı, Ankara 2014, s. 275. 

[38] Tanıma ve tenfiz taleplerinde, hâkimin şartları re’sen araştırma ilkesi çerçevesinde inceleyeceği hakkında bkz. ŞANLI/ESEN/ATAMAN-FİGENMEŞE, s. 480; SAKMAR, İlam, s. 112; TİRYAKİOĞLU, s. 34; AYGÜL, s. 98. 

[39] “Öte yandan prensip olarak Milletlerarası Usul Hukukunda uygulanması gereken Kanun daima hâkimin kendi kanunudur (Lex fori). Bu prensip Yargı faaliyetinin kamu hukukuna dâhil olmasının ve mahkemenin sadece kendisinin tabi olduğu Usul Hukukunu uygulamakla yetkili kılınmasının sonucudur (Aynı görüşte, Prf. Ergin Nomer, Devletler Hususi Hukuku, 2. Bası, İstanbul-1982, Sh:283,289). O halde olayda iddianın tanıkla ispat edilip edilemeyeceğine ilişkin usul sorunu HUMK.muza göre çözülmek ve karara bağlanmak gerekir. HUMK.nun 288. maddesine ve söz konusu olan ödünç işleminin değerine göre olayda tanık dinlenmesine olanak yoktur. Davalılar davacının tanık dinletme talebine karşı koymuşlardır. Bu durumda borç ilişkisi yönünden tanık dinlenemeyeceği gibi, dinlenmiş tanık beyanlarına da itibar edilemez. Öyleyse davacı, davasını kanıtlayamamıştır. Ne varki dava dilekçesinin deliller bölümünde gerekirse yemin deliline de dayanıldığından davacıya davalılara yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılarak, hâsıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözetilmeden davanın kabulü usul ve yasaya aykırıdır.” Yargıtay 13. HD. E. 1989/4375, K. 1989/7250, T. 12.12.1989.

[40] ÇELİKEL/ERDEM, s.724

[41] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.720.

[42] Hukuk Genel Kurulu, 2017/52 esas, 2021/671 karar ve 03.06.2021 tarihli kararı.

[43] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.776.

[44] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2015/12263 Esas, 2015/20390 Karar ve 16.12.2015 tarihli karar.

[45] Hukuk Genel Kurulu, 2023/1038 Esas, 2024/538 Karar ve 06.11.2024 tarihli kararı

[46] İpek Sarıöz BÜYÜKALP, Genç Milletlerarası Özel Hukukçular Konferansı,sf 145-149, On İki Levha Yayıncılık,2018.

[47] Yar. 2.HD, E. 1994/11220 K. 1994/1266, 19.12.1994. Buna karşın, Yarg. 2. HD’nin aksi yönde kararları da mevcut idi. Bkz. Yarg. 2.HD, E. 1992/12665 K. 1992/13059, 29.12.1992. (bkz. www.kazanci.com). Sirmen, MÖHUK m. 52 ile, hukuki yararı bulunan herkesin tanıma / tenfiz davası açabileceğinin açıkça düzenlenmemiş olması ihtimalinde dahi, Türk hukukunda, çocukların ebeveynleri hakkındaki boşanma kararlarının tanınmasını talep etme haklarının olduğu kabul edilmeliydi (bkz. Sirmen, s. 1022). Aynı yönde bkz. Fügen Sargın/Rifat Erten, ‘MÖHUK Hükümleri Dairesinde Tanımanın Hukuki Niteliği, Usulü ve Karşılaşılan Bazı Sorunlar: “Yeni Bir Düzenleme Yapma Gereği”’, Legal Uluslararası Ticaret ve Tahkim Hukuku Dergisi Yıl: 2014 Cilt: 3 Sayı: 2, s. 81.

[48] AİHM’in, Selin Aslı Öztürk kararında, m. 6/f. 1’i Ek Protokol m. 1 ile korunan malvarlığı hakkına erişim konusunda bir araç olarak kullandığı belirtilmektedir (bkz. Barba, s. 31). Gerçekten de AİHM’in, bazı başvurularda, başvurucunun esasa ilişkin haklarının ihlâl edildiği sonucuna, usûlî hakların ihlâli üzerinden varma eğiliminde olduğu, bu kapsamda, esasa ilişkin haklardan ziyade usûlî haklar konusunda ihlâl kararı verdiği dile getirilmektedir (bkz. Wolfgang Strasser, ‘The relationship between substantive rights and procedural rights guaranteed by the European Convention on Human Rights’, Protecting Human Rights: The European Dimension/ Protection des droits de l’homme: la dimension européenne, Studies in honour of/Mélanges en l’honneur de Gérard J. Wiarda, 1988, s. 602). Bu çerçevede, AİHS m. 6/ f. 1’in sözleşme ile güvence altına alınan diğer hakların korunmasında ne denli önemli olduğu bir kere daha ortaya çıkmaktadır.

[49] AİHM Négrépontis Giannisis – Yunanistan kararı, prgf. 89-92 (Karar Tarihi: 03.05.2011 / Başvuru No: 56759/08).

[50] Kiestra, s. 211; Sinopoli, s. 261-262.

[51] AİHM K – İtalya kararı, prgf. 21 (Karar Tarihi: 20.07.2004 / Başvuru No: 38805/97).

[52] Benzer şekilde, tenfiz yargılamasının gereğinden fazla uzaması sonucunda, yabancı mahkeme kararının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle, tenfiz talebinin reddine ilişkin bir olayda da, AİHM m.6/f. 1’in ihlâl edildiği sonucuna varmıştır. AİHM Vrbica – Hırvatistan kararı, prgf. 71-73.

[53] Marchadier, s. 363. Aynı yönde bkz. Pascal Gilliaux, Droit(s) européen(s) à un procès équitable, Bruylant 2012, s. 128-129.

[54] İpek Sarıöz BÜYÜKALP, Genç Milletlerarası Özel Hukukçular Konferansı,sf 142-144, On İki Levha Yayıncılık,2018.

[55] AİHM Wagner ve J.M.W.L. – Lüksemburg kararı, prgf. 94-98.

[56] Her ne kadar, yabancı bir hakem kararının tenfizine ilişkin olsa da, AİHM Ern Makina kararında, tebligata ilişkin usûlsüzlüklerin hakkaniyete uygun yargılanma hakkına aykırı olduğunu dile getirmiştir. Bkz. AİHM Ern Makina San. ve Tic. AŞ.. – Türkiye kararı, prgf. 28-34 (Karar Tarihi: 03.08.2007 / Başvuru No: 70830/01).

[57] Aktepe Artık, s. 70; Ekşi, s. 690-691; Juratowitch, s. 177; Spielmann, s. 771; Flauss, s. 72. Ayrıca bkz. AİHM Saccoccia – Avusturya (kabul edilebilirliğe ilişkin) kararı (Karar Tarihi: 05.07.2007 / Başvuru No: 69917/01) 

[58] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.716.

[59] ÇELİKEL/ERDEM, s.715, ŞANLI/ESEN/ATAMAN-FİGANMEŞE, s.644.

[60] KURU,Baki/BUDAK, Ali Cem: Tespit Davaları, İstanbul 2010, s.60 vd.

[61] Özel, Erkan, Pürselim, Karaca, Milletlerarası Özel Hukuk,2. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2023, s.720.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir