Murisin Paylaştırma İradesinin Muris Muvazaasına Etkisi

A.Muris Muvazaası Kavramı

Muris muvazaası kavramı, irade ile beyan arasındaki uyumsuzluğun kasıtlı olarak tek bir kişi tarafından değil de iki kişi tarafından, bir sözleşmesel ilişki çerçevesinde, karşılıklı gerçekleştirildiği durum muvazaa olarak adlandırılmaktadır[1]. Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan görünürde bir işlem gerçekleştirerek, bu işlemin, kendi aralarında geçerli olmayacağı konusunda anlaşmalarıdır [2].

İşte bu muvazaa kurumunun miras hukukundaki görünümü doktrinde ve yargı karalarında “muris muvazaası” olarak adlandırılmıştır.

Muris muvazaası kavramının hem öğretide hem de uygulama da önemli bir yeri vardır. Muris muvazaası, nisbi muvazaanın en tipik örneğidir. Miras bırakan, vefatından önce mirasçılarının tamamından veya bir kısmından mal kaçırmak amacıyla onları aldatmak suretiyle muvazaa yoluna başvurmaktadır [3].

Saklı pay sahibi olup olmamasına bakılmaksızın, miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmak gayesiyle düzenlediği ve tapuda satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi işlemleriyle uygulama bulan dava türü olarak ifade edilir [4].

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında, ”… muvazaa, tarafların yapmak istedikleri asıl akdi gizlemek için görünüşte yaptıkları başka bir akittir…” olarak ifade edilmiştir[5].Nisbi muvazaa niteliğinde Borçlar Kanunu’nda düzenlenen muris muvazaası kavramı, yerleşik olarak Yargıtay İçtihat ve kararlarında yer verilir [6].

B. Muris Muvazaasının Unsurları

1)Görünürdeki İşlem

Görünürdeki işlem muris muvazaasının bir unsurudur. Murisin, bir veya birkaç mirasçısını aldatmak gayesi ile onlardan mal kaçırmak amacıyla üçüncü bir kişiyle, ki bu kişi mirasçısısı da olabilmektedir, anlaşarak aslında hüküm doğurmasını istemediği, tarafların gerçek iradesini yansıtmayan hukuki işlem, muris muvazaasında görünürdeki işlemi tanımlamaktadır. Bu işlemin yapılış amacı çoğu zaman miras bırakanın vefatından sonra mirasçısının tenkis, denkleştirme ya da tescilin iptali taleplerinin önüne geçmektir [7].

Görünürdeki işlem tarafların dış dünyayı aldatmak için başvurdukları, iradelerinin aksine gerçekleştirdikleri işlemdir. Bu açıdan görünürdeki işlem aslında muvazaalı işlemi ifade etmektedir [8].Muris muvazaasında görünürdeki işlemi tarif etmek gerekirse görünürdeki işlem, tapu memurunun önünde imzalanan satış sözleşmesi ya da resmi şekle tabi, ölünceye kadar bakım sözleşmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Taraflar bu görünürdeki işlem hakkında önceden, işlemin hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacağı konusunda karşılıklı olarak anlaşmışlardır.

Sözleşmelerin geçerli olabilmesi için tarafların irade beyanlarının birbirine uygun olması gerekir. Oysa muris muvazaasında miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının iradesi muvazaalı işlemin meydana gelmemesi konusunda birbirine uygundur. Bu nedenle görünürdeki işlem geçersizdir.

2)Muvazaa Anlaşması

Miras bırakanla diğer tarafın kendi aralarında yaptıkları satım sözleşmesinin veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin hiçbir hüküm ifade etmediği, asıl işlemin ise başka bir işlem olduğu konusundaki anlaşmalara muvazaa anlaşması denir [9]. Miras bırakan bir tarafla satım veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi imzalar fakat anlaşmaya konu olan işlem aldatmak maksadı taşır ve esas işlem başka bir işlemdir. Anlaşma yoluyla yapılan işlem hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu durumlarda taraflar arasında yapılan bu işlem muvazaa anlaşması adını alır.

Muvazaada muvazaa anlaşmasının varlığı zorunludur. Zira tarafların muvazaayı kararlaştıracakları, görünürdeki anlaşmanın sadece dış dünyayı aldatmak amacıyla gerçekleştireceklerini muvazaa anlaşmasında kararlaştırırlar

Muvazaa anlaşması herhangi bir şekle tabi değildir. Yazılı veya sözlü olarak gerçekleştirilebilmesi mümkündür.

3)Aldatma Kastı

Muris muvazaasında aldatma unsuru ise özel bir şekle bürünerek miras bırakanın üçüncü bir kişiyle anlaşarak mirasçısından mal kaçırma amacı olarak karşımıza çıkmaktadır. Aldatma kastı nasıl muvazaanın bir şartıysa, mirasçılardan mal kaçırmak şeklinde tezahür eden mirasçıları aldatma fiili de muris muvazaasının esas bir şartıdır.

Eren ‘aldatma kastını’ üçüncü kişileri aldatma olarak yorumlamış[10] ve taşınmazın bedelini düşük harç ödemek sebebiyle, anlaşılan bedelden düşük gösterilmesini nisbi muvazaanın bir türü olan bedelde (kısmi) muvazaa olarak tarif etmiştir[11].

Yargıtay[12] da birçok kararında “üçüncü kişileri aldatma” tabirini kullanmıştır.

4)Gizli İşlem

Gizli işlem murisin, asıl amacını yani aldatmak istediği mirasçısından gizlediği işlemi ifade etmektedir.Miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürdeki sözleşmenin arkasına saklayarak, kendi aralarında yaptıkları ve hüküm ve sonuç doğurmasını istedikleri sözleşmedir. Burada görünürdeki sözleşmenin aksine tarafların irade ve beyanları arasında uygunluk söz konusudur. 

Miras bırakanın muvazaalı işlemi bir örnekle açıklayacak olursak; saklı paylı mirasçısından mal kaçırmak için üçüncü kişiye bir taşınmazını devretmek isteyen miras bırakan, ileride saklı paylı mirasçısının açacağı tenkis davasından kurtulmak için, bağışlama sözleşmesini satış sözleşmesi arkasına gizlemektedir. Burada görünürdeki işlem olan satış sözleşmesi, tarafların gerçek iradelerine uymadığı yani muvazaalı olduğu için kesin geçersizdir. Bununla beraber gizli işlem olan bağışlama sözleşmesi de gerekli şekil şartlarına uyulmadığı için kesin geçersizdir. Çünkü taraflar satış sözleşmesinde, bir ivaz karşılığında iradelerini açıklamaktadırlar. Oysa bağışlama sözleşmesinde ivaz olmaması hukuki işlemin esas unsurudur.

Sonuç olarak, görünürdeki işlem olan satış sözleşmesi muvazaa nedeniyle, gizli işlem olan bağışlama sözleşmesi de kanunda öngörülen şekil şartına uyulmadığı için geçersizdir.

C. Muris Muvazaası Davası

Muris muvazaasında miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için asıl amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir[13].

Muris muvazaasına ilişkin ilk Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı karardır. Söz konusu kararda; “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.” denmek suretiyle muris muvazaasının varlığı kabul edilmiştir.

Mirasçılar, miras bırakanın yaptığı muvazaalı işlemlerinin söz konusu olduğu durumlarda, bu işlemi iptal ettirmek için muvazaa iddialarını kanıtlayarak muvazaa nedenine dayanan bir dava açmaları gerekmektedir. Burada mirasçılar iptal davasını, muvazaalı olarak yapılan işlemin geçersizliğini tespit etmek ve muvazaalı işlemle ihlal edilen miras hakkına kavuşmak için açmaktadırlar. Muris muvazaasına dayanarak dava açacak olan kişiler saklı paylı olsun veya olmasın hukuki yararı olan ve muris öldüğü zaman miras hakkı bulunan kimselerdir. Ancak bu davayı mirası reddeden, miras hakkından feragat eden ve mirastan çıkarılan kişiler açamaz.

Mirasçılar bu davayı tek başına açabilirler mi ?

Evet bu davayı mirasçılardan her biri tek başına açabilir. Terekenin iştirak halinde olması buna engel teşkil etmez. Her bir mirasçı diğer mirasçıların onayını almadan kendi payı oranında muris muvazaasına dayalı tapu iptal tescil davası açabilir. Ancak burada mirasçı kendi payı oranında değil de taşınmazın terekeye dönmesini istemişse dava dışı diğer mirasçıların da olurunu almak ya da temsilci ile davaya devam etmek zorundadır.

Bununla birlikte muris muvazaası davası, miras bırakanın ölümünden sonra açılabilir. Dava, zamanaşımı veya herhangi bir hak düşürücü süreye tabi değildir.

D. Miras Bırakanın Mal Kaçırma Kastının Bulunmadığı Hallerden Olan Paylaştırma İradesi

1)Murisin Paylaştırma Kastı

Uygulamada muris muvazaası iddiasıyla birçok işleme ilişkin dava açılmaktadır. Ancak açılan davada muris muvazaası iddiasının kullanılmasının elverişli olmadığı durumlar karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri de murisin sağlığında hak dengesini gözeten bir şekilde yaptığı paylaşımlardır.

Muris vefat etmeden önce sahip olduğu mal varlığını mirasçıları arasında paylaştırmış olabilir. Bu durumda murisin sağlığında yaptığı taksimin tayini önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu gibi durumlarda muris mal kaçırma maksadı ile değil aksine malvarlığını sağlığında mirasçıları arasında paylaştırma kastındadır.

Muris, tapuda satım olarak gösterdiği taşınmaz devirlerini mirasçılar arasında paylaştırma amacıyla yapmışsa, mirastan mal kaçırma niyeti taşımadığından söz konusu işlem muris muvazaası nedeniyle geçersiz kılınmaz[14]. Ancak muris, paylaştırma amacı gütmeksizin, mirasçılardan birine veya birkaçına diğerlerinin miras hakkını çiğneyecek ve makul olmayacak ve hoşgörü sınırlarını aşacak şekilde kazandırmada bulunmuşsa, mirastan mal kaçırma amacı unsurunun gerçekleştiği kabul edilir[15].Bu durumda pay almayan veya daha az pay alan mirasçı, muris muvazaası nedenine dayanarak dava açabilir.

Burada dikkate edilmesi gereken nokta paylaştırmanın kabul edilebilmesi için kendisine taşınmaz devredilen davalının mirasçı olması zorunludur. Mirasçı olmayan davalıya taşınmaz temliki halinde miras bırakanın iradesinin paylaştırma olmayıp, mirasçıdan mal kaçırma niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.

Bu konuya ilişkin Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2015/12054 esas 2018/11790 karar ve 04.07.2018 tarihli kararında “…denkleştirme savunması, mirasçılar arasında geçerli olup mirasçı olmayan kişinin denkleştirme savunmasına itibar edilemez. Dolayısıyla somut olayda, davalı Yaşar’ın babası hâlen sağ olup, denkleştirme savunmasına itibar edilemez…” şeklindedir.

Yine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2013/14263 esas 2014/996 karar ve 23.01.2014 tarihli kararında “…Mahkemece muvazaa olgusunun kanıtlanamadığı, davacılara da miras bırakan tarafından taşınmaz verildiği ve bu sebeple murisin gerçek iradesinin mallarını mirasçılar arasında paylaştırma olduğu benimsenmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, denkleştirmenin kabul edilebilmesi için kendisine taşınmaz devredilen kimsenin mirasçı olması zorunludur. Oysa davalının mirasçı olmadığı açıktır. Mirasçı olmayan davalıya dava konusu taşınmazın devredilmesindeki murisin iradesinin denkleştirme olmayıp mirasçılardan mal kaçırmanın gizlenmesi niteliğinde olduğu kabul edilmelidir…” şeklindedir.

Paylaştırma kastının varlığının belirlenebilmesi için murisin tüm malvarlığı araştırılmalı, davalıların alım gücünün bulunmamasına veya murisin malını devretme ihtiyacı bulunmamasına rağmen murisin onlara muvazaalı temlik yapmak suretiyle aralarında miras paylaşımı yaptığı belirlenmelidir[16]. Muris sağlığında hak dengesini gözeten, tam bir eşitlik sağlamasa da kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsayan paylaştırma yapmalıdır[17].

Miras bırakan, paylaştırma işlemini sadece bir veya birkaç mirasçısı arasında yapmış veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa paylaştırma değil mirasçılardan mal kaçırma amacının üstün tutulduğu sonucuna varılarak mirasçıların aldatıldığı ve temliklerin muvazaalı olduğu kabul edilir[18].

Yargıtay, miras bırakanın devir işlemi ile paylaştırmanın mı yoksa mal kaçırma amacının mı üstün tutulduğunun tespiti için şu hususların bir arada değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir [19].

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2012/4662 esas, 2012/8144 karar ve 28.6.2012 tarihli kararında;

“…Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı böylece yukarda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

O halde mahkemece yukarıda değinilen ilkeler gözetilerek, tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılıp yapılmadığı saptanmalı, ondan sonra murisin gerçek iradesinin duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, bu savunma üzerinde durulmaksızın sonuca gidilmiş olması doğru değildir…” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2011/1752 esas 2011/2341 karar ve 02.03.2011 tarihli kararında;

“…Öte yandan miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur.

O halde miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı ? yoksa mal kaçırma amacın mı ? üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.

Somut olayda; miras bırakanın 94 ada 4 parselde kayıtlı taşınmazdaki paylarını 22.07.1975 tarihinde satış suretiyle davalı kızına temlik ettiği tedavüllü tapu kaydı ve resmi akit içeriğinden anlaşıldığı halde bu parselin temlikinin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünde hükme yeterli bir araştırma, soruşturma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, çekişme konusu 94 ada 4 parsel sayılı taşınmaz yönünden yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle gerekli araştırma, inceleme ve soruşturmanın yapılması, toplanan ve toplanacak olan delillerin birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” şeklinde karar verilmiştir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için miras bırakanın asıl iradesinin ne olduğunun iyice araştırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü yüksek mahkeme, muris muvazaasının unsurlarını görünürdeki işlem, gizli işlem ve mirasçılardan mal kaçırma kastı olmak üzere üç başlıkta toplamaktadır. Tapulu bir taşınmaz mal gerçekte bağışlanmasına rağmen tapuda satış gibi gösterilerek devredilmişse, Borçlar Hukuku anlamında muvazaa vardır; ancak muris muvazaasından söz edebilmemiz için bu devrin yapılma amacının mirasçılardan mal kaçırmak olması gerekmektedir. Bu bakımdan miras bırakanın yaptığı muvazaalı işlemdeki asıl iradesinin tespiti hukuki nitelendirme yapabilmek için oldukça önemlidir.

Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 2017/743 esas, 2020/775 karar sayılı, 11.2.2020 tarihli kararı ile “…Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarihli 1/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Somut olaya gelince; miras bırakanın ilk eşten olma çocukları …, … ile birlikte ikinci eşi …’in mirasçı oldukları, miras bırakanın dava konusu 501 ada 375 parsel sayılı taşınmazda bulunan 3 no’lu bağımsız bölümün tamamı ile 7031 ada 1 parsel sayılı taşınmazda bulunan 5 no’lu bağımsız bölümü davacı/karşı davalı kızı …’ya, 7031 ada 1 parsel sayılı taşınmazda bulunan 1 no’lu bağımsız bölümü davacı/karşı davalı oğlu …’e, 3 no’lu bağımsız bölümü ilk eşi …’a, 4 no’lu bağımsız bölümü davacı/karşı davalı oğlu ….’a 25.06.1987 tarihinde satış yoluyla temlik ettiği, mirasbırakanın ilk eşi H. M.’ın 1995 yılında ölümü üzerine 1996 yılında davalı/karşı davacı … ile evlendiği ve dava konusu 1478 ve 2972 parsel sayılı taşınmazlardaki ½ payını 15.10.2010, 7031 ada 1 parsel sayılı taşınmazda bulunan 2 no’lu bağımsız bölümün tamamını ise 05.09.2007 tarihinde davalı ikinci eşi …’e satış yoluyla temlik ettiği, hem ilk eşten olma çocuklarına hem de ikinci eşi G.’e temliklerde bulunan mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla değil denkleştirme amacıyla hareket ettiği, temliklerin muvazaalı olmadığı açıktır.

Hal böyle olunca, davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1244 esas 2020/228 karar ve 26.2.2020 tarihli kararında; “23. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır. 24. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. 25. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. 26. Mirasbırakanın gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu ise gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”hükmü uyarınca davacı taraf kanıtlamalıdır. 27. Başka bir anlatımla, muris muvazaası davalarında mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir. Delillerin az yukarıda açıklanan olgulardan da yararlanılmak suretiyle her somut olayın özelliğine göre değerlendirmesi gerekmektedir. 28. Diğer yandan, mirasbırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğinden olayda 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Denkleştirmenin de mirasbırakana ait her bir taşınmazda her mirasçısına pay ya da hak vermesi şeklinde yapılmasına gerek olmayıp, tüm mal varlığında her bir mirasçısına kabul edilebilir ölçüde bir mal veya hak vermesi hâlinde, mirasbırakanın amacının mal kaçırmak olmadığı, sağlığında mal varlığını mirasçıları arasında paylaştırma kastı taşıdığı kabul edilmelidir…” şeklinde açıklama yer almaktadır.

Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesi’nin 2019/137 esas 2019/160 karar ve 1.3.2019 tarihli kararı ile “…Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Taraflarca iddia ve savunmaya konu edilen murisin davaya konu olan taşınmaz dışında satış yolu ile devrettiği taşınmaza ilişkin olarak dosya arasına getirtilen tapu kayıtları incelendiğinde; murisin benzer bir davaya konu olan tıpkı davaya konu taşınmaz gibi satışa konu ettiği ve alıcısı yine K6 olan başka bir taşınmazı K6 ‘a satış yolu ile devrettiği, muris K1 ‘nın A1 Mevkii 2148 parsel sayılı tarlayı 2006 yılında bir şirkete satış yolu ile devrettiği, yine tarafların babaları olup muris K1 ‘nın eşi olan K7 ‘in ölümü ile ondan kalan Kocaeli Merkez A2 Mahallesi 362 ada 29 nolu parselde kayıtlı binadaki bağımsız bölümlerden muris K7 ‘in ölümü ile mirasçısı olarak kalan eşi muris K1 ‘nın miras hissesi almayarak bu binadaki muris K7 adına olan tüm bağımsız bölümlerin 4 mirasçı çocuğa tapuda intikalinin yapıldığı görülmektedir.

Keşfen yapılan incelemede: Dava tarihi itibari ile devre konu taşınmazın değerinin 178.732,05 TL olduğu anlaşılmış, muris K1 tarafından davalının kayınbabası K6 ‘a satış tarihi itibari ile taşınmazın değerinin 111.467,30 TL olduğu anlaşılmıştır.

 Duruşmada tanık olarak dinlenilen tarafların kardeşi olan K2 ‘ın beyanı incelendiğinde: Muris annesi K1 ‘nın ölmeden önce iki taşınmazını sattığını, bu satış paralarını 4 kardeş arasında eşit olarak pay ettiğini, annesinin çocuklarının geçim sıkıntısı çekmesini istemediğini, bu taşınmazlardan iki tanesinin satıldığını, satış bedelinin mirasçılarına dağıtıldığını, annesinin ölmeden önce maddi durumunun iyi olduğunu, taşınmazları satmasının ve üzerinde hiçbir taşınmaz bırakmamasının sebebinin tüm çocuklarına maddi olarak rahat olduklarını görmek istemesinden kaynaklandığını belirttiği görülmektedir.

Murisin kendi adına tapuda kayıtlı olan taşınmazını başkasına (bu kişi bir mirasçı veya üçüncü bir kişi olabilir) devretmesi durumunda 01/04/1974 tarihli ve 1/2 sayılı İBK uygulama alanı bulmaktadır.

Davacı davaya konu 472 ada 29 nolu parselin kendisinden mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olarak devredildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.

Somut olayda murisin davacı çocuğu da dahil olmak üzere tüm çocukları ile beşeri ilişkilerinin iyi olduğu, aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı, her ne kadar murisin maddi anlamda taşınmaz satmaya ihtiyacı olmasa da sağlığında davalının kayınbabası da dahil olmak üzere farklı kişilere tüm taşınmazlarını satarak elde ettiği parayı tüm çocuklarına paylaştırmak sureti ile sağlığında bu şekilde tüm çocuklarının ekonomik olarak ihtiyaçlarını görme amacı ile taşınmazlarını satış gayesi ile hareket ettiği, salt bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı yine davalının kayınbabasına satış yapılmasının tek başına muvazaaya kanıt oluşturamayacağı kanaatine varıldığından ayrıca taraflarla husumeti olmadığı anlaşılan ve satış konularını yakından bilen tarafların kardeşi K2 ‘ın tanık olarak alınan ifade içeriği de dikkate alınarak ve itibar edilerek ve davacının da bir kısım dava dışı taşınmazların satışından elde edilen paraların bir kısmının kendisine muris tarafından verilmesine yönelik kabul yönündeki beyanları da bir bütün olarak değerlendirildiğinde murisin tüm mirasçılarına az ya da çok mal bıraktığı murisin yaptığı paylaştırmanın mirasçıları arasında hoş görü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde kaldığı, murisin denkleştirme yaptığı, murisin amacının bu şekilde paylaştırmaya yönelik olduğu, murisin davacı mirasçıdan mal kaçırmayı amaçladığı durumlarda 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İBK’nın uygulama yeri olduğu, somut olayda davaya konu taşınmazın mirasçılardan mal kaçırma amacı ile devredilmediğinin sabit olduğu anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İBK’nın uygulama alanı bulunmadığından, mahkemece delilerin takdirinde yanılgıya düşerek davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsiz görülmüş, anılan gerekçelerle davalı vekilinin istinaf başvurusu haklı görülerek ve kabul edilerek HMK’nın 353/1-b.2 maddesi uyarınca yeniden yargılamaya ihtiyaç duyulmadığından kararın düzeltilerek yeniden davanın esası hakkında davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir…” şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2022/2918 esas 2022/6251 karar ve 29.9.2022 tarihli kararı ile;

“…III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Balıkesir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/11/2019 tarihli ve 2018/401 Esas, 2019/743 Karar sayılı kararı ile, davacıya da taşınmazlar verdiği sabit olan mirasbırakanın temlikteki amacının mal kaçırma olmadığı, paylaştırma olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2. İstinaf Nedenleri

Davacı, iddialarını tekrarlayarak, satışın bedelsiz olduğunu ve muvazaa iddiasının ispatlandığını, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 23/02/2022 tarihli ve 2020/191 Esas, 2022/291 Karar sayılı kararı ile, İlk Derece Mahkemesi kararının yerinde olduğu gerekçesiyle, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca davacının istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir.

V. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacı, istinaf dilekçesindeki itiraz nedenlerini yineleyerek hükmün bozulmasını istemiştir.

3. Gerekçe 3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme Uyuşmazlık, muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706., Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

3.3. Değerlendirme

Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinin yerinde olmasına göre Bölge Adliye Mahkemesince (IV/3.) no.lu paragrafta yer verilen gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

VI. SONUÇ

Açıklanan nedenlerle, davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmünONANMASINA…”şeklinde karar verilmiştir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2019/4830 esas 2020/1243 karar ve 24.2.2020 tarihli kararı ile “…Asıl davada davacılar (birleştirilen davalarda davalılar), ortak mirasbırakanları …’nün 407, 476 ve 591 ada 1 parsel sayılı taşınmazlarını davalı kızlarına 1/3’er paylı olarak temlik ettiğini, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek, miras payları oranında tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.

Asıl davada davalılar (birleştirilen davalarda karşı davacılar), işlemin muvazaalı olmadığını, mirasbırakanın paylaştırma kastı ile hareket ettiğini belirterek asıl davanın reddini savunmuşlar, birleştirilen 1995/215 Esas, 1995/324 Karar sayılı davalarında, ortak mirasbırakan … tarafından 166 parsel sayılı taşınmazın davacılardan İlhan’a, 149 ve 150 parsel sayılı taşınmazların …’e bağış suretiyle temlik edildiğini, anılan devirler nedeniyle saklı paylarının ihlal edildiğini ileri sürerek, saklı payları oranında tapu iptali ve tescile, aksi halde bedele karar verilmesini istemişler, birleştirilen 1995/216 Esas, 1995/325 Karar sayılı davalarında ise mirasbırakan … tarafından …’a 1012 ada 47 parsel ile 136, 139, 140, 350 ve 370 parsel sayılı taşınmazların, …’ye 1012 ada 52 parsel ile 350 parsel sayılı taşınmazların, … ve …’e ise 153 ve 456 parsel sayılı taşınmazların temlik edildiğini, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek, miras payları oranında tapu iptali ve tescile karar verilmesi isteğinde bulunmuşlardır.

Mahkemece, mirasbırakanın paylaştırma kastı ile hareket ettiği, muvazaanın olmadığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davaların ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

Karar, asıl davada davacılar …, … ve … vekili tarafından duruşma istekli, … ve … vekili ile karşı davada davalılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hâkimi …’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedildi, gereği görüşülüp düşünüldü.

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; asıl davada davacılar …, … ve …, … ve … ile karşı davada davalıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA,…” şeklinde karar verilmiştir.

E. Sonuç ve Değerlendirme

Muris muvazaasında aslında miras bırakan tarafından gerçekten sözleşme yapma niyeti mevcuttur. Yani miras bırakan gerçekten bir sözleşme yapmak ve taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak miras bırakan bir yandan da mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak içinde hareket etmektedir. Bu durum da miras bırakan asıl amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir[20].

Muris muvazaasına ilişkin ilk Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı karardır. Söz konusu kararda; “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.” denmek suretiyle muris muvazaasının varlığı kabul edilmiştir.

Miras bırakanın iradesinin “paylaştırma kuralı” olarak kabul edilebilmesi için, paylaştırmanın tüm mirasçılar arasında yapılması ve makul bir denge kurulması gereklidir. Miras bırakan, mirasçılarından birine veya bir kaçına kazandırmada bulunmuşsa mal kaçırma kastıyla hareket ettiği söylenebilir. Yargıtay birçok kararında, miras bırakan hayattayken mirasçıları da kapsayan bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle miras bırakanın asıl iradesinin paylaştırma mı yoksa mirasçılardan mal kaçırma mı olduğunun araştırılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Miras bırakan sağlığında tüm mirasçıları kapsar nitelikte, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde bir paylaştırma yapmış olabilir. Bu durumda 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanmaz ve muris muvazaasından söz edilemez.

Yargıtay, muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için; uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlamaktadır.

Ancak miras bırakan sağlığında tüm mirasçıları kapsar nitelikte, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde bir paylaştırma yapmış olabilir. Bu durumda murisin paylaştırma iradesinin varlığı halinde muris muvazaası hükümleri uygulanmaz.

Av.Gülser ÖZGEN

Av.Akın YAKAN

Kaynakça     :

1-4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Mevzuatı

2-6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Mevzuatı

3- Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler

4- HATİPOĞLU, Zeynep: “Yargıtay İçtihatlarına Göre Muris Muvazaasında Mirasbırakanın Asıl İradesinin Tayini”, DÜHFD, Cilt: 22, Sayı: 36, Diyarbakır, Yıl: 2017, s. 110.

5-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı kararı

6-Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2015/12054 esas 2018/11790 karar ve 04.07.2018 tarihli kararı

7-Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2013/14263 esas 2014/996 karar ve 23.01.2014 tarihli kararı

8-Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2012/4662 esas, 2012/8144 karar ve 28.6.2012 tarihli kararı

9-Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2011/1752 esas 2011/2341 karar ve 02.03.2011 tarihli kararı

10-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 2017/743 esas, 2020/775 karar ve 11.2.2020 tarihli kararı

11-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1244 esas 2020/228 karar ve 26.2.2020 tarihli kararı

12-Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesi’nin 2019/137 esas 2019/160 karar ve 1.3.2019 tarihli kararı

13-Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2022/2918 esas 2022/6251 karar ve 29.9.2022 tarihli kararı

14-Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2019/4830 esas 2020/1243 karar ve 24.2.2020 tarihli kararı

15-www. Lexpera.com.tr


[1] Safa Reisoğlu, “ Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, İstanbul, Beta Yayınları, 2014, s. 104

[2] Reisoğlu, a.g.e., s. 104-105

[3] Borçlar Hukuku Genel Hükümler, a.g.e., s. 358; Atamulu, a.g.e., s. 252.; Sert Sütçü, a.g.e., s. 63.; Esener, a.g.e., s. 42.; Ömer Uğur Gençcan, “Miras Hukuku”, Yetkin Yayınları, Ankara, 2021.

[4] GÜNAY, Erhan: Miras Hukukunda Tenkis (İndirim) Davaları, (Tenkis) 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Nisan, 2019, s. 14; DURAK, Yasemin: “Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi”, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, Ankara, 2015, s. 289.

[5] YHGK, Esas No: 2010/2-648, Karar No: 2010/684, Tarih: 22.12.2010, naklen SÜTÇÜ, Sert Selin: Mirasbırakanın Muvazaalı Hukuki İşlemleri ve Sonuçları, 1. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Mart, 2018, s. 29.

[6] HATİPOĞLU, Zeynep: “Yargıtay İçtihatlarına Göre Muris Muvazaasında Mirasbırakanın Asıl İradesinin Tayini”, DÜHFD, Cilt: 22, Sayı: 36, Diyarbakır, Yıl: 2017, s. 110.

[7] Sert Sütçü, a.g.e., s. 65

[8] Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, a.g.e., s. 368.

[9] KOCAYUSUFPAŞAOĞLU/HATEMİ/SEROZAN/ARPACI: s. 404; HATİPOĞLU, Cihan, Yüksel: Murisin Mirasçılar Aleyhine Yaptığı Sağlar arası Muvazaalı Muamelelerin Hukuki Sonuçları, 1. Baskı, Yetkin Yayınları, Ocak, 2004, s. 84

[10] Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, a.g.e., s. 369.

[11] Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, a.g.e., s.371.

[12] Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22.10.2020 tarih ve 2017/3117 Esas ve 2020/13174 Karar sayısı ile verdiği kararı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 07.02.2018 tarih ve 2016/256 Esas ve 2018/113 Karar sayısı ile verdiği kararı.

[13] Günay, s. 13.

[14] Yargıtay 1. HD. E. 2018/3120, K. 2020/6063, T. 17.11.2020

[15] Özkaya, a.g.e. , s. 405; Özuğur, a.g.e. , s. 529; Hatipoğlu, a.g.e. , s. 83; Sevgi, a.g.e. , s. 39;Uyar Hatipoğlu, a.g.m. , s. 125

[16] Yargıtay 1. HD. E. 2002/2505, K. 2002/3323, T. 14.03.2002, Yargıtay 1. HD. E. 2004/8243, K. 2004/9738, T. 23.09.2004,

[17]Yargıtay 1. HD. E. 2002/1690, K. 2002/3001, T. 07.03.2002, Yargıtay 1. HD. E. 2004/7005, K. 2004/7526, T. 21.06.2004, Yargıtay 1. HD. E. 2007/6777, K. 2007/7862, T. 11.07.2007

[18] ÖZKAYA, a.g.e., s. 399; HATİPOĞLU, a.g.e., s. 84. “… Gerçekten de miras bırakanın dışarıda mirasçı bırakmaksızın tüm mirasçılarına sağlığında mal varlığını paylaştırmak amacıyla mali yönden yardım etmesi ve onlara da mal vermesi olanaklıdır. Böylesi bir durumda mal kaçırma kastının varlığından söz edilemez. Oysa, miras bırakan Fatma S.’nin kendisinden iki yıl sonra ölen eşi Mehmet’e her hangi bir mal vermediği dosya kapsamı ile sabittir. Öyleyse, murisin denkleştirme amaçlı olduğu söylenemez. …” Yarg. 1. HD, T. 1.4.2010, E. 2010/1027, K. 2010/3706; Aynı yönde bkz. Yarg. 1. HD, T. 26.3.2013, E. 2012/9884, K. 2013/4300; Yarg. 1. HD, T. 17.1.2008, E. 2007/10376, K. 2008/293

[19] Yarg. 1. HD, T. 28.6.2012, E. 2012/4662, K. 2012/8144; Yarg. 1. HD, T. 2.3.2011, E. 2011/1752, K. 2011/2342; Yarg. 1. HD, T. 25.1.2010, E. 2009/12930, K. 2010/509

[20] Günay, s. 13.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir