1-Muvazaa Kavramı
Muvazaa, tarafların anlaşmak suretiyle iradelerinde bilerek ve isteyerek meydana getirdikleri bir uygunsuzluk halidir [1]. Muvazaada tarafların esas amaç ve niyetleri, görünürdeki sözleşmenin hukuki sonuçlarını doğurmaması ve bu yolla üçüncü kişilerin aldatılmasıdır. Taraflar gerçek iradelerine uymayan görünürdeki bir sözleşme için anlaşmakta ve böylece her iki taraf da beyan ve iradeleri arasındaki uygunsuzluğun bilinci içinde bulunmaktadırlar [2].
Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak kastıyla, yaptıkları sözleşmenin hiç hüküm doğurmayacağı veya görünürdeki sözleşmeden başka bir sözleşmenin hükümlerini doğuracağı hususunda anlaşmalarıdır [3]. Muvazaa varsa görünürdeki işlem muvazaa nedeniyle geçersiz olur. Muvazaalı sözleşmenin arkasına gizlenen sözleşmenin akıbeti için ise, o sözleşme için kanun bir geçerlilik şekli arıyorsa bu şekil şartının yerine getirilip getirilmediğine bakılarak karar verilir. Eğer gizli sözleşme için aranan şekil şartına uyulmuşsa gizli sözleşme geçerli olur. Ancak gizli sözleşme için kanunun aradığı şekil şartı yerine getirilmemişse gizli sözleşme de geçersiz olur[4].
2-Muris Muvazaası Kavramı
Muris muvazaası, miras bırakan ile lehine tasarrufta bulunulan karşı tarafın, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla aralarında yaptıkları gizli anlaşmaya dayanan muvazaa türüdür [5]. Muris muvazaası niteliği itibariyle bir nispi muvazaadır. Muris muvazaası, TBK m. 19’da düzenlenen nispi muvazaanın özel bir uygulaması olarak gelişmiş, miras hukukuna özgü bir muvazaadır [6].
Muris muvazaasına ilişkin ilk Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı karardır. Söz konusu kararda; “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.” denmek suretiyle muris muvazaasının varlığı kabul edilmiştir.
3-Aldatma Kastı
Muris muvazaasının oluşabilmesi için, miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafı sözleşmenin gerçek niteliğini mirasçılardan gizleyerek onları aldatma kastı içinde olmalıdır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre muris muvazaasının oluşması için mutlaka miras bırakan muvazaalı işlemi yaparken mirasçılarını aldatma kastı içinde bulunmalı ve muvazaalı işlemi yapmadaki amacı mirasçılardan mal kaçırmak olmalıdır. Eğer miras bırakanın mirasçılarını aldatma kastı ispat edilemezse Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1974 tarihli kararının uygulama olanağının bulunmadığı ilgili daireler tarafından verilmiş birçok kararda tekrarlanmıştır.
4-Muris Muvazaasında “Miras Bırakanın Asıl İradesi” nin Tayini
Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için miras bırakanın asıl iradesinin ne olduğunun iyice araştırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü, yüksek mahkeme, muris muvazaasının unsurlarını görünürdeki işlem, gizli işlem ve mirasçılardan mal kaçırma kastı olmak üzere üç başlıkta toplamaktadır. Tapulu bir taşınmaz mal gerçekte bağışlanmasına rağmen tapuda satış gibi gösterilerek devredilmişse, Borçlar Hukuku anlamında muvazaa vardır; ancak muris muvazaasından söz edebilmemiz için bu devrin yapılma amacının mirasçılardan mal kaçırmak olması gerekmektedir. Bu bakımdan miras bırakanın yaptığı muvazaalı işlemdeki asıl iradesinin tespiti hukuki nitelendirme yapabilmek için oldukça önemlidir.
Yargıtay, miras bırakanın gerçek iradesinin ne olduğu tespitini yaparken esas alınması gereken olguları şu şekilde sıralamaktadır:[7]
a)Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri,
b)Toplumsal eğilimleri,
c)Olayların olağan akışı,
d)Miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,
e)Davalı yanın alış gücünün olup olmadığı
f)Satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark.
5-Miras Bırakanın İradesinin Paylaştırma Kuralı Olarak Nitelendirilmesi
Miras bırakan, sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar nitelikte bir paylaştırma yapmışsa; bu durumda artık miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma kastının olmadığı söylenebilir. Burada miras bırakanın iradesinin mirasta denkleştirmeyi sağlamaya yönelik olduğunun kabulü gerekir. Miras bırakanın iradesinin “paylaştırma kuralı” olarak kabul edilebilmesi için, paylaştırmanın tüm mirasçılar arasında yapılması ve makul bir denge kurulması gereklidir.
Yargıtay birçok kararında, miras bırakan hayattayken mirasçıları da kapsayan bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle miras bırakanın asıl iradesinin paylaştırma mı yoksa mirasçılardan mal kaçırma mı olduğunun araştırılması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Miras bırakan sağlığında tüm mirasçıları kapsar nitelikte, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde bir paylaştırma yapmış olabilir. Bu durumda 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanmaz ve muris muvazaasından söz edilemez [8].
Miras bırakanın hayattayken mirasçılarına yönelik yaptığı kazandırmalarda eşitlik aranmaz. Bu nedenle eğer miras bırakan tüm mirasçıları kapsar nitelikte paylaştırma yapıyorsa; temliklerin mal kaçırma kastıyla yapıldığından söz edilemez [9]. Bununla beraber, miras bırakanın mirasçılarından mal kaçırma kastıyla hareket etmediği kanısına varabilmek için miras bırakanın hayattayken malvarlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoşgörü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırması gerekir [10].
6-Yargıtay Kararları Yönünden Değerlendirme
a)Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/16166 esas, 2016/5445 karar sayılı, 03.05.2016 tarihli kararı
“…Somut olaya gelince; 997 ada 27 parsel sayılı taşınmazdaki 11nolu bağımsız bölümün tarafların miras bırakanı … ve davalının babası… adına ½ şer payla kayıtlı iken, … in ölümü ile 5/8 payla miras bırakan … ve 3/8 payla davalı adına intikalen tescil edildiği, her ikisinin de paylarını 05/01/1994 tarihinde dava dışı 3. şahsa sattıkları, eldeki davada dava konusu olan 991 ada 22 parsel sayılı taşınmazdaki 6 nolu bağımsız bölümün ise bu satıştan bir süre sonra 08/09/1994 tarihinde miras bırakan tarafından satın alındığı, davalı tanıklarının da davalı savunmasını doğruladığı görülmektedir. Somut olaya yukarıdaki ilkeler ışığında bakıldığında; temlikteki gerçek amaç ve iradenin mirastan mal kaçırmak olmadığının kabulü gerekir.”
b)Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/16629 esas, 2016/5200 karar sayılı, 28.04.2016 tarihli kararı
“…murisin sağlık sorunlarının bulunduğu, miras bırakanın eşi öldükten sonra 15 yıl kadar davalının yanında kaldığı, miras bırakana davalının bakıp ilgilendiği, ayrıca çekişme konusu taşınmazın minnet duygusu ile davalıya verildiği hususunun davacının da kabulünde olduğu anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın değerinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin, başka bir ifadeyle, malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya emek de olabileceği kabul edilmelidir….miras bırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirastan mal kaçırmak olmadığı kabul edilmelidir.”
c)Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/798 esas, 2016/4844 karar sayılı, 20.04.2016 tarihli kararı
“… davalının 12 yıl süre ile muris ile birlikte yaşadığı, tanık beyanlarına göre murisin ölene kadar bakımının davalı tarafından yapıldığı, bakım karşılığı olarak dava konusu yerlerin davalıya devredildiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. …miras bırakanın dava konusu taşınmazdaki payını temlikinde gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, yıllardır kendisi ile ilgilenen, bakımını yapan (eşine) duyduğu minnet sonucu devri yaptığı sonucuna varılmaktadır.” [11]
d)Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/16648 esas, 2016/4755 karar sayılı, 19.04.2016 tarihli kararı
“…miras bırakanın dava konusu taşınmazı temlikinde gerçek irade ve amacının davacılardan mal kaçırma olmadığı, çocuğu olmayan eşini korumaya almak olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan akitte gösterilen bedel ile gerçek bedel arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı da açıktır.”
7-Sonuç ve Değerlendirme
Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için miras bırakanın asıl iradesinin ne olduğunun iyice araştırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü, yüksek mahkeme, muris muvazaasının unsurlarını görünürdeki işlem, gizli işlem ve mirasçılardan mal kaçırma kastı olmak üzere üç başlıkta toplamaktadır. Tapulu bir taşınmaz mal gerçekte bağışlanmasına rağmen tapuda satış gibi gösterilerek devredilmişse, Borçlar Hukuku anlamında muvazaa vardır; ancak muris muvazaasından söz edebilmemiz için bu devrin yapılma amacının mirasçılardan mal kaçırmak olması gerekmektedir. Bu bakımdan miras bırakanın yaptığı muvazaalı işlemdeki asıl iradesinin tespiti hukuki nitelendirme yapabilmek için oldukça önemlidir.
Yargıtay, miras bırakanın gerçek iradesinin ne olduğu tespitini yaparken esas alınması gereken olguları şu şekilde sıralamaktadır:
a)Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri,
b)Toplumsal eğilimleri,
c)Olayların olağan akışı,
d)Miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,
e)Davalı yanın alış gücünün olup olmadığı
f)Satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark.
Miras bırakan, sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar nitelikte bir paylaştırma yapmışsa; bu durumda artık miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma kastının olmadığı söylenebilir. Burada miras bırakanın iradesinin mirasta denkleştirmeyi sağlamaya yönelik olduğunun kabulü gerekir. Miras bırakanın iradesinin “paylaştırma kuralı” olarak kabul edilebilmesi için, paylaştırmanın tüm mirasçılar arasında yapılması ve makul bir denge kurulması gereklidir.
Yargıtay birçok kararında, miras bırakan hayattayken mirasçıları da kapsayan bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle miras bırakanın asıl iradesinin paylaştırma mı yoksa mirasçılardan mal kaçırma mı olduğunun araştırılması gerekir.
Miras bırakan sağlığında tüm mirasçıları kapsar nitelikte, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde bir paylaştırma yapmış olabilir. Bu durumda 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uygulanmaz ve muris muvazaasından söz edilemez [12].
Miras bırakanın hayattayken mirasçılarına yönelik yaptığı kazandırmalarda eşitlik aranmaz. Bu nedenle eğer miras bırakan tüm mirasçıları kapsar nitelikte paylaştırma yapıyorsa; temliklerin mal kaçırma kastıyla yapıldığından söz edilemez [13].
Yukarıda açıklanan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/16629 esas, 2016/5200 karar sayılı, 28.04.2016 tarihli kararında “…murisin sağlık sorunlarının bulunduğu, miras bırakanın eşi öldükten sonra 15 yıl kadar davalının yanında kaldığı, miras bırakana davalının bakıp ilgilendiği, ayrıca çekişme konusu taşınmazın minnet duygusu ile davalıya verildiği hususunun davacının da kabulünde olduğu anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın değerinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin, başka bir ifadeyle, malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya emek de olabileceği kabul edilmelidir….miras bırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirastan mal kaçırmak olmadığı kabul edilmelidir.” Denilerek murisin gerçek iradesinin tespiti esas kabul edilmiştir.
Av.Arb.Akın YAKAN
[1]Kocayusufpaşaoğlu / Hatemi / Serozan / Arpacı: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Birinci Cilt, Borçlar Hukukuna Giriş Hukuki İşlem Sözleşme, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2014, s. 345.
[2] Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt I, Legal Yayıncılık, Eylül 2016, s. 279; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Yetkin Yayınları, 2017, s. 365.
[3] Antalya, Gökhan, Borçlar, s. 280; Eren, s. 366
[4] Hatemi, Hüseyin / Gökyayla, Emre: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 4. Bası, Vedat Kitapçılık, 2015, s. 91.
[5] Özmen, İhsan / Özkaya, Eraslan: Muvazaa Davaları, 1993, s. 165; Ruhi, Canan / Ruhi, Ahmet Cemal: Muris Muvazaası, Seçkin Yayınları, 2016, s.197. Yargıtay da vermiş olduğu birçok kararda muris muvazaasının tanımını aynı şekilde yapmaktadır: “Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide ‘muris muvazaas’ olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek,gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.” Bkz. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2014/12077 Karar: 2016/7264, Karar Tarihi: 14.06.2016; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2014/18041, Karar: 2016/7139, Karar Tarihi: 13.06.2016; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2014/13646, Karar:2016/7049, Karar Tarihi: 09.06.2016; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas:2014/16581, Karar: 2016/7037, Karar Tarihi: 09.06.2016; Yargıtay 1.Hukuk Dairesi Esas: 2016/7011, Karar: 2016/6974, Karar Tarihi:08.06.2016; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2014/10447, Karar:2016/6960, Karar Tarihi: 07.06.2016; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2016/3940, Karar: 2016/6926, Karar Tarihi: 07.06.2016.
[6] Antalya, Gökhan / Sağlam, İpek: Miras Hukuku, Legal Yayıncılık, Eylül 2015, s. 309.
[7] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, E. 2014/14061, K. 2016/9522, T. 18.10.2016 tarihli kararı: “her ne kadar akitte gösterilen bedel akit tarihindeki gerçek bedelden düşük ise de, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı açıktır.” Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E.2014/13254, K. 2016/9518, 18.10.2016 tarihli kararı: “miras bırakanın ölümü ile geriye 3 farklı bağımsız bölüm ile bir miktar paranın kaldığı, bunlarında 17.09.2009 tarihli miras taksim sözleşmesi ile taraflar arasında paylaşıldığı, öte yandan tanık anlatımlarına göre murisin bakımı ile davalı ve eşinin ilgilendiği, hastalığı ve ameliyatı sebebi ile birçok masraf yapıldığı, bütün masraflara davalın ve ailesinin katlandığı anlaşılmaktadır. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01/04/1974 tarih ve ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka taşınmazları ve bir miktar parası olan miras bırakanın ölümünden sonra miras taksim sözleşmesi ile taşınır-taşınmaz malların paylaşıldığı, dava konusu taşınmazın temlikinde ise miras bırakanın gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, davalının kendisi ve eşi ile ilgilenmesi, maddi ve manevi destekte bulunmasından duyduğu minnet sonucu devri yaptığının kabulü gerekir.” www.kazanci.com
[8] Dural / Öz, s. 267.
[9] Yargıtay 1. HD Esas: 2016/3940, Karar: 2016/6926, Karar Tarihi:07.06.2016 www.kazanci.com.tr
[10] Yargıtay 1. HD Esas: 2012/3117, Karar: 2012/6467, Karar Tarihi: 31.05.2012. Yargıtay 1. HD Esas: 2011/13229, Karar: 2012/1610, Karar Tarihi: 16.02.2012. Yargıtay 1. HD Esas: 2010/7195, Karar: 2010/8319, Karar Tarihi: 15.07.2010 www.sinerjimevzuat.com.tr
[11] Aynı yönde kararlar için bknz. Yargıtay 1. HD Esas: 2014/6271, Karar: 2015/8358, Karar Tarihi: 04.06.2015. Yargıtay 1. HD Esas: 2014/3643, Karar: 2015/3598, Karar Tarihi: 16.03.2015. Yargıtay 1. HD Esas: 2014/4079, Karar: 2015/3597, Karar Tarihi: 6.03.2015.
[12] Dural / Öz, s. 267.
[13] Yargıtay 1. HD Esas: 2016/3940, Karar: 2016/6926, Karar Tarihi:07.06.2016 www.kazanci.com.tr