Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından düzenlenen ve 06.12.2024 tarihinde duyurulan idari işlemle; Manisa ili Alaşehirde, ilcesi Manisa İli, Alaşehir İlçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar sınırları içerisinde, yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Enerji Santralleri (Toplam Kurulu Güç: 129,9MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) (Toplam Kurulu Güç: 129,9MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi ile ilgili olarak düzenlenen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ Kararı verildi.
İdari işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda Manisa 2.İdare Mahkemesi 2024/1225 esas, 2025/1132 karar sayılı, 23.10.2025 tarihli karar ile 06.12.2024 tarihinde duyurulan ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ Kararının iptaline karar verildi.
T.C.
MANİSA
2. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO :2024/1225
KARAR NO :2025/1132
DAVACILAR : 1- ALAŞEHİR ZİRAAT ODASI BAŞKANLIĞI
2- ÖZER DEMİR
VEKİLİ : AV. AKIN YAKAN
DAVALI :
VEKİLİ : AV.
MÜDAHİL(DAVALI) :
VEKİLİ : Av.
DAVANIN ÖZETİ : Davacılar tarafından, Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar mevkiindeki …………………. tarafından yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Santralleri (Toplam Kurulu Güç:129,9 MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil), ( Toplam Kurulu Güç : 129,9MWm/127,3 MWe Özmen -3 JES, öZMEN-4 JES, öZMEN-5jes, Özmen-6, Özmen-7JES, Özmen-8 ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi ile ilgili olarak düzenlenen 06/12/2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının; hukuka aykırı olduğu, Jeotermal akışkanların, lityum (Li), bor (B), arsenik (As), flor (F), hidrojen sülfür (H2S), civa (Hg), kurşun (Pb), çinko (Zn) ve amonyak (NH3) gibi kimyasal kirleticilerle birlikte büyük miktarlarda karbonat (CO3), silika (SiO2), sülfat (SO4) ve klorür (CI) içerdiğini, Jeotermal akışkanın bir nehre ya da göle deşarj edildiği durumlarda bu kirleticilerin su canlıları, bitki ve/veya insan sağlığına zarar verecek potansiyele sahip olduğunu, jeotermal atık suların hem sulama suyunda hem de bu su ile sulanan topraklarda olumsuz etkiler oluşturduğu, bu alanlarda tarımı yapılan bitkilere özellikle de bora çok duyarlı olan üzüm bağlarına zarar verdiği,Santralde kullanılan akışkanın tekrar rezervuara enjekte edilmesiyle çevreye verilen zarar minimuma indirilebileceği, Jeotermal santrallerde oluşan atık suyun Büyük Menderes Nehrine akıtılmasının tarım havzası ve tarım alanları üzerindeki etkileri değerlendirildiği çalışmada Bor’un, bitki büyüme ve gelişmesi için zorunlu olan elementlerden olduğu, ancak bu elementin sulama sularındaki miktarı veya topraktaki çözünürlüğü bitkilerin ihtiyaçlarından fazla olduğunda bitki büyüme ve gelişmesini olumsuz yönde etkilediği, Aynı yer, aynı proje, aynı doğal dokuyla ilgili olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 10.09.2021 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirilmesi Olumlu” kararı verilmiş olduğunu, kararın Manisa 2.İdare Mahkemesi’nin 2021/799 esas, 2022/632 karar sayılı, 07.06.2022 tarihli kararıyla iptal edildiğini, iptal kararının Danıştay Altıncı Dairesi 2022/5856 esas, 2022/11963 karar sayılı, 22.12.2022 tarihli kararıyla onandığı,Proje kapsamında ÇED izni bulunan ancak açılmamış olan 26 tane kuyu ve açılması planlanan 56 adet kuyu olmak üzere toplam 82 adet jeotermal kaynak arama amaçlı sondaj kuyusunun açılması planlandığı, mevcut açışmış olan 9 kuyuyla kuyu sayısının 91 olacağı, Ruhsat sahası içerisinde hâlihazırda işletilmekte olan Özmen-3 JES (19 MWm /18.6MWe) ve Özmen-3 JES bitişiğinde ise izin aşamasında olan Özmen-4 JES (20.3 MWm /19.9MWe) yer aldığı, Her biri 20 MWm /19,6 MWe kurulu gücünde olmak üzere 3 adet daha jeotermal enerji santrali (Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES) ve 30,62 MWm/30 MWe kurulu gücünde olmak üzere Özmen-5 JES yapılması ve işletilmesi planlandığı, Proje kapsamında yer alan jeotermal enerji santrallerinin toplam kurulu gücü 129,9MWm/127,3 MWe olacağı,Alaşehir de yeraltı su kaynakları jeotermal enerji santrallerinin faaliyete geçmesinden sonra hızla kirlendiğinin yapılan analizlerle belirlendiği, İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliği’nin “Dere, çay ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanı” başlıklı 13.maddesi uyarınca akarsuların 300 metre yakınına hiçbir yapılaşmanın yapılamayacağı ifade edildiğini, ancak dava konusu santralin Alaşehir Çayı’nın hemen yanına kurulmak istendiği, Projeyi gerçekleştirecek ………….. tarafından, daha önce faaliyette olan bir santralden Alaşehir Çayı’na jeotermal sıvı bıraktığı tespit edilerek idari para cezası uygulandığı, Alaşehir Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı tarafından jeotermal akışkanın alıcı ortama deşarjıyla ilgili birçok tespitinin ve bağlı olarak Alaşehir İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’ne ihbar bulunduğu, Her bir üretim kuyusu başında kuyu başı acil durum havuzlarının teknik detaylarının ÇED dosyasında açıklanmamış olduğu, patlama durumunda acil durum havuzlarının yetersiz olduğu, Bakanlığı tarafından düzenlenen 10.09.2021 tarihli, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının yasal düzenlemeler aykırı olduğunu, ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
SAVUNMA ÖZETİ :Usule yönelik olarak; davanın süresi içerisinde açılmadığı, Manisa İli, Alaşehir İlçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar sınırları içerisinde, ………….. tarafından yapılması planlanan “Tepeköy Jeotermal Enerji Santralleri(Toplam Kurulu Güç: 129,9 MWm/127,3 MWe Özmen- 3 JES, Özmen- 4 JES, Özmen- 5 JES, Özmen- 6 JES, Özmen- 7 JES, Özmen- 8 JES ve I1- | ve Ö- 1 İle Ö- 90 Arası Kuyular Dahil) (Toplam Kurulu Güç: 129,9 MWm/127,3 MWe Özmen- 3 JES, Özmen- 4 JES, Özmen- 5 JES, Özmen- 6 JES, Özmen- 7 JES, Özmen- 8 JES ve I- 1 ve Ö- 1 İle Ö- 90 Arası Kuyular Dahil)” projesi ile ilgili olarak Bakanlığa yapılan başvurunun ÇED Yönetmeliği kapsamında incelendiği ve söz konusu proje için 10.09.2021 tarihinde “ÇED Olumlu” kararı verildiği, söz konusu proje ile ilgili olarak yöre halkı tarafından “ÇED OLUMLU” kararının iptali ve yürütmenin durdurulması gerekçesiyle Manisa 2. İdari Mahkemesine başvuru yapıldığı ve söz konusu projeyle ilgili Manisa 2. İdare Mahkemesi tarafından “ÇED Olumlu kararının iptal edildiği, Manisa 2. İdari Mahkemesi kararında yer alan hususların 13.02.2009 tarihli 2009/7 sayılı ÇED Yönetmeliği Uygulamaları başlıklı Genelgesi kapsamında ÇED Raporunda irdelenebilmesi talebiyle 19.02.2024 tarihinde Bakanlığa başvuruda bulunulduğu, söz konusu talebin Bakanlıkça 20.09.2022 tarihinde uygun mütalaa edilmesi üzerine Bakanlığın 2009/7 Genelgesi kapsamında hazırlanan ÇED Raporu 19.02.2024 tarihinde e-ÇED sistemi üzerinden Bakanlığa sunulduğu ve ÇED sürecinin başladığı, ÇED Raporundaki bilgiler dikkate alınarak, ilgili kurum/kuruluş temsilcileri, Bakanlık yetkilileri ile proje sahibi ve temsilcilerinden oluşan bir inceleme değerlendirme komisyonu oluşturulduğu, ÇED Olumlu Kararının ilan işlemlerinin 10.12.2024 tarih ve 11185287 sayılı yazı ile Manisa Valiliği, İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ve Alaşehir Kaymakamlığı, Türkmen Mahallesi Muhtarlığı, Baklacı Mahallesi Muhtarlığı, Akkeçili Mahallesi Muhtarlığı, Selce Mahallesi Muhtarlığı vasıtasıyla ve internet üzerinden de ilan yapıldığı, bu itibarla, Manisa 2. İdari Mahkemesi kararında yer alan hususlar da göz önüne alınarak projesi kapsamında gerek inşaat, gerekse işletme dönemine ilişkin çevresel etkilerin kapsamlı ve detaylı olarak incelendiği, olumsuz etkilerin giderilmesi için alınacak önlemlerin çevre mevzuatı çerçevesinde öngörülen modelleme çalışmaları ile desteklendiği, nihai ÇED raporu ve eklerinin yeterli ve uygun olduğu, yapılan tüm bu incelemelerin, hesaplamaların ve değerlendirmelerin yeterli düzeyde veri, bilgi ve belgeye dayandırıldığı öngörülerek, Yönetmeliğin 14. maddesi gereğince 10.09.2024 tarihinde Bakanlık tarafından ÇED Olumlu Kararının verildiği belirtilerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
MÜDAHİL DİLEKÇESİNİN ÖZETi : Davaya davalı idare yanında müdahil olarak kabul edilmesi talep edilmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Manisa 2. İdare Mahkemesince, duruşma için önceden belirlenen 20/10/2025 gününde davacı Oda Başkanı Necdet Türk ve Oda vekili Av. Akın Yakan’ın, davalı idareyi temsilen Av. ….. ……. ve müdahil vekili Av. ….. …….’ın geldiği görüldü, gelen taraflara usulüne uygun olarak söz verilip açıklamaları dinlenildikten sonra duruşmaya son verildi, davalı idarenin usule yönelik itirazları yerinde görülmeyip, dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Dava; davacılar tarafından, Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar mevkiindeki ………… tarafından yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Santralleri (Toplam Kurulu Güç:129,9 MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil), ( Toplam Kurulu Güç : 129,9MWm/127,3 MWe Özmen -3 JES, öZMEN-4 JES, öZMEN-5jes, Özmen-6, Özmen-7JES, Özmen-8 ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi ile ilgili olarak düzenlenen 06/12/2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesinde; herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, 56. maddesinde ise; herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hüküm altına alınmıştır.
2872 sayılı Çevre Kanununun 10. maddesinde; “Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez…” hükmüne yer verilmiştir.
25/11/2014 tarih ve 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 4. maddesinde; ”Çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı: Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hakkında Komisyon tarafından yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun belirlenmesi üzerine projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca görülmediğini belirten Bakanlık kararı olarak tanımlanmış, 6. maddesinde; “(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi gerçekleştirmeyi planlayan gerçek veya tüzel kişiler; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeleri için; ÇED Başvuru Dosyasını, ÇED Raporunu, Seçme Eleme Kriterleri uygulanacak projeler için ise Proje Tanıtım Dosyasını, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara hazırlatmak, ilgili makama sunulmasını sağlamak ve proje kapsamında verdikleri taahhütlere uymakla yükümlüdürler. (2) Kamu kurum/kuruluşları, bu Yönetmelik hükümlerinin yerine getirilmesi sürecinde proje sahiplerinin veya Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşların isteyeceği konuya ilişkin her türlü bilgi, doküman ve görüşü vermekle yükümlüdürler. (3) (Değişik:RG-26/5/2017-30077) Bu Yönetmeliğe tabi projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Ancak bu durum söz konusu teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmez. (4) Bu Yönetmelik hükümlerine göre karar tesis edilmeden önce, projenin gerçekleştirilmesinin mevzuat bakımından uygun olmadığının tespiti halinde, aşamasına bakılmaksızın süreç sonlandırılır.” kuralına, 7. maddesinde ise; “(1) Bu Yönetmeliğin; a) Ek-1 listesinde yer alan projelere, b) “ÇED Gereklidir” kararı verilen projelere, c) Kapsam dışı değerlendirilen projelere ilişkin kapasite artırımı ve/veya genişletilmesinin planlanması halinde, mevcut proje kapasitesi ve kapasite artışları toplamı ile birlikte projenin yeni kapasitesi ek-1 listesinde belirtilen eşik değer veya üzerinde olan projelere, ÇED Raporu hazırlanması zorunludur.” kuralına yer verilmiştir. Aynı Yönetmeliğin Ek-III bölümünde; Çevresel Etki Değerlendirmesi Genel Formatının ihtiva etmesi gereken hususlar düzenlenmiş, Bölüm I: Projenin tanımı ve özellikleri; a) Proje konusu yatırımın tanımı, özellikleri, ömrü, hizmet maksatları, önem ve gerekliliği, b) Projenin yer ve teknoloji alternatifleri, proje için seçilen yerin koordinatları Bölüm II: Proje Yeri ve Etki Alanının Mevcut Çevresel Özellikleri; Proje alanının ve önerilen proje nedeniyle etkilenmesi muhtemel olan çevrenin; nüfus, fauna, flora, jeolojik ve hidrojeolojik özellikler, doğal afet durumu, toprak, su, hava, atmosferik koşullar, iklimsel faktörler, mülkiyet durumu, kültür varlığı ve sit özellikleri, peyzaj özellikleri, arazi kullanım durumu, hassasiyet derecesi (Ek-5’deki Duyarlı Yöreler Listesi de dikkate alınarak) benzeri özellikleri Bölüm III: Projenin İnşaat ve İşletme Aşamasında Çevresel Etkileri ve Alınacak Önlemler, Projenin; a) Çevreyi etkileyebilecek olası sorunların belirlenmesi, kirleticilerin miktarı, alıcı ortamla etkileşimi, kümülatif etkilerin belirlenmesi, b) Sera gazı emisyon miktarının belirlenmesi ve emisyonların azaltılması için alınacak önlemler, c) Projenin çevreye olabilecek olumsuz etkilerinin azaltılması için alınacak önlemler, ç) İzleme Planı (inşaat dönemi), Bölüm IV: Halkın Katılımı; a) Projeden etkilenmesi muhtemel ilgili halkın belirlenmesi ve halkın görüşlerinin çevresel etki değerlendirmesi çalışmasına yansıtılması için önerilen yöntemler, b) Görüşlerine başvurulması öngörülen diğer taraflar, Notlar ve Kaynaklar; Ekler: Çevresel Etki Değerlendirmesi Başvuru Dosyası hazırlanmasında kullanılan bilgi ve belgeler ile raporda kullanılan tekniklerden rapor metninde sunulamayan belgeler, Proje için seçilen yerin koordinatları, Proje için belirlenen yer ve alternatiflerinin varsa; çevre düzeni, nazım, uygulama imar planı, vaziyet planı veya plan değişikliği teklifleri, Proje ile ilgili olarak daha önceden ilgili kurumlardan alınmış belgeler şeklinde düzenlemeler yer almıştır.
Yukarıda yer verilen hükümler uyarınca, çevresel etki değerlendirmesiyle, gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlendiği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin irdelendiği, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirildiği, ayrıca projelerin uygulanmasının izlendiği ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaların belirlendiği bir süreç öngörülmüş olup, Yönetmelik kapsamında yer alan bir faaliyet nedeniyle hazırlanacak ÇED raporunda özel format uyarınca, projenin gerçekleştirileceği yer ile alternatif alanlar belirlenerek projenin hizmet amacı, önem ve gerekliliği kapsamında yerin ve etki alanının çevresel özellikleri, çevresel etkiler ve alınacak önlemlerin tartışılması, faaliyet yerinin belirlenmesinde ise, faaliyetin büyüklüğü, amacı, ulaşım, iklim, toprağın ve çevrenin özellikleri, olası etkiler ve etkilerin azami giderilme olanakları gibi unsurların etkili olması, bu bağlamda, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir çevre dengesinin sağlanması yolunda belirtilen nitelikteki bir faaliyete en uygun yerin seçilmesinin esas olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan; 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 13. maddesinde; “Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla; a) Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar, b) Doğal afet sonrası ortaya çıkan geçici yerleşim yeri ihtiyacı, c) Petrol ve doğal gaz arama ve işletme faaliyetleri, ç) İlgili bakanlık tarafından kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri, d) Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plân ve yatırımlar, e) Kamu yararı gözetilerek yol altyapı ve üstyapısı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar, f) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımları, g) Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları, için bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile Bakanlık tarafından izin verilebilir. Bakanlık bu yetkisini valiliklere devredebilir. Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri dışında kalan tarım arazileri; toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile valilikler tarafından tarım dışı kullanımlara tahsis edilebilir…” hükmü, 14. maddesinde; “Tarımsal üretim potansiyeli yüksek, erozyon, kirlenme, amaç dışı veya yanlış kullanımlar gibi çeşitli nedenlerle toprak kaybı ve arazi bozulmalarının hızlı geliştiği ovalar; kurul veya kurulların görüşü alınarak, Cumhurbaşkanı kararı ile büyük ova koruma alanı olarak belirlenir. Büyük ovalardaki koruma ve geliştirme amaçlı tarımsal altyapı projeleri ve arazi kullanım plânları, kurul veya kurulların görüşleri dikkate alınarak, Bakanlık ve valilikler tarafından öncelikle hazırlanır veya hazırlattırılır. Büyük ovalarda bulunan tarım arazileri hiçbir surette amacı dışında kullanılamaz. Ancak alternatif alan bulunmaması, kurul veya kurullarca uygun görüş bildirilmesi şartıyla; a) Tarımsal amaçlı yapılar, b) Bakanlık ve talebin ilgili olduğu Bakanlıkça ortaklaşa kamu yararı kararı alınmış faaliyetler, için tarım dışı kullanımlara Bakanlıkça izin verilebilir…” hükmü yer almaktadır.
Bu durumda, mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ve sulu tarım arazileri ile Büyük Ova koruma alanı ilan edilen alanlardaki tarım arazilerinin amacı dışında kullanılamayacağı, ancak belli şartlar dahilinde tarım dışı amaçla kullanılmasına izin verilebileceğinin düzenlendiği görülmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; müdahil şirket tarafından, Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar mevkiindeki ………. tarafından yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Santralleri (Toplam Kurulu Güç:129,9 MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil), ( Toplam Kurulu Güç : 129,9MWm/127,3 MWe Özmen -3 JES, öZMEN-4 JES, öZMEN-5jes, Özmen-6, Özmen-7JES, Özmen-8 ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi yapılmasının planlandığı, bu kapsamda çevresel etki değerlendirme çalışmalarına başlandığı, ÇED başvuru dosyasının incelenmesi üzerine davaya konu olan “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının alındığı, bu kararın iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünün, birden fazla uzmanlık alanında özel ve teknik bir inceleme gerektirmesi nedeniyle Mahkememizin 29/01/2025 tarihli ara kararı ile mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş, yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 22.07.2025 tarihli bilirkişi raporunda özetle;
DAVA KONUSU İŞLEMİN JEOLOJİ- HİDROJEOLOJİ MÜHENDİSLİĞİ DİSİPLİNİ AÇISINDAN AÇISINDAN YAPILAN İNCELEMDE;
Dava konusu etkinlik Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar mevkiinde İR: 2013/01 nolu ruhsat sahası 1 nolu poligonda yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Enerji Santralleri (Toplam Kurulu Güç: 129,9 MWm / 127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-l ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi ile ilgilidir. Söz konusu proje ile mevcut Özmen-3 Jeotermal Enerji Santrali (JES) haricinde toplam kurulu gücü 127,3 Mwe olan 5 adet yeni JES yapılması ve 9 tanesi zaten açılmış bulunan, 82 yeni (35’i üretim, 47’si re-enjeksiyon) jeotermal enerji kuyusu (toplamda 91 tane kuyu) açılmasının planlandığı, I-1, Ö-1, Ö-2, Ö-3, Ö-4, Ö-5, Ö-14, Ö-15 ve Ö-24 numaralı kuyuların ÇED izni alınmış ve zaten işler durumda olduğu. Açılmış kuyuların derinlikleri 3420 m ile 4284,5 m arasında değiştiği, Açılması planlanan kuyulardan 26 tanesi ÇED izni alınmış ancak açılmamış, diğer 56 kuyunun ise ÇED izni alınmadığı,Nihai ÇED raporunda ilk bilirkişi raporunda belirtilen bazı eksiklikler (Sistemden salınacak gazların etkileri, yoğuşamayan gaz konsantrasyonları vb.) kısmen cevaplanmış olsa da toplam 6 JES ile 91 adet kuyunun faaliyet göstereceği etkinliğin tarımsal ürünlere, topraklara, yüzey ve yeraltı sularına verebileceği zararların bütünleşik olarak açıklanması konularında yeterli olmadığı, ……
6 JES ile 91 Adet kuyunun faaliyet göstereceği, sistemden salınacak gazların etkileri yönünden yapılan incelemede;
……
“Jeotermal kaynak sularının üretim ve enjeksiyon kuyuları arasında kapalı iletim hattı kullanılarak işletildiğinden bitki ve canlıların üzerinde olumsuz bir etkisi olmayacağı, Jeotermal kaynak ile açığa çıkan buhar ve gaz bileşenleri ise belli koşullarda zararlı olabileceği, Kuyu test aşamasında ortaya çıkan buhar, işletme aşamasında yoğuşturularak enjeksiyon ile geri basılacağından çevre üzerine etkisi olmayacağı, Ancak yoğuşamayan gazlar hem test aşamasında hem de buhar işletme aşamasında mevcut olacağı, Jeotermal kaynak için yapılan derin sondajların 3000m olacağı ve 2400m’ye kadar kapalı casing (muhafaza borusu) ile geçileceği ve arkasının yeryüzüne kadar çimentolanacağı böylece ilk 2000 m’nin formasyon ile temasının olmayacağı iş bu ÇED raporunda ilgili bölüm başlıklarında ayrıntılı olarak ifade edildiği, Sulamada kullanılan yüzey sularının ise ilk 200-300m derinliklerden sağlandığı ve projenin inşaat ve işletme dönemlerinde yeraltı soğuksu kaynakları ile teması olmadığı, işletme sırasında ise yeraltı suyu gözlem kuyularından yılda 4 defa her mevsimi temsilen alınan örneklerle yüzey suları izlenmekte olduğu, Olası bir jeotermal su karışımı ile ilgili durumu tespit etmek amacı ile düzenli gözlemler yapıldığı, Bunlara ilişkin analiz sonuçları hidrojeoloji raporlarında verilmiş olup işletme aşamasında yıllık bazda raporlanacaktır. İletim boruları ve kuyuların, Dere yataklarından 25 metre uzaklıkta mesafe sınırı bırakılması, yüzey ve yeraltı sularını korumak için değil, dere yataklarını korumak ve yapıların taşkından etkilenmemesi amacı ile konulmuş bir sınır olduğu, Bu bakımdan yüzeye yapılacak tesislerin yeraltı suyunu kirletmesi gibi bir durum vaki olmadığı, ÇED kapsamında açılması planlanan 91 adet kuyunun yaklaşık %40’ı üretim olarak planlandığı, Dolayısı ile kümülatif etkisi sınırlı olacağı, Emisyon değerleri, emisyon ölçüm raporlarında izin verilen maksimum değerlerin altında ölçüldüğünden, olumsuz bir kümülatif etkiden bahsedilemeyeceği, Yapılan gaz analizi ve ölçümlerinde gaz fazında Amonyak, Cıva’ya rastlanmadığı, Steam fazındaki analizde ise H3BO3 (Borik Asit) tespit edilmediği ve Borik asit oluşturacak bileşenlerin olmadığı, Şu ana kadar 2015 yılından beri işletmede faaliyet gösteren santrallerde Sülfirik asit oluşumuna bağlı bir tarımsal ürün kaybı şikâyeti yaşanmadığı, …. Bülbül ve Kızılkaya (2023) raporunda açıklanan gaz analizlerinin İtalya’da CNR laboratuvarında yapıldığı, gaz fazında Amonyak ve Cıva’ya rastlanmadığı, buhar fazında H3BO3 (Borik Asit) tespit edilmediği açıklanırken yapılan gaz analizlerinde amonyak, cıva ve H3BO3 (Borik Asit) analizinin yapıldığı ve saptanamadığına dair bir bilgi açıklanmadığı, Bu parametreler analiz yapılıp ölçüm değerlerinin altında mı kaldı, yoksa genelde az bulunan parametreler olduğu için veya laboratuvar koşulları gereği yapılamadığı için bu parametreler bulunmadığına dair bilgi bulunmadığı, Eğer analiz yapıldıysa ve ölçüm değerlerinin altında kaldıysa bile borik asitin tarımsal ürünlere zarar vermeyeceğini söylemek doğru bir yaklaşım olmadığı, Gaz deşarjında genellikle borik asit (H3BO3) derişimi düşüktür ve insan sağlığında borik asit gazının etkisinin az olduğunun bilindiği, Bununla birlikte borik asit bulaşmış toprak ya da sulama suları bitki büyümesine olumsuz etki yapabi,leceği, Sonuç olarak borik asitçe zengin buhar ya da gaz deşarjı, özellikle yüzey suları ve toprak kirliliği üzerinde önemli etkisi olduğu, Dolayısıyla dava konusu parsellerin toprak ve sulama sularının komşu parseldeki jeotermal buhar etkisiyle kirletilme potansiyeli mevcut olduğu, …..Özetle 6 JES ile 91 adet kuyunun faaliyet göstereceği dava konusu etkinlikte 7.200 ton/sa debiyle akışkan çekileceği, kuyuların santrallere bağlanması için iletim hatları (boruları) geçirileceği, kaza riskleri de olacağı bütünleşik değerlendirildiğinde; tarımsal ürünlere, topraklara, yüzey ve yeraltı sularına verebileceği zararların önlenmesi konularındaki açıklamaların yeterli olmadığı kanaatine varıldığı, Yörenin verimli tarım arazisi olması ve mevcut içme, kullanma suyu kullanımları birlikte değerlendirildiğinde dava konusu etkinlikte kamu yararı bulunmamaktadır. 6 Adet JES alanı, 91 adet sondaj çamur havuzu, sondaj platform betonu yeri, toprak depolama alanı, hafriyat döküm alanı, vb., şantiye alanı ve iletim hatları birlikte değerlendirilirse birçok alan tarımdan koparılacağı, Açılacak yollar ve sonrasında kullanım aşamasında olacak iletim boruları da düşünüldüğünde önemli miktarda sahanın tarımdan koparılacağı, Jeotermal enerji kullanımı diğer etkinliklerden bağımsız düşünüldüğünde elbette kamu yararına bir etkinlik olduğu, Ancak çevresindeki tarım alanlarının olumsuz etkileme potansiyeli dikkate alındığında kamu yararlılığı konusu ikincil planda kaldığı, Bir alandaki birbirini etkileyebilecek etkinliklerde hangi kamu yararının üstün olduğu konusunda tarım alanları açık ara ön sırada yer alması gerektiği, Yukarıda açıklanan çevreye zarar verme potansiyelleriyle birlikte değerlendirildiğinde söz konusu etkinlikte kamu yararı bulunmadığı,
Kamu yararlılığı konusunu DSİ Su tahsisleriyle birlikte değerlendirmekte yarar olduğu, Bu kapsamda 10 Aralık 2019 tarih ve 30974 sayılı Resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan DSİ Su Tahsisleri Hakkında Yönetmelikte İKİNCİ BÖLÜM’ de “İlkeler, Su Tahsisi Yapılamayacak Durumlar ve Suyun Kullanım Öncelikleri” açıklanmaktadır. MADDE 5 – (1) de tanımlanan su tahsislerindeki temel ilkelerin (b) şıkkında belirtildiği üzere “Su, kullanım önceliklerine uygun olarak tahsis edilir.” MADDE 6’da “Su tahsisi yapılamayacak durumlar” belirtilmiş olup dava konusu alandaki durumla ilişkili bir konu bulunmamaktadır. MADDE 7’de ise suyun kullanımında öncelik sırası verildiği,
“MADDE 7 – (1) Suyun miktarı, kalitesi, havzanın özelliği, zorunlu ihtiyaçlar ve şartlar başka türlü bir çözüm yolu gerektirmedikçe, su kaynaklarının kullanım amaçlarında aşağıdaki öncelik sırası uygulanır: a) İçme ve kullanma suyu ihtiyacı, b) Çevresel su ihtiyacı, c) Tarımsal sulama ve su ürünleri yetiştiriciliği, ç) Enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçları, d) Ticari, turizm, rekreasyon, madencilik, taşıma, ulaşım ile sair su ihtiyaçları.
İçme ve kullanma suyu ihtiyacı, Çevresel su ihtiyacı ve Tarımsal sulama ve su ürünleri yetiştiriciliği konuları Enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçları kullanımlarından çok önce olduğu, Söz konusu etkinlik enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçları kapsamında değerlendirilebileceği, Yöredeki mevcut su kaynaklarının içme ve kullanma suyu ya da tarımsal sulama suyu oldukları ve dava konusu etkinlikten olumsuz etkilenme potansiyelleri olmalarıyla birlikte değerlendirildiğinde dava konusu etkinlikte kamu yararı bulunmadığı,
Hidrojeolojik Açıdan Yapılan Değerlendirmede;
•Dava konusu etkinlikle ilgili hazırlanan ÇED raporunda jeolojik ve hidrojeolojik açıdan değerlendirmelerin ve taahhütlerin genellikle saha gerçeklerine uygun olduğu,
Ancak
•Tarımsal ürünlere, topraklara, yüzey ve yeraltı sularına verebileceği zararların bütünleşik olarak açıklanması konularında yeterli olmadığı,
•Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlem olarak gönderilen Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen yeni ruhsat ve izin verilmemesi konusunun cevaplanmadığı,
•Dava konusu etkinliğin Gediz Havzasında fazladan 7.200 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, böylece Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önleminin geçersiz kılındığı,
•Dava konusu etkinlikle çok sayıda tarım alanının kamulaştırma yoluyla tarımdan koparılacağı, söz konusu etkinliğin yararları ve zararları bütünsel olarak değerlendirildiğinde tarım ürünlerine, toprağa, yüzey ve yeraltı sularına zarar verme potansiyelinde olduğu için kamu yararı bulunmadığı,
Gerekçelerine bağlı olarak Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının Jeoloji ve Hidrojeoloji Mühendisliği yönünden kamu yararına ve mevzuatlara uygun olmadığı kanaatine varıldığı,
….
Dava Konusu İşlemin Çevre Mühendisliği Disiplini Açısından Yapılan İncelemede;
Dava Konusu işlem, 25.11.2014 tarih ve 29186 sayılı ÇED Yönetmeliği Ek:1 Listesi Madde 44 “Jeotermal kaynağın çıkarılması ve kullanılması (Isıl kapasitesi 20 MWe ve üzeri)” Ek: II Listesi Madde 55 “Maden, petrol ve jeotermal kaynak arama projeleri, (Sismik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, jeofizik vb. yöntemle yapılan aramalar hariç)” sınıfında yer almaktadır. Gerçekleştirilmesi düşünülen “Tepeköy Jeotermal Enerji Santralleri (Toplam Kurulu Güç:129,9 MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil)” projesi için ÇED Yönetmeliği Ek: 3 formatında “ÇED Başvuru Dosyası” hazırlanması zorunlu olduğu,
Su Kalitesi ve Kirliliği Açısından Yapılan değerlendirmede;
Dünyada son yıllarda teknolojinin gelişimi ile kullanımı artan jeotermal kaynakların yanlış uygulamalar sonucunda çevre üzerinde istenmeyen etkileri gözlenmeye başlanmıştır. Bu durum, iyi uygulamalara sahip işletmeleri de olumsuz etkilemiştir. Jeotermal santrallerin çevresel etkileri genellikle jeotermal akışkanın re−enjeksiyon yapılmadan çevredeki alıcı ortamlara deşarjı, santral bileşenlerinde korozyon ve kabuklaşma sebebiyle meydana gelen deformasyonlar sebebi ile ortaya çıkan sızıntı ve kaçaklar, gaz salımı, görüntü kirliliği, mikro-sismisite, çökmeler, termal ve kimyasal kirlilik şeklinde gerçekleştiği,
Ege bölgesinde özellikle tarımsal faaliyetin yoğun olduğu Büyük Menderes ve Gediz Havzalarında santral kurulumu jeotermalin çevresel etkisini artmasına sebep olmuş deşarj, gaz salımı ve diğer yanlış uygulamalarında durumu kötüye götürdüğü,
Her bir jeotermal sahadaki akışkanın kimyasal bileşimi karmaşık litoloji, tektonik ve volkanik aktivite nedeniyle farklılık gösterdiği, 1 Jeotermal akışkan, yüksek konsantrasyonlarda ağır metal (Arsenik (As), Bor (B), Kadmiyum (Cd) ve Kurşun (Pb) gibi) içerebileceği, Türkiye’deki jeotermal sahaların önemli bir kısmında bor, arsenik ve lityum gibi elementler bulunduğu, Özellikle, Ege bölgesinde yer alan jeotermal akışkanda yüksek konsantrasyonlarda bor ve arsenik mineralleri bulunmaktadır. Batı Anadolu’daki jeotermal sistemler kimyasal açıdan oldukça dikkatli incelenmesi gereken sistemler olduğu, Bazı alanlarda bu akışkanın deşarjı veya yanlış uygulamaları sonucu toprak ve su kaynaklarında kirlenme meydana geldiği, Bu nedenle, üretim sonrasında re−enjeksiyon işlemi mutlaka yapılması gerektiği, Aynı şekilde jeotermal kuyu açılması sırasında veya sonrasında kuyuda meydana gelebilecek patlamalar ya da fışkırmalar hem toprak hem de su kaynaklarını etkilediği, Alaşehir ve Kula buna örnek olarak verilebileceği, Jeotermal kaynaklı elektrik üretiminde gelinen seviye ülke geleceği ve ekonomisi açısından oldukça olumlu olduğu, Ancak kurulu santrallerin Ege Bölgesi’nde çok dar bir alanda çok sayıda olması ve bunun yanında yerleşim alanlarının tarımda ülke için oldukça önemli ihracat ürünlerinin (üzüm, zeytin, incir vb.) üretim alanına denk gelmesi, son yıllarda yaşanan çevresel sorunların ana nedenleri arasında yer aldığı, Ege Bölgesi’nde belirlenen çevresel sorunların büyük bir bölümü yanlış uygulamalar başlığı altında toplanabileceği, Geriye kalan kısmı ise jeotermal santrallerin inşa ve işletme aşamasında ortaya çıkardığı sorunlar olduğu, Sorunların temelinde, mevzuatlardaki bazı eksiklikler, eğitim eksikliği ve sektör−yöre halkı−kurumlar arasındaki iletişim kopukluğu yer aldığı, Bu şartlar altında denetleme ve izleme eksikliği ile çevresel sorunlar son zamanlarda daha çok yaşanmaya başladığı,
TÜBİTAK MAM Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü tarafından T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü için hazırlanan Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planının Hazırlanması Projesi Önlemler Programı Nihai Raporu S:277-278
(…) jeotermal faaliyetlerin henüz başlamadığı bölgede bor parametresi için YO-ÇKS değerinin altında değerlen ölçülürken, “Alaşehir Çayı Jeotermal Faaliyet Sonrası” numune noktasına ilave olarak TMDL 40 nolu istasyonda da YOÇKS değerinin çok üzerinde Bor konsantrasyonu ölçüldüğü, GHNHYP, 2018 raporunda Alaşehir Çayı’nda yapılan bor ve arsenik ölçüm sonuçları bölgedeki jeotermal faaliyetlerin bor konsantrasyonunda artışa neden olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu çalışmalarda, saha araştırmaları sırasında numune alınan noktalara ek olarak bu bölgeye yakın izleme noktalarında ölçülen bor ve arsenik konsantrasyonları birlikte değerlendirilmiş ve bor değerlerinde jeotermal faaliyetlerden sonraki istasyonlarda yüksek konsantrasyonlar ölçüldüğünün vurgulandığı,
…………
Tüm bu veriler ışığında Gediz havzasında YAS kaynaklarının baskı altında olduğu, korunması ve sürekliliğinin sağlanması gerektiği sonucuna varıldığı,
Akışkanın doğası gereği sahip olduğu fiziksel ve kimyasal özellikler dışında sistemlerde işletme öncesi ve sonrasında yapılan yanlış uygulamalar problemlerin temelini oluşturduğu, Re−enjeksiyon yapılmaması, yani akışkanın alıcı ortamlara deşarj yapılması, çevresel etkinin en büyük nedenlerinden birisi olduğu,
………
Birden fazla kuyunun açılacağı uygulamalarda, açılan ilk kuyunun tıkanmasını engellemek üzere kuyu temizliğinin yapıldığı testleri sonrasında kuyu performansının tam olarak belirlenmesi amacıyla yapılan üretim testlerine geçilmeden re-enjeksiyonun yapılabileceği yeni kuyunun açılması, Kuyu testleri sırasında oluşacak olan jeotermal akışkanın rezervuara geri basılması yani re-enjeksiyon yapılması teknik bir zorunluluk olduğu,
Nihai ÇED Raporunun incelenmesinde;
Faaliyet kapsamında açılması planlanan sondajların test dilimlerinde oluşması muhtemel jeotermal akışkan miktarı hesaplamasında Özmen -3 JES kapsamında açılan kuyular esas alınarak maksimum test suyu miktarı için azami 4200 m’lik derinlikteki sondaj için maksimum test suyu miktarı 100 m3/saat olarak kabul edildiği,
Ayrıca; açılması planlanan sondaj lokasyonlarının her birinde testlerin süresi Özmen -3 JES kapsamındaki tecrübelere dayanılarak 10 saati geçmeyeceğini proje sahibi firma beyan ve taahhüt edildiği, 10 saatlik test suyunun bertaraf işlemleri tamamlandıktan sonra yeniden test yapılması için vanalar açılacağı, Proje sahibi firmanın beyan ve taahhüdüne göre; Özmen -3 JES kapsamında yapılan üretim testlerinde bazı testleri 3 saat, bazı testlerin 5 saat sürdüğü, Sondaj lokasyonlarında yapılan testlerin amacı kuyuyu çamurdan arındırmak, sondajı sonlandırmak ve gelen ilk veriler ışığında akışkan kapasitesi hakkında tespit yapabildiği,
Bu sebeplerden ötürü; açılması planlanan sondaj lokasyonlarının her birinde testler maksimum 10 saatlik periyotlar halinde yapılacağı, Sondaj lokasyonlarının maksimum 10 saatlik süre sonunda kuyu başı vanaları kapatılacak ve test suları bertaraf edilmeden ikinci bir teste kesinlikle geçilmeyeceği,
Sondaj lokasyonlarında test aşamasında oluşması muhtemel jeotermal akışkan miktarı saatte 100 m3 toplamda ise 1000 m3’tür her bir test havuzunun kapasitesi yeterli durumda olduğu,
Proje konusu faaliyet kapsamında yapılacak sondaj çalışmaları neticesinde yüzeye çıkartılan jeotermal akışkanın buharlaşma sonucunda geriye kalan kısmında sıcaklık, basınç, statik, su kaybı gibi testler kuyuya su basılarak yapılmakta olup akışkan çıkışı olmadığı, Bu durumda yüzeye çıkarılan akışkan aynı rezervuara re-enjekte edilecek olup kesinlikle alıcı ortama deşarj yapılmadığı,
Proje kapsamında yüzeye çıkartılacak akışkan kesinlikle alıcı ortama deşarj edilmeyeceği Test sularının geçici olarak biriktirileceği test havuzları sızdırmaz özellikte ve jeomembran kaplı olarak yapılacağı,
Proje konusu faaliyet kapsamında elektrik enerjisi üretimi amaçlı üretim kuyularından çekilen jeotermal akışkan türbinlerden çıkış yaptıktan sonra kapalı sistem boru hatları ile re-enjeksiyon kuyularına gönderilecek ve aynı havzaya geri basılacak olup, kesinlikle alıcı ortama deşarj yapılmayacağı,
…..
Sondaj çalışması sonucunda akışkana/kaynağa ulaşılması sonrasında; Birkaç gün sürebilecek kuyu tamamlama testlerinin ardından 3-4 hafta sürebilecek üretim testlerinin gerçekleştirilmesi söz konusu olduğu, Üretim testleri koşullara göre birkaç aya kadar da uzayabildiği,
Kuyu tamamlama testleri kapsamında statik sıcaklık basınç profili, su kaybı testi, enjektivite testi, basınç düşümü testleri yapıldığı,
Üretim testleri ise, işletilebilir rezerv olup olmadığına ilişkin bulgulara ulaşmak amacıyla yapılan testler olduğu,
…………
Hava Kalitesi ve Kirliliği Açısından yapılan Değerlendirmede;
Havada asılı duran 10 μm altı aerodinamik çaptaki partiküller PM10 olarak adlandırıldığı, En önemli PM10 kaynakları; sanayi tesisleri, taşıt emisyonları, fosil yakıt yakılması, tarımsal faaliyetler ve ikincil kimyasal reaksiyonlar olduğu, PM10 insan sağlığını ve çevreyi etkilemektedir PM10 emisyonları, jeotermal kaynak kullanımına ilişkin faaliyetlerde JES tesislerinin sondaj/inşaat fazları süresince gözlendiği, Ayrıca, işletme aşamasında su soğutmalı jeotermal enerji santrallerinde, soğutma kulesi üzerinden sistemdeki kondens buharlaştığında, çok düşük miktarda PM emisyonu salınabilmekte olup bu emisyonlar fosil yakıtlı enerji kaynaklarına göre ihmal edilebilir seviyede olduğu,
Nihai ÇED raporu incelendiğinde sondaj alanları ve JES alanlarında inşaat aşamasında oluşacak PM10 emisyonlarının hesaplanarak mevzuatın ön gördüğü biçimde AERMOD modeli yardımıyla dağılımının hesaplandığı,
Yoğuşmayan Gazlar- NCG emisyonları: Jeotermal kaynak kullanımına yönelik projelerden kaynaklanan başlıca hava emisyonları, NCG içinde yer alan CO2, H2S, CH4, NH3, N2, H2 vb. Gazlar olduğu, Bu gazlar içerisinde en yüksek orana sahip olan emisyonlar CO2 ve H2S’ olduğu,
Hidrojen sülfür (H2S); renksiz, korozif, çürük yumurta kokusu olarak da karakterize edilen keskin bir kokuya sahip olduğu, Saflığa bağlı olarak 0,2-2,0 μg/m3’lük konsantrasyonlarda insan burnu tarafından algılanabilen koku eşiğine sahip olduğu, Havadaki 30 dakikalık ortalama konsantrasyonunun 7 μg/m3’ü geçmesi durumunda rahatsızlık verdiği, Zehirli bir gaz olan H2S’in akut sağlık risklerini oluşturan konsantrasyonların çok altında hissedilebilen konsantrasyonlar insanlar tarafından fark edilebilmekte ve rahatsızlık verdiği,
Kaynama sıcaklığı -60,2 °C olan de Hidrojen sülfür, diğer yoğuşmayan gazlar gibi yer altındaki basıncın etkisiyle jeotermal akışkan içinde çözünmüş halde bulunduğu, Enerjisi alınmak üzere yer altından çıkarılan jeotermal akışkan içindeki yoğuşmayan gazlar, sıvı fazdan gaz faza geçtiği, Boru içindeki akışın engellenmemesi için gaz fazdaki yoğuşmayan gazların sistemden ayrılması gerektiği, Bu durum Jeotermal santrallerde H2S emisyonlarının oluşmasına neden olduğu,
Bulunduğu litolojik yapıya göre değişiklik göstermekle birlikte teorik olarak üretilen MWh elektrik başına 0,5-1,8 kg H2S emisyonunun oluşmasına neden olacağı,
Bölgeye özgü NCG değerleri için literatür taraması yapılacak olursa Aksoy ve diğerleri tarafından uluslararası yayımlanmış çalışmaya göre (Tablo1) rezervuardaki jeotermal akışkanın ağırlıkça 0,034 kg NCG/ kg Akışkan oranında yoğuşmayan gaz içeriğine sahip olduğu, Alaşehir’deki jeotermal akışkanındaki yoğuşmayan gazlarla ilgili bir diğer çalışma da Haizlip ve arkadaşları tarafından yapılmış, Aksoy ve arkadaşları tarafından yapılmış çalışmadaki gibi rezervuardaki jeotermal akışkanın ağırlıkça 0,034 kg NCG/ kg Akışkan oranında yoğuşmayan gaz içeriği verildiği, Hazilip ve arkadaşlarının çalışmasında Yoğuşmayan gazın %0,20 oranında H2S içerdiği tespit edildiği,
ÇED Raporu Ek-6.4’te Jeotermal Akışkan Analizleri başlığı altında Institute of Geosciences and Earth Resources (Italya) raporunda 4 noktada yapılmış analizlerde:499,75 ppm H2S ölçülmüş, Yoğuşmayan gazın %0,05025 oranında H2S içerdiği tespit edildiği,
Literatür verisiyle 0,034 kg NCG/kg Akışkan olarak kullanılan veri ÇED Raporu Ek-6.4’te Jeotermal Akışkan Analizleri başlığı altında Institute of Geosciences and Earth Resources (Italya) raporunda ve T.C. Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyeleri tarafından hazırlanarak ÇED Raporuna eklenmiş olan “Tepeköy Jeotermal Enerji Santrallerinin Hidrojeoloji ve Çevresel Etki Değerlendirme Raporu”nda belirtilen 500 ppm H2S verisinin kullanılmasıyla, her bir JES için saatte oluşacak NCG miktarı:15 kg/saat H2S içeriğine sahip olduğu ÇED raporunda verildiği,
6 Kasım 2020 tarih ve 31296 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile
MADDE 1 – 3/7/2009 tarihli ve 27277 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğine aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“Geçiş hükmü
GEÇİCİ MADDE 8 – (1) Bu maddeyi ihdas eden Yönetmelik ile EK-5’e eklenen “EE) YİRMİSEKİZİNCİ GRUP TESİSLER: Jeotermal Enerji Üretim Tesisleri” başlıklı kısımda yer alan hükümler 30/6/2021 tarihinden itibaren uygulanır.”
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin EK-5’ine aşağıdaki kısım eklenmiştir.
“EE) YİRMİSEKİZİNCİ GRUP TESİSLER: Jeotermal Enerji Üretim Tesisleri
(1) Jeotermal enerji santrallerinde aşağıda verilen değerlerden fazla H2S emisyonu salınamaz. Bu konuda Ek-1’de yer alan Tablo 1.2.1’deki sınır değer uygulanmaz.
Kapasitesi H2S emisyonu miktarı
20 MWe’den daha az 6 kg/saat
20 MWe’den 50 MWe’e kadar 10 kg/saat
50 MWe ve daha fazla 15 kg/saat
Biçiminde, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde değişikliğe gidilerek, Jeotermal santraller için H2S kütlesel emisyonuna yönelik sınırlamalar getirildiği,
Nihai ÇED Raporunda;
T.C. Manisa 2. İdare Mahkemesinin 2022/632 Karar No ve 2021/799 Esas Nolu Kararı kapsamındaki gerekçelere istinaden “Hava Kalitesi Modelleme Raporunda revizyon gerçekleştirilmiş olup,
Bahse konu raporda aşağıdaki şekilde açıklamalara yer verildiği,
Jeotermal akışkan yapısında çözünmüş yoğuşmayan gazlar arasında karbondioksit (CO2), hidrojen sülfür (H2S), amonyak (NH3), azot gazı (N2), hidrojen gazı (H2) ve metan (CH4) bulunmaktadır. Jeotermal buharda genellikle çevresel açıdan en büyük endişe kaynağı olan gaz H2S’tir. Hava kalitesi modelleme raporu da H2S gazının dağılımlarını incelemek amacıyla hazırlandığı,
Projeye esas tesislerde yapılan NCG (kondanse olmayan gaz oranı) ölçüm sonuçlarına göre H2S konsantrasyonları 500 ppm olarak tespit edilmiştir. Emisyon hesapları ve hava kalitesi modellemesi bu analiz sonuçlarına göre gerçekleştirildiği,
Buna göre her bir santralde oluşacak emisyonlar Tablo 173’de verildiği gibi olacaktır.
Tablo 173’te görüleceği gibi Özmen 3 JES 15 kg/saat, Özmen 4 JES 15 kg/saat, Özmen 5 JES 15 kg/saat, Özmen 6 JES 15 kg/saat, Özmen 7 JES 15 kg/saat, Özmen 8 JES 15 kg/saat olmak üzere projenin toplamda 90 kg/saat H2S kütlesel emisyon debisi üretmesi söz konusudur. Aynı tabloda Emisyon tedbiri verimiyle %70-%80 aralığında azaltım olacağı belirtilmektedir. ÇED raporu içeriğinde kuyu delme işlemleri sırasında H2S azaltım önlemi olarak,
Tepeköy Jeotermal Enerji Santrallerinin Hidrojeoloji ve Çevresel Etki Değerlendirme Raporunda “Hava Kalitesi Dağılım Modellemesi Raporu sonuçlarına göre Tepeköy Enerji Santralleri için öngörülen durumda H2S emisyonları sınır değerleri aşacağı, Bu noktada işletme aşamasında H2S gazının giderimine yönelik tedbirlerin alınması gereli olduğu, Bunun için kuyu testleri sonrası öncelikle santral kurulum aşamasında “NCG Azaltım Planı ve H2S Yönetim Planı” hazırlanmalıdır.” Denilmektedir.
ÇED raporunda konu ile ilgili olarak “Proje kapsamında 03.07.2009 Tarih ve 27277 Sayılı “Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği “hükümlerine uygun hareket edileceği, SKHKKY Madde 6 gereği tesis etki alanında hava kalitesi sınır değerleri sağlanacak ve valilik tarafından bu konuda alınacak tedbirlere uyulacağı, Bu kapsamda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı aracılığı ile akredite verilen ölçüm firmaları tarafından gerekli analiz ve ölümler yaptırılacak ve sonuçların sınır değerlerin üzerinde çıkması durumunda H2S emisyonunun azaltılması için ilave tedbirler alınacak (gaz giderim sistemi kurulması), gaz tespit ve uyarı sistemleri kurulacağı, Öte yandan re-enjeksiyon yapılsa da uzun vadeli kullanımda üretim kuyularında akışkan debisi ve içeriği hep aynı kalmayıp zaman ile azalacaktır.” Açıklaması bulunduğu,
Tablo 173’te Özmen 3 JES için %70, Özmen 4 JES için %75, Özmen 5 JES JES için %75, Özmen 6 JES için %80, Özmen 7 JES JES için %75, Özmen 8 JES JES için %80 olarak verilmiş olan H2S azaltım verimlerinin hangi yöntemlerle sağlanacağına dair bir planlama yapışmamış olduğunun görüldüğü,
Emisyon tedbiri verimiyle %70-%80 aralığında azaltımın yanı sıra “Modelleme çalışmasında santraller için ilk yıl emisyonlarda %25 düşüş ve sonraki yıllarda emisyonlar %10 azalacak şekilde modellemede senaryo geliştirilmiştir” varsayımı ile Tablo 174’te yıllara göre azaltıma gidilerek kütlesel emisyon debilerinin azalacağının belirtildiği,
Her bir santral için 1200 ton/saat debide çekilen jeotermal akışkanın 15 kg/saat H2S salımına neden olması beklenirken Tablo 174’de toplam 7200 ton/saat jeotermal akışkan çekecek olan 6 santralden 7 yıl sonunda 13,96 kg saat H2S oluşacağı senaryosuyla hesaplama yapıldığı,
Jeotermal akışkanın bulunduğu rezervuarda gaz fazı bulunmadığı, Yeraltında sıvı halde bulunan NCG (yoğuşmayan gazlar), yeryüzüne çıkarıldığında basınç ve sıcaklığının düşmesiyle gaz faza geçer, geri basılan akışkan içindeki NCG bulunduğu basınç ve sıcaklıktaki doygunluk konsantrasyonlarında bulunduğu, Bu da geri basılan akışkan içindeki gazların eser miktarlarda olduğu anlamına geldiği, Bu durum rezervuardaki gaz miktarının zaman içinde düşme eğiliminde olacağı anlamına geldiği, ÇED raporu içerisinde NCG emisyonlarında, düşük miktarda NCG ile akışkanın re-enjeksiyonunun bir sonucu olarak, jeotermal rezervuarın NCG içeriğinde kademeli olarak bir azalma gözlenebildiği, Örneğin; Germencik’te 47,4 MW kapasiteli bir jeotermal enerji santralinin NCG akış hızı, işletmeye alındıktan sonraki altı yıl içinde 55 ton/saatten 40 ton/saate, Salavatlı’da (Aydın) 10 yıllık üretimden sonra jeotermal sıvı kaynağının NCG içeriği %1,5’ten 0,4’e düştüğü .” Bilgisi paylaşıldığı, Görüleceği gibi Germencik’te 6 yıllık süreç içinde ((55-40)/55)*100=%27,27 azalma gerçekleştiği,
Thráinn Fridriksson, Almudena Mateos Merino, A. Yasemin Orucu, Pierre Audinet tarafından yapılmış çalışmada rezervuarda NCG miktarının kademeli olarak düşme eğiliminde olacağı ancak volkanik hareketlerle rezervuara gaz enjekte edilebileceği dolayısıyla gaz konsantrasyonda artış olabileceği ve yeraltındaki minerolojik dengenin gerektirdiğinden daha yüksek ya da düşük olabileceği belirtilmektedir. Her bir jeotermal sahadaki akışkanın kimyasal bileşimi karmaşık litoloji, tektonik ve volkanik aktivite nedeniyle farklılık gösterdiği, Jeotermal akışkanın çekildiği rezervuara geri basılması durumunda içeriğinde bulunan gazların zaman içinde azalması beklenebilecek bir durum olduğu, Magma ve derin mantodan ilişkili oldukları jeotermal alanlara volkanik hareketler nedeniyle NCG enjeksiyonları da söz konusu olabileceği, Özetle “Modelleme çalışmasında santraller için ilk yıl emisyonlarda %25 düşüş ve sonraki yıllarda emisyonlar %10 azalacak şekilde modellemede senaryo geliştirildiği,” varsayımının bilimsel verilerle desteklenmesi gerektiği, Bu konuda ÇED raporu içinde sözü edilen düşüşlerin olacağı senaryoyu destekleyecek bilimsel ve teknik dayanak bulunmadığı,
Yapılacak modellemede “En Kötü Senaryo” koşulunun dikkate alınması gerektiği,
Planlanan 5 santralin her biri 15 kg/saat H2S kütlesel debisine sahip olması, ÇED raporu içerisinde işletme aşamasında H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili ne tür bir önlem alınacağına dair bir açıklama/projelendirme bulunmaması nedeniyle Jeotermal enerji santrallerinde 10 kg/saatten fazla H2S emisyonu salınamayacağı için Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği açısından uygunsuzluk içerdiği,
H2S emisyonları için Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Ek-2 Tablo 2.2’de 100 μg/m3 (saatlik) 20 μg/m3 (Kısa Vadeli Sınır Değer- KVS) olarak verildiği,
bb) Kısa Vadeli Sınır Değer (KVS): Maksimum günlük ortalama değerleri veya sayısal değerlerinin büyüklüğüne göre dizildiğinde, istatistik olarak bütün ölçüm sonuçlarının % 95 ine tekabül eden ve Ek-2 Tablo 2.2 de belirtilen aşmaması gereken değeri,
“Tablo 2.2 Tesis Etki Alanında Hava Kalitesi Sınır Değerleri
Parametre Süre Birimi YIL
2014 2015 2016 2017 2018 2019-2023 2024
ve sonrası
H2S Saatlik µg/m3 100 100 100 100 100 100 100
KVS 20 20 20 20 20 20 20
Dokuz Eylül Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüş olan bilimsel bir çalışma kapsamında, Manisa Alaşehir ilçesinde hava kalitesi ölçümleri gerçekleştirildiği,
Pasif difüzyon yöntemi ile Alaşehir’de, 10 farklı noktada gerçekleştirilen ölçüm sonuçlarına göre, 1. periyotta ölçülen H2S konsantrasyonları 11,18 µg/m3 ile 57,94 µg/m3 arasında ve 2. periyotta ölçülen konsantrasyonlar ise 12,15 µg/m3 ile 79,89 µg/m3 arasında olduğu,
Pasif difüzyon yöntemiyle yapılan ölçüm sonuçlarının KVS değerini aştığı ancak saatlik değeri aşmadığının görüldüğü, Ölçümlerin 14 günlük periyotlarda yapılmış olduğu göz önüne alınacak olursa KVS değeri ile kıyaslanması gerektiği,
T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından talep üzerine dosyaya sunulmuş olan Alaşehir’de bulunan ölçüm istasyonu H2S ölçüm sonuçlarının incelenmesiyle:
01/05/2024- 31/03/2025 tarihleri arasında 8040 saatlik süreçte 4758 saatlik veri üretilmiş olduğu, 4758 ölçüm sonucundan 1776 tanesinde 7 µg/m3 koku eşiği değerinin aşıldığı, ölçülen tüm verilerin ortalama H2S konsantrasyonun 6,14 µg/m3 olduğu görülmektedir. Bu durum ÇED raporu içinde yer alan ÖZMEN -3 Jeotermal Enerji Santrali Projesi Paydaş katılım Planı, Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirmesi, Paydaş Katılım Sonuçları, Odak Grup Toplantıları, Çizelge 6-1’de “Bölgedeki Proje faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıkan koku, yerel halka rahatsızlık vermektedir.” tespiti ile örtüştüğü,
Modellemeye esas alınan kütlesel emisyon değerlerinin ölçüm sonuçlarıyla hesaplanan değerlerden düşük olarak hesaplanmış olması, geri plan konsantrasyonlarının “Pasif örnekleme sonuçları bütün noktalar için ölçüm limiti olan 0,2 µg/m3 değerinin altında olduğundan, en kötü durumu değerlendirmek amacıyla bütün H2S bileşenleri 0,2 µg/m3 değeri üzerinden hesaplanmıştır.” Açıklamasının, Çevre Bakanlığı ölçüm istasyon verileri ve Dokuz Eylül Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüş olan bilimsel bir çalışma kapsamında, Manisa Alaşehir ilçesinde hava kalitesi ölçümleri sonuçlarıyla uyumlu olmaması nedeniyle hava kalitesi dağılım modellemesinin Bölgede oluşması beklenen H2S konsantrasyonlarının doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı, Dış ortamdaki H2S Jeotermal Enerji Santrallerinin en önemli çevresel etkilerinden biri olması nedeniyle halihazırda koku eşiğinin aşılmış olmasına rağmen geriplan konsantrasyonun 0,2 µg/m3 alınarak eksik hesaplanmış geriplan konsantrasyonları ve eksik hesaplanmış kütlesel emisyon debileri ile yapılmış bir modelleme çalışmasının ÇED Olumlu kararını sakatlar nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
Sonuç olarak:
Firmanın bölgede mevcut açılmış kuyularının bulunduğu ve kuyu açmakla ilgili yeterli deneyimi göz önüne alındığında test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği kanaatine varıldığı,
Ancak
Manisa İli içme suyunun tamamını, İzmir İli ise % 40 oranında içme suyunu Gediz Havzası yeraltı suyu kütlelerinden temin etmekte,” göz önüne alındığında; ÇED raporu içerisinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir (…) Bundan sonra yeraltı suyu kütlelerinde yapılacak olan izleme neticelerine göre söz konusu kirletici parametrenin eşik değer konsantrasyonunun altına düşmesi durumunda kararımız gözden geçirilecektir.” Açıklamalarından sözü edilen arsenik parametresinin Gediz havzasında eşik değerin altına düştüğüne yönelik olarak, Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Tarım Orman Bakanlığının (Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı) yayımlanmış herhangi bir çalışması/açıklaması bulunmadığı, yazının geçerliliğini koruduğu,
ÇED raporu içerisinde, işletme aşamasında H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili ne tür bir önlem alınacağına dair bir açıklama/projelendirme bulunmadığı, rezervuarda zamana bağlı NCG azaltımında esas alınmış verilerin bilimsel dayanağının bulunmadığı, Hava Kalitesi modellemesinde en kötü senaryo koşullarının göz önüne alınarak modelleme yapılması gerektiği, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde belirtilen “Jeotermal enerji santrallerinde 10 kg/saat H2S değerlerden fazla H2S emisyonu salınamaz” koşuluna uygun olmadığı, Hava Kalitesi Modelleme çalışmasının halihazırda koku eşiğinin aşılmış olmasına rağmen geriplan konsantrasyonun 0,2 µg/m3 alınarak eksik hesaplanmış olduğu ve eksik hesaplanmış kütlesel emisyon debileri ile yapılmış bir modelleme çalışmasının Çevresel Etkilerin doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı,
Bölgede yapılmış Akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S varlığı halihazırda tespit edilmiş olup, bölgede gerçekleştirilecek yeni JES Projelerinin devamı konusunda karar vermeden önce karar verici durumdaki kurumlar tarafından bütünleşik izleme çalışmalarının yapılması gerektiği göz önünde bulundurulması gerektiği,
Dava Konusu İşlemin Kimya Mühendisliği Disiplini Açısından Yapılan İncelemede;
Jeotermal kuyuların sondajı sırasında ortaya çıkan sondaj çamurları, jeotermal akışkanlar ve gazların çevresel etkileri ile sondaj sırasında kullanılan kimyasalların su, toprak ve ekosistem üzerindeki potansiyel etkileri kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerektiği,
Jeotermal enerji sistemleri, çevre dostu olarak tanımlansa da sondaj faaliyetleri sırasında ortaya çıkan atıklar nedeniyle çevresel etkiler doğurabilir (Aksoy ve Şimşek, 2009). Sondaj sırasında kullanılan kimyasallar ve çıkan gazlar, kontrolsüz bırakıldığında su ve toprak kalitesini olumsuz etkileyebilir,
Sondaj Sırasında ortaya çıkan atıkları sondaj çamurları, jeotermal sıvılar ve gaz emisyonları olarak gruplandırmak mümkün olduğu, Sondaj çamurları bentonit, barit, çeşitli katkı maddeleri ve kimyasallar içerir. Bu maddeler toprağın fiziksel yapısını bozabilir ve yer altı sularına karışarak kirliliğe neden olabilir (Mutluer, 2013). Çamurlarda bulunan ağır metallerin birikimi tarımsal üretimi ve toprak verimliliğini azaltabilir (Kharaka ve arkadaşları, 2000). Jeotermal sıvılar genellikle yüksek miktarda bor, arsenik, cıva, sodyum ve diğer mineralleri içerir (Gemici ve Tarcan, 2002). Bu akışkanların çevreye kontrolsüz bırakılması su kaynaklarını kirleterek halk sağlığını tehdit eder (Ayaz ve arkadaşları, 2018). Jeotermal sahalardan salınan başlıca gazlar CO₂, H₂S, CH₄ ve NH₃’tür. Özellikle H₂S gazı, düşük konsantrasyonlarda dahi toksik etkilere sahiptir ve koku nedeniyle çevresel rahatsızlığa yol açar (Baba, 2003). Ayrıca CO₂ salımı, jeotermal tesislerin karbon ayak izini artırabilir (Ármannsson ve Kristmannsdóttir, 1992).
Jeotermal tesislerin kurulması ve yeraltı sularının çıkarılması sırasında ise Sondaj ve Temizleme Kimyasalları kullanıldığı, Jeotermal sondajlarda kullanılan inhibitörler, pH düzenleyiciler, biyositler ve köpük kesiciler ekosistemde toksik birikime yol açabilir (Barbier, 2002). Bu kimyasalların suya veya toprağa karışması; mikrobiyal yaşamı bozabilir ve biyolojik çeşitliliği tehdit edebilir (Kristmannsdóttir ve Ármannsson, 2003). Kimyasalların çevresel taşınımı; zemin geçirgenliği, yağış ve eğim gibi faktörlere bağlıdır. Sızıntılar sonucu yer altı suyu rezervuarları uzun süreli kontaminasyon riski altındadır (Mutluer, 2013; Kaya, 2011). Bu yüzden Yer altı suyu, yüzey suyu ve hava kalitesi düzenli analiz edilmesi gerektiği, Sürekli gaz izleme sistemleri özellikle H₂S, CO₂ için kurulması gerektiği,
…….
Nihai ÇED raporunda “..Sondaj çamurunda kullanılacak kimyasal maddelere ilişkin güvenlik bilgi formları ekte verildiği, Her bir sondaj lokasyonunda sondaj çalışmaları esnasında kullanılacak kimyasallar sondaj lokasyonu alanına orijinal ticari ambalajları ile getirilecek olup, orijinal ambalajları içinde toprak zemine temas etmeyecek şekilde beton zemine temas etmeyen paletler üzerinde depolanacağı, Ayrıca; üretim kuyularından alınan jeotermal akışkanın iletim borularında yaratacağı korozyonun önlenmesi için inhibitör (kabuklaşmayı önleyici teçhizat) kuyu başlarında kullanılacaktır.” şeklinde denildiği,
İşletmede kullanılacak kimyasallar ve bunlara ait malzeme güvenlik bilgi formları (MSDS) verilmiştir. Bu kimyasallar ile ilgili bilgiler şu şekilde özetlenebilir.
Chrome Free Lignosulphonate (Kromsuz Lignosülfonat), jeotermal dahil olmak üzere çeşitli sondaj operasyonlarında viskozite düşürücü (thin-down agent), reolojik dengeleyici ve çamur stabilizatörü olarak kullanılan bir katkı maddesi olduğu, Katı partiküllerin çamur içinde dağılmasını sağlar, çökelmesini önler. Viskoziteyi düşürerek çamurun pompalama kolaylığını arttıracağı, Yüksek sıcaklıklarda çamurun stabil kalmasına yardımcı olur (jeotermal kuyularda bu özellik kritiktir). Filtrelenebilirliği (filtrate loss) azaltarak formasyonun zarar görmesini önler. Kromsuz Lignosülfonat için az toksik, biyolojik olarak parçalanabilir ve toprakta kalıcı ağır metal birikimi riskinin düşük olduğu söylenebileceği, Aşırı kullanım veya sızıntı durumunda suda çözünür olduğu için yağışlarla yüzey ve yeraltı sularına geçebileceği, İçeriğinde sodyum ve sülfonat iyonları bulunduğu için toprak tuzluluğunu artırabileceği, Toz formundaysa işlenirken tozuma yapabilir, bu da partikül madde (PM) kirliliği oluşturabileceği, Bu durum solunabilir toz riski yaratabileceği, Ancak gaz ya da uçucu organik bileşik (VOC) yayılımı yapmayacağı,
GEOBEN, genellikle bentonit bazlı olup sondaj çamurunun özelliklerini iyileştirmeyi amaçladığı, Çevresel açıdan düşük riskli olarak kabul edilebileceği, Yoğun deşarj durumunda toprağın geçirgenliğini azaltabileceği, Uzun vadeli organik dengenin bozulmasına yol açabileceği, Aşırı kullanıldığında sucul ortamların pH’ını ve oksijen dengesini bozabileceği,
Kostik Soda (Sodyum Hidroksit, NaOH), sondaj çamurunun pH’ını artırarak kimyasal stabilitesini sağlayacağı, Yüksek pH sayesinde boruların içindeki asidik korozyonun önlenmesine yardımcı olacağı, Kostik soda toprağa karıştığında pH’ı hızla yükseltir, toprak mikrobiyotasını ve organik madde döngüsünü bozacağı, Uzun süreli temas toprakta tuz birikimine ve verim kaybına yol açabileceği, Kostik soda suda tamamen çözünür ve suya karıştığında ani pH yükselmesine neden olacağı, Bu durum balıklar ve diğer su canlıları için öldürücü olabileceği, Yeraltı suyuna karışması halinde içme suyu kalitesini ciddi şekilde bozar. Kostik soda uçucu olmadığı, bu nedenle VOC yayılımı yapmayacağı, Ancak granül ya da toz formda taşınırken tozuma yapabileceği, Havadaki nem ile temas ettiğinde aşındırıcı aerosoller oluşturabileceği, Bu da solunum yolları için riskli olduğu, Sodyum hidroksit oldukça korozif (aşındırıcı) bir madde olduğu, Cilt temasında şiddetli yanıklar, kabarma, doku tahribatı, kalıcı göz hasarı, körlük riski, yutulduğunda ise sindirim sisteminde aşırı yanma, mide delinmesi, hayati tehlike oluşturabileceği, Kostik soda içeren sondaj sıvısı veya atığı tehlikeli atık kapsamında olduğu, Doğrudan çevreye deşarjının yasak olduğu, Nötralizasyon işleminden geçirilerek (genellikle zayıf asitlerle, örn. asetik asit) pH dengesi sağlandıktan sonra bertaraf edilmesi gerektiği, Geçirimsiz zeminli atık toplama alanlarında depolanması gerektiği,
Sodyum Bikarbonat (NaHCO₃) yani yaygın adıyla kabartma tozu, jeotermal sondaj uygulamalarında yardımcı kimyasal madde olarak kullanılan bileşenlerden biri olduğu, Kostik soda gibi bazik kimyasalların fazla kullanımı sonucu yükselen pH’ı nötralize etmek için, sondaj sıvılarında aşırı asidik ortamların tamponlanmasında kullanıldığı, Suya karıştığında pH’ı çok hafifçe yükseltir ancak canlılar üzerinde toksik etkisinin olmadığı, Balıklar ve sucul organizmalar için güvenli kabul edilir (EPA ve FAO’ya göre). Yüksek konsantrasyonlarda iletkenliği artırabileceği, bu da su kalitesini teknik olarak etkileyebileceği, Sodyum bikarbonat, aşındırıcı veya toksik olmadığı, ancak Toz formu burun, boğaz tahrişine yol açabileceği, göze kaçarsa kızarıklık ve yanma oluşturabileceği,
Xanthan Gum (Ksantan Gam), çevreye az zarar veren bir biyopolimer olduğu, Xanthan gum, mikrobiyal fermantasyonla (genellikle Xanthomonas campestris bakterisiyle) üretilen doğal bir polisakkarit olup, doğada parçalanabilir ve biyolojik olarak bozunur. Toprak yapısını veya mikrobiyal dengesini bozmadığı, Kontrollü miktarlarda kullanıldığında çevresel etkisi ihmal edilebilir düzeyde olduğu, Suya karıştığında toksik olmadığı, Balıklar, algler ve su mikroorganizmaları üzerinde zararlı etkisi bulunmadığı, Çözünür formda suda viskoziteyi artırabilir ancak ekotoksik olmadığı,
Proje raporunda “..İşletme aşamasında, faaliyet kapsamında hammadde olarak jeotermal akışkan, ikincil hammadde olarak ise n-bütan kullanılarak elektrik üretimi sağlanacak ve enerji santrallerinin Binary Cycle (ORC: Organik Rankin Çevrim) teknolojisi ile işletileceği, (Şekil-175 ve Şekil 176). Elektrik üretimi sırasında proseste yakıt kullanılmayacağından SO2, NO2, NO ve PM gibibaca gazı emisyonları oluşumu söz konusu değildir.” İkinci akışkan tanımlandığı,
Nihai ÇED raporunda jeotermal kaynaklardan enerji üretiminde Organik Rankine Çevrimi (ORC) yönteminin de kullanılacağı belirtildiği, Bu çevrimlerde su yerine daha düşük kaynama noktasına sahip organik akışkanlar kullanılabileceği, Bu bağlamda n-butan (C₄H₁₀), yüksek verimlilik ve uygun termodinamik özellikleri nedeniyle tercih edilen bir akışkan olduğu, n-Butan’ının Termodinamik avantajları arasında Düşük Kaynama Noktası (~ -0.5°C), Yüksek Isı Kapasitesi sayesinde düşük sıcaklıkta yüksek enerji taşıma kapasitesi ve buna bağlı verimli çevrimler, ticari olarak piyasada kolay temin edilebilen ve düşük maliyetli bir akışkan olması ve ORC sistemlerinde 150°C’ye kadar sıcaklıklarda kararlı yapıda olması sayılabileceği, Riskler ve Güvenlik Açısından Değerlendirdiğinde ise n-Butan son derece yanıcıdır. Alt ve üst patlama sınırları (LEL ~1.8%, UEL ~8.4%) oldukça düşük olması, buharlaşan n-butannın hava ile patlayıcı karışımlar oluşturabilmesi, tesis çevresinde ATEX direktiflerine uygun zonlama ve ekipman seçimi gerekliliği ve kaçak algılama sistemleri, alev sızdırmaz kabinler ile patlamaya dayanıklı kontrol panoları kullanılması gerektiği, n-Butan sistemleri basınçlı kaplar içerdiğinden basınç testi, vana ve boru kontrolleri düzenli yapılması gerektiği, TS EN 378 ve basınçlı ekipman yönetmeliği kapsamında denetlenmesi gerektiği, Akışkan düşük sıcaklıklarda sıvı olsa da sıcak bileşenlerle temasta cilt yanıkları veya donmalar oluşabileceği, n-Butan bir hidrokarbondur ve atmosfere salındığında sınırlı da olsa sera gazı etkisi yapacağı, Yoğun n-bütan kaçağı toprağa ulaşırsa organik kirletici olarak davranabileceği, Sızıntılar durumunda toprak ve yeraltı suyu etkilenebileceği, Bu nedenle ikincil sızdırmazlık sistemleri (secondary containment) kullanılması gerektiği, n-Butan, hava ile temas ettiğinde uçucu organik bileşik (VOC) olarak kabul edilebileceği, Yangın, sızıntı ve patlama risklerine karşı acil durum planları hazırlanmasıo ve tatbikatlar yapılması gerektiği, ORC tesisleri için uygun yangın söndürme sistemleri (örn. FM-200, CO₂) devrede olmalısı gerektiği, Proje dosyasında “ …. Jeotermal akışkanın sıvı ve buhar fazında ayrıştırılması sırasında jeotermal akışkanlar içerisinde bulunan NCG (yoğuşmayan gazlar) açığa çıkar ve sistem içerisinde dolaşmaya başlayarak ek basınç yaratacağı, Her bir santralde oluşacak ek basınca bağlı olarak ekipmanların hasar görmesini önlemek için tüm ünite bileşenlerinin içerisinde yer alan basıncın sabit düzeyde ve dengede tutulması gerektiği, Olası bir basınç artışında sistem içerisindeki basıncı sabitlemek için tedbir olarak eşanjörden vent prensibine dayalı çıkış tasarlandığı, Bu çıkış boru ile hava soğutmalı kondenser (ACC) seviyesine taşınarak NCG (yoğuşmayan gazlar) içerisindeki H2S’nin etkisinin azalmasını sağlayacağı, Ayrıca; NCG’nin (yoğuşmayan gazlar) hava soğutmalı kondenser seviyesinden atmosfere verilmesi ile sistemin basınç düzeyi sabitlenmiş ve dengelenmiş olacağı,” “Jeotermal kaynak sularının üretim ve enjeksiyon kuyuları arasında kapalı iletim hattı kullanılarak işletildiğinden bitki ve canlıların üzerinde olumsuz bir etksi olmayacağı, Jeotermal kaynak ile açığa çıkan buhar ve gaz bileşenleri ise belli koşullarda zararlı olabileceği, Kuyu test aşamasında ortaya çıkan buhar, işletme aşamasında yoğuşturularak enjeksiyon ile geri basılacağından çevre üzerine etkisi olmayacağı, Ancak yoğuşmayan gazlar hem test aşamasında hem de buhar işletme aşamasında mevcut olacaktır.” ifadelerine yer verildiği,
Jeotermal enerji üretim sürecinde yer kabuğundan çıkarılan akışkanların içeriğinde bulunan yoğuşmayan gazlar (NCG) ve toksik mineraller çevresel ve ekolojik riskler barındırdığı, (1, 2). Bu akışkanlar genellikle yüksek sıcaklıkta, minerallerce zengin ve çeşitli gazlar içeren kompleks yapıya sahip olduğu, Özellikle bor, cıva, arsenik gibi elementler ile CO₂, H₂S gibi gazlar, yüzeye taşındıklarında su, hava ve toprak sistemlerini etkileyebildiği, (1, 3).
Jeotermal sistemlerden çıkan NCG gazlar başlıca karbondioksit (CO₂), hidrojen sülfür (H₂S), metan (CH₄), amonyak (NH₃), azot (N₂), hidrojen (H₂) ve helyum (He) şeklinde olduğu, . Bu gazlar, yer altındaki magmatik ve hidrotermal reaksiyonlar sonucu oluşarak akışkana karıştığı, (1, 4).
CO₂, başlıca NCG bileşenidir ve bazı jeotermal sahalarda fosil yakıt santralleriyle karşılaştırılabilir miktarda salım yapabilir (1). Bu durum, seragazı etkisi açısından dikkate alınması gerektiği, (2).
H₂S, düşük konsantrasyonlarda dahi solunum yolu tahrişi, baş ağrısı ve çevrede kötü kokuya yol açar. Ayrıca, atmosferde oksitlenerek asidik bileşiklere dönüşür, bu da asidik yağış riski doğuracağı, (1, 2).
CH₄ (Metan), düşük oranda bulunur ancak küresel ısınma potansiyeli CO₂’ye göre yaklaşık 28 kat daha fazla olduğu, (3).
NH₃, buharlaştırılmış akışkanla atmosfere yayılabilir ve su kaynaklarında pH dengesini bozarak su canlıları için toksik olabileceği, (1, 3).
Ayrıca Bor, Cıva ve Arsenik gibi zararlı minerallerde jeotermal akışkan içerisinde bulunduğu, Jeotermal akışkanlardaki bor içeriği 1–100 mg/L arasında değişebilir ve özellikle volkanik bölgelerde daha yüksek olduğu, (2). Bor, bitkiler için dar bir toksik aralığa sahip olduğu, 0.5–1 mg/L üzeri konsantrasyonlar hassas tarım ürünlerinde toksisiteye yol açabileceği, (3). Ayrıca bor, toprakta birikerek toprak geçirgenliğini ve tuzluluğunu arttırabileceği, (2).
Cıva, özellikle buhar fazında çıkarak atmosfere doğrudan salınabilir (1). Atmosferde çeşitli reaksiyonlarla metilcıvaya dönüşebilir ve bu formu, sucul canlılarda ve besin zincirinde biyobirikim yapacağı (3). İnsanlar açısından nörotoksik olup, gelişimsel bozukluklara ve sinir sistemi hasarına neden olacağı (3, 5).
Arsenik, jeotermal akışkanlarda çözünmüş formda (As³⁺ ve As⁵⁺) bulunur ve içme suyuna karıştığında kanser riski taşır (3, 5). Dünya Sağlık Örgütü (WHO), içme suyu için arsenik sınır değerini 0.01 mg/L olarak belirlendiği, (3). Arsenik, tarımsal sulama yoluyla ürün kalitesini düşürebilir, toprak ve su sistemlerinde kalıcı kirlilik yaratabileceği, (2). H₂S ve CO₂ gibi gazların çevreye salımını engellemek amacıyla gaz yıkama sistemleri (scrubber), Claus prosesi veya reaktif filtre sistemleri kullanılabileceği, (1). Ayrıca, jeotermal sistemlerde kullanılan reenjeksiyon yöntemi, kullanılan akışkanın yer altına tekrar basılması yoluyla hem yüzeysel kontaminasyonu hem de rezervuarın sürdürülebilirliğini arttıracağı, (1, 2). Bor ve arsenik gibi maddelerin uzaklaştırılmasında iyon değiştirici reçineler, ters osmoz sistemleri ve adsorpsiyon üniteleri kullanılabileceği, (2). Özellikle, çevresel alıcı ortamlara deşarj edilmeden önce bu tür teknolojilerle arıtma yapılması gerektiği, (3). Jeotermal tesisler, ÇED Yönetmeliği ve Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği kapsamında periyodik olarak izlenir. NCG ve ağır metal içeriği düzenli olarak analiz edilmeli; toprak, yüzey ve yeraltı suları üzerinde etkiler takip edilmesi gerektiği,
Proje raporunda “…ÇED kapsamında açılması planlanan 91 adet kuyunun yaklaşık %40’ı üretim olarak planlandığı, Dolayısı ile kümülatif etkisi sınırlı olacağı, Emisyon değerleri, emisyon ölçüm raporlarında izin verilen maksimum değerlerin altında ölçüldüğünden, olumsuz bir kümülatif etkiden bahsedilemeyeceği, Yapılan gaz analizi ve ölçümlerinde gaz fazında Amonyak, Cıva’ya rastlanmadığı, Steam fazındaki analizde ise H3BO3 (Borik Asit) tesbit edilmediği ve Borik asit oluşturacak bileşenlerin olmadığı, Şu ana kadar 2015 yılından beri işletmede faaliyet gösteren santrallerde Sülfirik asit oluşumuna bağlı bir tarımsal ürün kaybı şikayeti yaşanmadığı” “…Başta arsenik olmak üzere, fiziksel ve kimyasal (sıcaklık, tuzluluk, elektriksel iletkenlik, pH, çözünmüş oksijen, hidrojen-sülfür, alkaline, bakır, çinko, civa, kurşun, demir, mangan, kadminyum, arsenik, toplam askıda katı madde, toplam organik madde, karbon vb.) parametrelerin takibi yapılarak, analiz sonuçları D.S.İ. 2. Bölge Müdürlüğü ile paylaşılacaktır. Ayrıca gözlem kuyularında limnigraf teçhizi ile sürekli olarak derinlik, statik seviye, sıcaklık, PH, EC vb. parametreler ile su kimyasına yönelik izlemeler ……. DSİ 2. Bölge Müdürlüğü’ne sunulacaktır.” denilmektedir.
Borik asit (H₃BO₃), jeotermal akışkanlarda yaygın olarak bulunmadığı. Bor elementi, özellikle volkanik bölgelerdeki jeotermal kaynaklarda doğal olarak yüksek konsantrasyonlarda bulunabileceği, Bu element çoğunlukla borik asit formunda çözünmüş olarak jeotermal akışkanda yer almakta ve çevreye olan potansiyel etkileri nedeniyle dikkatle değerlendirilmesi gereken bir bileşendir [6]. Jeotermal santrallerde kullanılan bu akışkanların yeniden yer altına basılması (reenjeksiyon) planlansa da, bazı durumlarda yüzeysel sulara veya toprağa deşarj yapılabildiği, [7].
Bor, bitkiler için mikro besin elementi olmakla birlikte, fazla miktarda bor toksik etki göstererek tarımsal verimliliği olumsuz etkileyeceği, Toprağa deşarj edilen jeotermal akışkanlardaki borik asit bitki kök sistemlerinde yapısal bozulmalara neden olabileceği. [11}
………..
Türkiye’deki jeotermal sahalarda (özellikle Denizli-Kızıldere, Aydın-Germencik ve Manisa-Alaşehir gibi alanlarda), borik asit konsantrasyonları zaman zaman 20–30 mg/L’ye kadar ulaşabildiği, [14]. Bu durum, etkili arıtma yöntemlerinin (örneğin iyon değişimi, ters ozmoz, kalsiyum çöktürme) uygulanmasının çevresel etkilerin azaltılması için mutlak suretle uygulanması gerektiği,
“…..Proje konusu faaliyet kapsamında elektrik enerjisi üretimi amaçlı üretim kuyularından çekilen jeotermal akışkan türbinlerden çıkış yaptıktan sonra kapalı sistem boru hatları ile re-enjeksiyon kuyularına gönderilecek ve aynı havzaya geri basılacak olup, kesinlikle alıcı ortama deşarj yapılmayacağı Test Sularının geçici olarak biriktirileceği test havuzları sızdırmaz özellikte ve jeomembranla kaplı olarak yapılacağı.”
Türkiye’nin en önemli jeotermal enerji bölgelerinden biri olan Manisa Alaşehir, hem enerji üretimi hem de tarımsal faaliyetler açısından kritik bir öneme sahip olduğu, ancak, son yıllarda artan jeotermal sondaj ve santral faaliyetleri, bölgedeki çevresel dengeyi tehdit ettiği Özellikle üzüm bağcılığı ile öne çıkan bu tarım bölgesinde; toprak verimliliği, yeraltı su kalitesi ve hava kirliliği gibi parametrelerde değişimler gözlemlendiği [15], [16].
Alaşehir, Türkiye’nin önemli çekirdeksiz Sultaniye üzüm üretim merkezlerinden biri olduğu Jeotermal faaliyetler sonrasında ise;
•Yüzeye çıkan sıcak akışkanların zaman zaman tarım arazilerine sızdığı ve buharlaşma yoluyla toprağa bor, arsenik ve tuzlu minerallerin geçtiği görüldüğü [17].
•Toprakta biriken bor seviyeleri, birçok meyve ve bağ bitkisi için toksik etki oluşturduğu; yaprak yanıkları, verim kaybı ve kloroz gibi belirtilere neden olduğu [18].
•Tarım İl Müdürlüğü’nün bölgedeki gözlemleri, ürün kalitesinde ve miktarında düşüşler yaşandığını ortaya koyduğu,[19]
………
Jeotermal sondajlar sırasında ve sonrasında, sıcak akışkanların yüzeye çıkarılması, yeterince izole edilmemiş reenjeksiyon sistemleri ve kaçak akışkan deşarjı, yeraltı su sistemleri üzerinde olumsuz etkiler doğurduğu, Alaşehir Ovası’nda yapılan hidrojeolojik analizler, jeotermal kuyulara yakın alanlarda yeraltı suyu sıcaklığında ve iletkenliğinde artış olduğunu gösterdiği [20]. 2020 yılında Ege Üniversitesi tarafından yapılan analizlerde, bazı sulama kuyularında bor konsantrasyonunun 4–7 mg/L seviyelerine çıktığı ve bu değerin TS 266 sulama suyu standardının üzerinde olduğu raporlandığı [21]. Ayrıca pH ve ağır metal (arsenik, cıva) değerlerinde sınır değerleri aşan örnekler tespit edildiği [22].
Jeotermal santrallerdeki üretim süreci sırasında atmosfere salınan başlıca kirleticiler olan Karbon dioksit (CO₂), Hidrojen sülfür (H₂S), Cıva (Hg) ve arsenik (As) buharları, Buhar ve aerosol partikülleri olduğu,
Alaşehir bölgesinde yapılan ölçümler sonucunda; özellikle jeotermal santrallere 1–2 km mesafedeki yerleşim alanlarında, H₂S konsantrasyonlarının zaman zaman WHO’nun kısa süreli maruziyet limitlerini (0.2 ppm) aştığı tespit edilmiştir [23]. Bölgedeki bazı vatandaşlarda baş ağrısı, mide bulantısı ve göz yanması gibi akut maruziyet belirtileri gözlemlendiği, [24]. Koku şikayetleri yoğun şekilde belgelenmiş, bu durum yerel yönetimlerce tutanak altına alındığı,
Sonuç olarak, ÇED raporu içerisinde, oluşacak H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili kullanılacak yöntemler hakkında detaylı bir bilgilendirmeye rastlanmadığı, yoğuşmayan NCG azaltımında da benzer eksiklikler gözlemlendiği, H2S emisyonu ile ilgili olarak da çevresel ve insan sağlığı açısından olumsuzluk yaratacak riskler bulunduğu,
Ayrıca Borik Asit ve borik asit buharlarının çevre, toprak ve yüzey sularına olası etkilerinin yeterli düzeyde incelenmediği, hali hazırda bor ve borik asit açısından projeye ait bölgedeki yeraltı sularının ve toprakların fazla miktarda bor içerdiğinin görüldüğü,
Ayrıca ikinci akışkan olarak tercih edilen n-butan ile ilgili olası risklerin ve alınacak özel önlemlerin yeterli derecede açıklanmadığının tespit edildiği,
Sonuç olarak Kimya mühendisi bilirkişisi olarak 06/12/2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının iptali istemiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na karşı açılan davada kararın dayanağı olan Nihai ÇED raporunun Kimya Mühendisliği açısından uygun olmadığı sonucuna kanaatine varılmıştır.
SONUÇ OLARAK;
Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Türkmen, Baklacı, Akkeçili, Selce, Tepeköy, Ilgın ve Işıklar mevkiindeki …. …. ….. A.Ş. tarafından yapılması planlanan Tepeköy Jeotermal Santralleri (Toplam Kurulu Güç:129,9 MWm/127,3 MWe Özmen-3 JES, Özmen-4 JES, Özmen-5 JES, Özmen-6 JES, Özmen-7 JES, Özmen-8 JES ve I-1 ve Ö-1 ile Ö-90 arası kuyular dahil) projesi ile ilgili olarak düzenlenen 06.12.2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının iptali istemiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na karşı açılan davada bilirkişi heyetimiz:
Jeoloji/Hidrojeoloji Mühendisi Görüşü olarak;
Dava konusu etkinlikle ilgili hazırlanan ÇED raporunda jeolojik ve hidrojeolojik açıdan değerlendirmelerin ve taahhütlerin genellikle saha gerçeklerine uygun olduğu,
Ancak
Etkinliğin tarımsal ürünlere, topraklara, yüzey ve yeraltı sularına verebileceği zararların bütünleşik olarak açıklanması konularında yeterli olmadığı,
Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlem olarak gönderilen Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen yeni ruhsat ve jeotermal kuyu izni verilmemesi konusunun cevaplanmadığı,
Dava konusu etkinliğin Gediz Havzası’nda fazladan 7.200 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, böylece Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’ tarafından önerilen yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önleminin geçersiz kılındığı,
Dava konusu etkinlikle çok sayıda tarım alanının kamulaştırma yoluyla tarımdan koparılacağı, söz konusu etkinliğin yararları ve zararları bütünsel olarak değerlendirildiğinde tarım ürünlerine, toprağa, yüzey ve yeraltı sularına zarar verme potansiyelinde olduğu için kamu yararı bulunmadığı,
Jeofizik Mühendisi Görüşü Olarak;
Nihai ÇED raporu, jeofizik ve yerbilimleri konusunda önemli eksiklikler içermektedir ve derleme bilgiler dışında projeye özel veriler sunulmadığı,
Nihai ÇED raporunda sunulan yetersiz verilerin incelenmesi bağlamında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının dayanağının bulunmadığı,
Dava konusu jeotermal santrallerinin bulunduğu alanların jeofiziksel veriler bağlamında istenilen faaliyetin yapılmasına uygun olmadığı,
Sunulan jeofizik ve jeoloji hakkında yetersiz ve derleme nitelikteki sonuçlarla Tepeköy jeotermal enerji santrallerinin çevresel etkiler, tarıma yönelik etkiler, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına etkiler bağlamında değerlendirildiğinde, alanda önemli sorunlara neden olabileceği,
Proje konusu jeotermal enerji santrallerinin kurulması ve santralleri besleyecek sondaj çalışmaları ile santralden çıkan akışkanın tekrar basma sonucunda yeraltındaki ortamlara gönderilmesi konusunda açılacak çok sayıda sondajın yer altı sularına ve yer üstü sularına önemli etkilerinin olabileceği,
Santrallerin devreye girmesi ve yeraltından sıcak akışkan çekilip, belirli bir sıcaklıkta tekrar yeraltına basılmasıyla ilişkili çevreye sağlayacağı olumsuz ve kümülatif etkilerin sunulan jeofizik veriler bağlamında yeterli bir değerlendirmesinin yapılamadığı,
Yer seçiminin Nihai ÇED içinde verilen jeofizik ve jeolojik veriler bağlamında böylesi entegre bir santraller kompleksi için uygun olmadığı,
Ziraat Mühendisi Görüşü Olarak;
Mevcut işletme şekli doğaya, toprağa veya tarıma bir yarar sağlama durumu bulunmadığı, aksine olumsuz etkilere neden olacağı,
Davaya konu kuyu ve alanların büyük bir bölümünün Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen Manisa-Alaşehir için “Büyük Ova” koruma alanı içerisinde yer aldığı,
Söz konusu alanların neredeyse tamamının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında belirlenmiş dikili tarım arazileri içerisinde bulunduğu; bu alanların büyük çoğunluğunu bağların oluşturduğu ve ilgili kanun çerçevesinde korunması ve değerlendirilmesi gerektiği,
Ayrıca bu alanların bir bölümünün zeytinliklerden oluştuğu ve 5403 sayılı kanunun yanında, 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu’na tabi olması nedeniyle, bu alanların değerlendirilmesinde aynı kanunun 20. maddesi hükümlerinin esas alınması gerektiği,
Özellikle Özmen 43, 45, 46, 47, 51 ve 89 numaralı kuyuların, kayıtlı mera alanlarıyla doğrudan fiziksel ve biyolojik etkileşime açık bir yakınlıkta bulunduğu,
Bu durumun hem mera varlığının sürekliliğini tehdit eder nitelikte olduğunu hem de mevzuatın aradığı kamu yararı şartlarını karşılamadığı,
Söz konusu alanların inşası, bağlantı yolları ve diğer yapılaşmaların toprak bütünlüğünü, hayvancılık sistemini ve doğal ekosistem dinamiklerini bozucu nitelikte olduğu,
Kümülatif etkilerin ve ekolojik eşiklerin proje dosyasında yeterli bilimsel gerekçeyle değerlendirilmediği,
Çevre Mühendisi Görüşü Olarak;
Firmanın bölgede mevcut açılmış kuyularının bulunduğu ve kuyu açmakla ilgili yeterli deneyimi göz önüne alındığında test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği,
Ancak;
ÇED raporu içerisinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir” görüşünün geçerliliğini koruduğu,
ÇED raporu içerisinde, işletme aşamasında H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili ne tür bir önlem alınacağına dair bir açıklama/projelendirme bulunmadığı,
Rezervuarda zamana bağlı NCG azaltımında esas alınmış verilerin bilimsel dayanağının bulunmadığı, Hava Kalitesi modellemesinde en kötü senaryo koşullarının göz önüne alınarak modelleme yapılması gerektiği,
Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde belirtilen “Jeotermal enerji santrallerinde 10 kg/saat H2S değerlerden fazla H2S emisyonu salınamaz” koşuluna uygun olmadığı,
Hava Kalitesi Modelleme çalışmasının halihazırda koku eşiğinin aşılmış olmasına rağmen geri plan konsantrasyonun 0,2 µg/m3 alınarak eksik hesaplanmış olduğu ve eksik hesaplanmış kütlesel emisyon debileri ile yapılmış bir modelleme çalışmasının Çevresel Etkilerin doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı,
Kimya Mühendisi Görüşü Olarak;
Dava konusu etkinlikle ilgili hazırlanan ÇED raporunda kullanılacak kimyasallar ve ortaya çıkacak katı, sıvı ve gaz bileşenlerin değerlendirmelerin ve taahhütlerin genellikle yaygın olarak tercih edilen üretim yöntemlerine uygun olduğu,
Projenin hayata geçirilmesi ve işletilmesi sırasında ortaya çıkacak borik asit, H2S gibi kimyasalların tarımsal ürünlere, topraklara, sulara olası olumsuz etkilerinin bütünleşik olarak detaylandırılması konularında yeterli olmadığı,
Dava konusu alanda kurulu olan bir çok jeotermal işletmenin olması ve bu yüzden toprak ve sudaki bor seviyelerinin limit değerleri geçtiğinin raporlanmış olmasından dolayı söz konusu projenin yararları ve zararları bütünsel olarak değerlendirildiğinde tarım ürünlerine, toprağa, yüzey ve yeraltı sularına fazladan yük bindirmek suretiyle zarar verme potansiyelinde olduğu için kamu yararı bulunmadığı,
ORC sisteminde kullanılacak ikinci akışkan olan n-butan ile ilgili risklerin yeterli derecede irdelenmediği ve bu riskli kimyasala ait taşıma, depolama, olası kötü durum senaryolarındaki risklerin bertaraf edilmesi ile ilgili yeterli ve detaylı bilgilerin bulunmaması nedenleriyle; dava konusu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca verilen 06.12.2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının kamu yararına ve mevzuatlara uygun olmadığı yönünde görüş ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir.
Yukarıda bahsi geçen ve taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna karşı idare tarafından yapılan itirazlar incelendiğinde söz konusu itirazın bilirkişi raporunu kusurlandıracak nitelik ve yeterlilikte olmadığı görülmüş olup, bilirkişi raporunda yer alan görüş ve kanaatler Mahkememizce de hükme esas alınabilir nitelikte bulunmuştur.
Bu durumda, dava dosyasında bulunan belgeler ile mübrez bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden, 06.12.2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının, ÇED raporunda jeolojik ve hidrojeolojik açıdan değerlendirmelerin ve taahhütlerin genellikle saha gerçeklerine uygun olduğu, test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği, hazırlanan ÇED raporunda kullanılacak kimyasallar ve ortaya çıkacak katı, sıvı ve gaz bileşenlerin değerlendirmelerin ve taahhütlerin genellikle yaygın olarak tercih edilen üretim yöntemlerine uygun olduğu, ancak; Etkinliğin tarımsal ürünlere, topraklara, yüzey ve yeraltı sularına verebileceği zararların bütünleşik olarak açıklanması konularında yeterli olmaması, Dava konusu etkinliğin Gediz Havzası’nda fazladan 7.200 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, böylece Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’ tarafından önerilen yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önleminin geçersiz kılınmış olması, Dava konusu etkinlikle çok sayıda tarım alanının kamulaştırma yoluyla tarımdan koparılacağı, söz konusu etkinliğin yararları ve zararları bütünsel olarak değerlendirildiğinde tarım ürünlerine, toprağa, yüzey ve yeraltı sularına zarar verme potansiyelinde olduğu için kamu yararı bulunmaması, Nihai ÇED raporu, jeofizik ve yerbilimleri konusunda önemli eksiklikler içermektedir ve derleme bilgiler dışında projeye özel veriler sunulmaması, Nihai ÇED raporunda sunulan yetersiz verilerin incelenmesi bağlamında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının dayanağının bulunmaması, Dava konusu jeotermal santrallerinin bulunduğu alanların jeofiziksel veriler bağlamında istenilen faaliyetin yapılmasına uygun olmaması, Sunulan jeofizik ve jeoloji hakkında yetersiz ve derleme nitelikteki sonuçlarla Tepeköy jeotermal enerji santrallerinin çevresel etkiler, tarıma yönelik etkiler, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına etkiler bağlamında değerlendirildiğinde, alanda önemli sorunlara neden olabilecek olması, Proje konusu jeotermal enerji santrallerinin kurulması ve santralleri besleyecek sondaj çalışmaları ile santralden çıkan akışkanın tekrar basma sonucunda yeraltındaki ortamlara gönderilmesi konusunda açılacak çok sayıda sondajın yer altı sularına ve yer üstü sularına önemli etkilerinin olabilecek olması, santrallerin devreye girmesi ve yeraltından sıcak akışkan çekilip, belirli bir sıcaklıkta tekrar yeraltına basılmasıyla ilişkili çevreye sağlayacağı olumsuz ve kümülatif etkilerin sunulan jeofizik veriler bağlamında yeterli bir değerlendirmesinin yapılmamış olması, Yer seçiminin Nihai ÇED içinde verilen jeofizik ve jeolojik veriler bağlamında böylesi entegre bir santraller kompleksi için uygun olmaması,Davaya konu kuyu ve alanların büyük bir bölümünün Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen Manisa-Alaşehir için “Büyük Ova” koruma alanı içerisinde yer alması,Söz konusu alanların neredeyse tamamının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında belirlenmiş dikili tarım arazileri içerisinde bulunması, Ayrıca bu alanların bir bölümünün zeytinliklerden oluştuğu ve 5403 sayılı kanunun yanında, 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu’na tabi olması nedeniyle, bu alanların değerlendirilmesinde aynı kanunun 20. maddesi hükümlerinin esas alınmadığı, Özmen 43, 45, 46, 47, 51 ve 89 numaralı kuyuların, kayıtlı mera alanlarıyla doğrudan fiziksel ve biyolojik etkileşime açık bir yakınlıkta bulunması, mera varlığının sürekliliğini tehdit eder nitelikte olduğunu hem de mevzuatın aradığı kamu yararı şartlarını karşılamaması,Söz konusu alanların inşası, bağlantı yolları ve diğer yapılaşmaların toprak bütünlüğünü, hayvancılık sistemini ve doğal ekosistem dinamiklerini bozucu nitelikte olması, Kümülatif etkilerin ve ekolojik eşiklerin proje dosyasında yeterli bilimsel gerekçeyle değerlendirilmemesi, Projenin hayata geçirilmesi ve işletilmesi sırasında ortaya çıkacak borik asit, H2S gibi kimyasalların tarımsal ürünlere, topraklara, sulara olası olumsuz etkilerinin bütünleşik olarak detaylandırılması konularında yeterli olmaması, Dava konusu alanda kurulu olan bir çok jeotermal işletmenin olması ve bu yüzden toprak ve sudaki bor seviyelerinin limit değerleri geçtiğinin raporlanmış olmasından dolayı söz konusu projenin yararları ve zararları bütünsel olarak değerlendirildiğinde tarım ürünlerine, toprağa, yüzey ve yeraltı sularına fazladan yük bindirmek suretiyle zarar verme potansiyelinde olduğu için kamu yararı bulunmaması, ORC sisteminde kullanılacak ikinci akışkan olan n-butan ile ilgili risklerin yeterli derecede irdelenmemesi ve bu riskli kimyasala ait taşıma, depolama, olası kötü durum senaryolarındaki risklerin bertaraf edilmesi ile ilgili yeterli ve detaylı bilgilerin bulunmaması nedenleriyle 06/12/2024 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 71.523,80-TL yargılama gideri ile karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgarî Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı işler için belirlenen 36.000,00-TL vekâlet ücretinin davalı idare tarafından davacıya ödenmesine, davalı yanında müdahil tarafından katlanılan ve aşağıda dökümü yapılan 792,90-TL yargılama giderinin müdahil üzerinde bırakılmasına, artan bilirkişi ücreti ve posta gideri avansının istemi halinde derhal, istemde bulunulmaması halinde ise kararın kesinleşmesinden sonra Mahkememizce re’sen ilgili taraflara iadesine, 2577 sayılı Kanunun 20/A-2/g maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (on beş) gün içerisinde Danıştay nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, 23/10/2025 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye

