Manisa, Alaşehir, Alhan ve Şahyar Mahallelerinde yapılması planlanan ALHAN-II JES projesi ile ilgili olarak ÇED Olumlu kararı iptal edildi

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı internet sitesinde 05.12.2024 tarihinde yayınlanan duyuruyla “MANİSA ili ALAŞEHİR, ilcesi Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde, ZORLU JEOTERMAL ENERJİ ELEKTRİK ÜRETİMİ A.Ş. tarafından yapılması planlanan ALHAN-II JES (10 MWm/10 MWe) projesi ile ilgili olarak Bakanlığımıza sunulan ÇED Raporu İnceleme Değerlendirme Komisyonu tarafından incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Proje ile ilgili olarak ÇED Yönetmeliğinin 14. maddesi gereğince Komisyon çalışmaları ve halkın görüşleri dikkate alınarak Bakanlığımızca ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ Kararı verilmiş olup; MANİSA Valiliği(Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü) tarafından kararın halka duyurulması gerekmektedir. Ayrıca, söz konusu projeye ait Nihai ÇED Raporu ve eklerinde belirtilen hususlar ile 2872 sayılı Çevre Kanununa istinaden yürürlüğe giren yönetmeliklerin ilgili hükümlerine uyulması, mer’i mevzuat uyarınca ilgili kurum/kuruluşlardan gerekli izinlerin alınması gerekmektedir. İlgililere ve kamuoyuna duyurulur.” şeklinde açıklama yapıldı.

ÇED Raporu na ulaşmak için lütfen tıklayınız.

İdari işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Manisa 1.İdare Mahkemesi 2024/1205 esas, 2025/1042 karar sayılı, 14.11.2025 tarihli kararıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı internet sitesinde 05.12.2024 tarihinde yayınlanan ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ kararının iptaline karar verdi.

               T.C.

           MANİSA

1. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO    :2024/1205

KARAR NO : 2025/1042

DAVACILAR                                   : 1- ALAŞEHİR ZİRAAT ODASI BAŞKANLIĞI

                                                           2- ÖZER DEMİR

VEKİLİ                                            : AV. AKIN YAKAN – UETS[16891-98479-13730]

DAVALI                                           :  ÇEVRE ŞEHİRCİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANLIĞI

VEKİLİ                                            : AV….. ……

MÜDAHİL (Davalı)                        : ……..

VEKİLİ                                            : AV. …… ……

DAVANIN ÖZETİ : Davacılar tarafından, Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde …… Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Alhan-II JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu kararının; unsurları bakımından sakat olduğu, planlanan projenin üretim ve reenjeksiyon kuyularının yürürlükte onaylı İzmir-Manisa Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda L20 paftasında ”Tarım Arazisi” alanında kaldığı, alanın birinci sınıf tarım ve sulama alanı içerisinde, üzüm bağları ve zeytinlikler arasında olduğu, diğer taraftan, proje alanının yerleşim yerlerine,  yer üstü su kaynaklarına ve içme suyu alanına yakın konumda olduğu,  sondaj sırasında ve işletme aşamasında açığa çıkan jeotermal sıvının içme sularına karışması halinde insan sağlığını olumsuz etkileyeceği, projenin faaliyete geçmesi durumunda çevrede fiziksel bozulmalar ve çökmelerin yaşanabileceği, “ÇED olumlu” kararının sondaj işleminden sonra yayılacak akışkanların toprağı verimsizleştirip çoraklaştıracağı, dikili ağaçların ve bağların kurumasına, yüzey ve yer altı suları ile tarım topraklarının kirlenmesine neden olacağı, ormandaki ve tarım arazilerindeki insanların, hayvanlar ve bitki varlığının bu projeden olumsuz etkileneceği, idari işlemde kamu yararı bulunmadığı ileri sürülerek iptali istenilmektedir.

SAVUNMA ÖZETİ: Usul yönünden, menfaat ilişkisinin bulunmaması nedeniyle davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği,  işlemin Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği hükümlerine uygun tesis edildiği, ÇED raporunda proje ve yakın çevresinin mevcut çevresel özellikleri konusunda çalışma yapıldığı ve projenin çevreye verebileceği zararlar tahmin edilerek  belirtilen tedbirlerin aldırıldığı, bu haliyle projenin çevreye olabilecek etkileri kabul edilebilir değerlerin altına indirilerek proje hakkında ÇED Olumlu Kararı verildiği, ÇED raporu tam ve yeterli olduğu, haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

MÜDAHİL (DAVALI YANINDA)

SAVUNMASININ ÖZETİ : Usul yönünden davacıların menfaat bağının araştırılması yapılması gerektiği, esas yönünden ise, projenin hayata geçmesi bakımından üstün kamu yararı bulunduğu, yöre halkının istihdamına katkı sağlayacağı,  yenilenebilir ve temiz bir enerji kaynağı kullanılacağından projenin büyük getiriler sağlayacağı, ÇED sürecine ilişkin halkın bilgilendirilmesi toplantısı yapıldığı, yetkili kurum olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile birlikte tüm kamu kurum ve kuruluşlarının (19 adet) görüş ve önerisine başvurulduğu, yer seçimine ilişkin herhangi bir itiraz gelmediği, projenin çevreye, doğaya ve genel sağlığa herhangi bir zararı bulunmadığı ileri sürülerek haksız davanın reddi  savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Manisa 1. İdare Mahkemesince, duruşma için önceden belirlenerek taraflara bildirilen 11/11/2025 tarihli duruşmaya; davacı  Özer Demir ile davacılar vekili Av. Akın Yakan,  davalı idare vekili Av. ….. ….. ile müdahil vekili Av. ….. …..’ın geldiği görüldü. Taraflara usulüne uygun söz hakkı verilip açıklamaları dinlenildikten sonra duruşmaya son verildi. Dava dosyası 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile değişik 20/A maddesinde öngörülen ivedi yargılama usulü uyarınca incelenerek işin gereği görüşüldü:

Davalı idare ile idare yanında müdahil sıfatıyla katılanın usule ilişkin itirazı yerinde görülmeyip işin esasına geçildi.

Dava, Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde …… Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Alhan-II JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 56. maddesinde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” hükmüne,

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Kirletme yasağı” başlıklı 8. maddesinde: “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.” hükmüne,

“Çevresel Etki Değerlendirilmesi” başlıklı 10. maddesinde: “Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.” hükmüne yer verilmiştir.

29.07.2022 tarihli ve 31907 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin  ”Tanımlar ve Kısaltmalar” başlıklı 4. maddesinde; ”Çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı: Çevresel etki değerlendirmesi raporu hakkında Komisyon tarafından yapılan değerlendirmeler dikkate alınarak, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucu ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde olduğunun belirlenmesi üzerine projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca görülmediğini belirten Bakanlık kararı olarak tanımlanmış, 6. maddesinde; ”(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi gerçekleştirmeyi planlayan gerçek veya tüzel kişiler; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeleri için; ÇED Başvuru Dosyasını, ÇED Raporunu, Seçme Eleme Kriterleri uygulanacak projeler için ise Proje Tanıtım Dosyasını, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara hazırlatmak, ilgili makama sunulmasını sağlamak ve proje kapsamında verdikleri taahhütlere uymakla yükümlüdürler.

(2) Kamu kurum/kuruluşları, bu Yönetmelik hükümlerinin yerine getirilmesi sürecinde proje sahiplerinin veya Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşların isteyeceği konuya ilişkin her türlü bilgi, doküman ve görüşü vermekle yükümlüdürler.

(3) (Değişik:RG-26/5/2017-30077) Bu Yönetmeliğe tabi projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Ancak bu durum söz konusu teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmez.

(4) Bu Yönetmelik hükümlerine göre karar tesis edilmeden önce, projenin gerçekleştirilmesinin mevzuat bakımından uygun olmadığının tespiti halinde, aşamasına bakılmaksızın süreç sonlandırılır.” düzenlemesine;  ”Komisyonun çalışma usulü ve çevresel etki değerlendirmesi raporunun incelenmesi” başlıklı 12.maddesinde;”(1) İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, toplantı günü ve saatine kadar görüşünü yazılı olarak bildiren üyeler dâhil salt çoğunluk ile toplanır. Komisyon üyeleri, temsil ettikleri kurum/kuruluşu ilgilendiren konulardaki yetki, görev ve sorumlulukları çerçevesinde görevlendirilirler ve kurum/kuruluşları adına görüş bildirirler. Komisyon başkanı toplantıda üyelerden görüşlerini yazılı olarak vermelerini isteyebilir. Yazılı görüş veren kurum/kuruluş temsilcilerinin sonraki toplantılara katılmamaya ilişkin istemleri Komisyon başkanınca değerlendirilir. (2) İnceleme değerlendirme toplantı tarihinden itibaren 30 takvim günü içerisinde görüş bildirmeyen kurum/kuruluşun görüşü olumlu kabul edilir. Görüş bildirmek için ilave süreye ihtiyaç duyulması halinde talep ilgili komisyon üyesi tarafından yazılı olarak Bakanlığa iletilir. Kurum/kuruluşların ilave süre talepleri Bakanlık tarafından dikkate alınır. (3) Proje sahibi ile Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar, komisyon üyelerini bilgilendirmek için toplantıda hazır bulunurlar. Gerekli hallerde komisyon toplantıları elektronik ortamda video konferans ve benzeri yöntemle de yapılabilir. Toplantının düzenlenme şekli komisyon üyelerine gönderilen davet yazısında belirtilir. (4) Komisyon, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlardan proje ile ilgili geniş kapsamlı bilgi vermesini, araç gereç sağlamasını, konusu itibarıyla Bakanlıkça ya da Bakanlıkça yeterlik verilmiş özel veya kamuya ait kurum/kuruluşların laboratuvarlarınca analiz, deney ve ölçümler yapmasını veya yaptırmasını isteyebilir. (5) Su, toprak ve benzeri analizlerde, tartışmalı durum olması halinde şahit numuneye başvurulabilir. Bu işlemlerin sonuçlarını Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar Bakanlığa sunmakla yükümlüdürler. (6) Komisyon gerekli görürse, görevlendireceği üyeleri aracılığı ile projenin gerçekleştirilmesi planlanan yerde ve benzer tesislerde inceleme yapabilir. (7) ÇED raporunda önemli eksiklik ve yanlışların görülmesi durumunda Komisyon, bunların giderilmesini Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlardan veya ilgili kurumlardan ister. Bu durumda, inceleme ve değerlendirme süreci durdurulur. Eksiklikler tamamlanmadan veya gerekli düzeltmeler yapılmadan Komisyon çalışmalarına devam edilmez. (8) Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar süreci durdurulan projelerde 12 ay içerisinde eksiklikleri tamamlamak veya gerekli düzeltmeleri yapmakla yükümlüdür. Gerekçeleri belirtilerek talep edilmesi durumunda en fazla 6 ay ek süre verilir. Bu süreler içinde ÇED raporu sunulmaz ise ÇED süreci sonlandırılır. (9) Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşların ÇED raporunda gerekli görülen düzeltmeleri yapıp yeniden Bakanlığa sunmasından sonra; Komisyon toplantıya çağırılır. Toplantının yapılması ile birlikte inceleme ve değerlendirme süreci kaldığı yerden işlemeye başlar. (10) Birinci toplantıda ÇED süreci durdurulmuş olan ve dokuzuncu fıkradaki şartları sağlayarak süreci kaldığı yerden tekrar başlatılan projelerde;

a) ÇED raporu içerisinde yapılan düzeltmenin Komisyonun ikinci toplantısında yeterli bulunmaması halinde süreç durdurma işlemi 1 kez daha yapılabilir. İkinci süreç durdurma işleminden sonra eksiklikleri tamamlanmış ÇED raporunun 3 ay içerisinde Bakanlığa sunulması gerekmektedir. Sunulmaması halinde ÇED süreci sonlandırılır.

b) İkinci süreç durdurma işleminden sonra (a) bendinde verilen sürede ÇED raporunun Bakanlığa sunulması halinde, istenilen çalışmaların yapılıp yapılmadığının tespiti için son kez (üçüncü kez) komisyon üyeleri toplantıya çağrılır. Bu durumda yapılacak komisyon toplantısında raporda yapılan düzeltmelerin yeterli bulunması halinde ÇED raporuna son şekli verilir. Yeterli bulunmaması halinde yeni bir komisyon toplantısı yapılmayacağı tutanak altına alınır ve ÇED süreci sonlandırılır.

(11) Komisyon tarafından, inceleme ve değerlendirme toplantıları sırasında;

a) ÇED Raporu ve eklerinin yeterli ve uygun olup olmadığına,

b)Yapılan incelemelerin, hesaplamaların ve değerlendirmelerin yeterli düzeyde veri, bilgi ve belgeye dayandırılıp dayandırılmadığına,

c)Projenin çevreye olabilecek etkilerinin kapsamlı bir şekilde incelenip incelenmediğine,

ç)Çevreye olabilecek olumsuz etkilerin giderilmesi için gerekli önlemlerin yer alınıp alınmadığına,

d)Halktan gelen görüş ve önerilere çözüm getirilip getirilmediğine, ilişkin inceleme ve değerlendirmeler yapılır. (12) Fiziki ortamda katılım ile gerçekleştirilen toplantılarda, toplantı sonucunu belirten tutanak Bakanlık tarafından düzenlenir ve komisyon üyeleri tarafından imza altına alınır. Toplantının video konferans ve benzeri yöntemler ile elektronik ortamda yapılması halinde ise; yazılı görüş bildiren veya uzaktan erişim ile katılım sağlayan kurum/kuruluşları ve toplantı sonucunu belirten tutanak Bakanlık tarafından düzenlenir.” kuralına, ”Komisyon tarafından incelenerek son şekli verilen çevresel etki değerlendirmesi raporu ve ilgili dokümanların Bakanlığa sunulması” başlıklı 13. maddesinde; ”(1) Komisyon tarafından incelenerek son şekli verilen ÇED raporu, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar tarafından inceleme ve değerlendirme toplantılarının sona erdirilmesinden sonraki 10 takvim günü içinde Bakanlığa sunulur. Sunulan raporda eksiklik tespit edilmesi durumunda rapor iade edilir. İade edilen rapordaki eksikliklerin iade tarihinden itibaren 90 takvim günü içerisinde tamamlanmaması halinde ÇED süreci sonlandırılır. Son şekli verilen ÇED raporunun tamamlanması için verilen 90 takvim günlük süre yetkili müşavir firmaların kullanacağı toplam süreyi ifade eder.” düzenlemesine, ”Çevresel etki değerlendirmesi olumlu veya çevresel etki değerlendirmesi olumsuz kararı” başlıklı 14. maddesinde; ”(1) Komisyon tarafından incelenerek son şekli verilen ÇED raporu, halkın görüş ve önerilerini almak üzere, Bakanlık ve/veya il müdürlüğü tarafından askıda ilan ve internet aracılığı ile 10 takvim günü görüşe açılır. Bakanlıkça proje ile ilgili karar alma sürecinde bu görüşler de değerlendirilir. Bakanlık halktan gelen görüşler doğrultusunda, rapor içeriğinde gerekli eksikliklerin tamamlanmasını, ek çalışmalar yapılmasını ya da Komisyonun yeniden toplanmasını isteyebilir. Nihai ÇED raporu ve eklerinin proje sahibinin taahhüdü altında olduğunu belirten taahhüt yazısı ve taahhüdü imzalayan yetkilinin noter onaylı imza sirküleri ile ticari sicil gazetesi 5 iş günü içerisinde Bakanlığa sunulur. Kamu kurum/kuruluşlarından noter onaylı imza sirküleri ile ticari sicil gazetesi istenmez. (2) Birinci fıkrada belirtilen belgeler, süresi içerisinde gerekçesi belirtilmeden sunulmaz ise projenin ÇED süreci sonlandırılır. (3) Bakanlık, Komisyon çalışmalarını ve halkın görüşlerini dikkate alarak proje için “ÇED Olumlu” ya da “ÇED Olumsuz” kararı verir. Verilen karar görüşü alınan komisyon üyesi kurum/kuruluşlara, proje sahibine ve Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara bildirilir. (4) Proje için verilen “ÇED Olumlu” ya da “ÇED Olumsuz” kararı, karar tarihinden itibaren Bakanlık ve il müdürlüğü internet sitesinde süresiz, askıda 30 takvim günü ilan edilerek halka duyurulur. (5) “ÇED Olumlu” kararı verilen proje için 5 yıl içinde mücbir sebep bulunmaksızın yatırıma başlanmaması durumunda “ÇED Olumlu” kararı geçersiz sayılır. (6) Yatırıma başlanılmamış olan projeler için verilen ÇED Olumlu kararları, proje sahibinin talebi ve talebin Bakanlık tarafından uygun görülmesi halinde geçersiz sayılır. Bu şekilde geçersiz sayılan kararlar Bakanlık ve il müdürlüğü tarafından internet sayfasında ilan edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde …… Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Alhan-II JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu kararının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünün, birden fazla uzmanlık alanında özel ve teknik bir inceleme gerektirmesi nedeniyle Mahkememizin 28/02/2025 tarihli ara kararı ile mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiş olup, yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda jeoloji, hidrojeoloji, çevre, orman, jeofizik ve ziraat mühendislerinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 22/07/2025 tarihinde Mahkememiz kaydına giren bilirkişi raporunda özetle;

”Dava Konusu İşlemin Jeolojik Ve Hidrojeolojik Açıdan

değerlendirilmesi;

-Dava konusu etkinlik jeotermal kaynağın aranması, çıkartılması ve kullanılması ile ilgilidir. Etkinlik kapsamında, “….. Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş.” tarafından Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri, Mezarcivarı, Davutlubendi, Tozkulak, İstasyon Civarı, Armutlu Tarla ve Bahçeiçi Mevkii, 120 Ada/1 Parsel, 139 Ada/1 Parsel, 139 Ada/2 Parsel, 139 Ada/3 Parsel, 139 Ada/8 Parsel, 132 Ada/1 Parsel, 135 Ada/11 Parsel, 114 Ada/2 Parselde “Alkan-ll JES (10 MWm/10 MWe) Projesi” planlanmaktadır.

Dava konusu inceleme alanındaki jeolojik birimler alttan üste doğru sırasıyla, Menderes Masifi’ne ait metamorfik kayaçlar (gnays, şist, mermer, şist, meta kuvarsit, meta granit), çakıltaşı-kumtaşı-kiltaşı ve kireçtaşı mercekli kumtaşı ardalanmalarından oluşan Neojen yaşlı az pekleşmiş-pekleşmiş çökeller ve Kuvaterner yaşlı delta çökelleri ile alüvyonlardır. Proje kapsamında planlanan santral alanı ve kuyular (üretim-reenjeksiyon) tamamıyla Kuvaterner yaşlı alüvyon yelpazesi, yamaç molozu ve alüvyonlar üzerinde yer almaktadır.

Söz konusu Alkan-II JES (10 MWm/10 MWe) projesinde 1.750 ton/saatlık maksimum jeotermal akışkan miktarıyla ikili çevrim (binary cycle) teknolojisi kullanımı planlanmaktadır. Bu çevrimde jeotermal akışkan çevrimin ısı kaynağını oluşturmakta, türbinden geçen aracı akışkan ise jeotermal buhar değil, ikincil akışkan adı verilen ve kaynama sıcaklığı suyun kaynama sıcaklığından daha düşük olan (n-pentan, izo-bütan, izo-pentan, R134a vb.) bir akışkan olmaktadır. Söz konusu etkinlik için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunda söz konusu etkinlik ve prosesle ilgili çevresel sorunlar ayrıntılarıyla açıklanmıştır.

Dava konusu alan için hazırlanan ÇED raporunda belirtilen jeolojik ve hidrojeolojik çalışmalar genellikle saha gerçekleriyle uyumludur. Rapor mevcut hidrojeolojik duruma göre kurgulanmış, rezervuar ve akışkan bilgileri, akışkan (sıvı ve gaz fazı) kimyasal özellikleriyle jeotermal kuyu kesitleriyle kuyu teçhiz planları verilerek projenin etki alanı ve jeolojik-hidrojeolojik riskler yeterli düzeyde açıklanmıştır. Ancak dava konusu JES projesi ile 1.750 ton/sa fazladan jeotermal akışkan kullanılacağı ve enerjisi alındıktan sonra yeraltına basılması işlemi yapılacağı belirtilmektedir. Bununla birlikte davaya konu faaliyetin yer aldığı Gediz Havzası’na yönelik “Büyük Ova Koruma Alanı” (Manisa Ovası) ile ilgili olarak yeterli açıklama ve kurum görüşü ÇED raporunda bulunmamaktadır.

Davaya konu faaliyet hakkında 23.05.2023 tarihli Manisa Valiliği İl Tarım ve Orman Müdürlüğü kurum görüşünde “söz konusu proje 21 Ocak 2017 tarih ve 29955 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Büyük Ova Koruma Alanı” (Manisa Ovası) sınırları içinde yer alan tarım alanlarının içinde bulunması durumunda tarım dışı amaçla kullanılması; 19.07.2005 tarih ve 25880 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” kapsamına girmekte olup, ilgili Kanunun 14. maddesinde Büyük Ova Koruma Alanlarında bulunan tarım arazileri hiçbir surette amacı dışında kullanılamaz. Ancak, alternatif alan bulunmaması, Kurul veya Kurullarca uygun görüş bildirmesi şartıyla; Bakanlık ve talebin ilgili olduğu Bakanlıkça ortaklaşa kamu yararı kararı alınmış faaliyetler için tarım dışı kullanımlara Bakanlıkça izni verilebilir” hükmü yer almakta olup İl Toprak Koruma Kurulunun uygun görmesi halinde Bakanlığımız tarafından tarım dışı kullanım izni verilebilir.” denilmektedir. Diğer bir deyişle Büyük Ova Koruma Alanı kapsamında olduğu ve ilgili kurumlardan görüş alınması sonrasında görüş verileceği vurgulanarak nihai görüşün verilebilmesi için evrakların tamamlanması istenmektedir.

Söz konusu projesi ile etüt raporunun Alkan-Il JES (10 MWm/10 MWe) projesi)” hazırlanabilmesi ve tarım dışı kullanım ile ilgili görüşümüzün bildirilebilmesi için; ilgili çalışma yapılacak alanların (Arazi vasfı ile ilgili bilgiler, resmi tapu kaydı vb.), 1/25000 ölçekli ve 1/5000 ölçekli alanların işaretlenmiş olduğu onaylı (koordinatlı) haritalar, Aplikasyon krokileri, DSİ görüşü ve vaziyet planları gerekli olup, evrakların tamamlanıp, tarım dışı izni ile ilgili Müdürlüğümüze başvurulup, arazilerin gösterilmesinden sonra tarım dışı kullanım amaçlı Bakanlığımız mevzuatları kapsamında Kurum görüşümüz bildirilecektir” açıklamasında belirtilen evraklar ÇED raporunda bulunamamıştır.

Diğer taraftan söz konusu ÇED raporunda DSİ ve MASKİ gibi kurumların görüşlerine de rastlanılamamış olması önemli eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında özetle; içme suyu temini yapılan yeraltı suyu kalitesinin iyileştirilmesi amacına yönelik jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi istenmektedir. İlgili yazı tarihi itibarı ile başvuru süreci başlatılmamış faaliyetleri kapsamaktadır.

Dava konusu faaliyetin ilave 1.750 ton/saat debili jeotermal akışkan çekimini ve geri basımını kapsaması nedeniyle yeni izin kapsamında değerlendirilmesi gerekirken Nihai ÇED raporunda söz konusu yazının dikkate alınmamış olduğu anlaşılmaktadır. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarihli yazısında Gediz Havzası düzeyinde gereğinden fazla jeotermal akışkan çekilmesi ve geri basılması (kümülatif etki) nedeniyle içme suyu akiferlerinin de kalitesinin azaldığı özellikle arsenik değerlerinin yükseldiğine işaret etmektedir. Diğer bir deyişle yeni izin ve ruhsat verilmemesi Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlemdir. Dava konusu ÇED raporunda Su Yönetim Genel Müdürlüğünün bu genelgesinin cevabı bulunmadığından ve dava konusu etkinliğin 1.750 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiğinden yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önlemin geçersiz kılındığı kanaatine varılmıştır.

Hidrojeolojik Açıdan Değerlendirme Sonucu:

*Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde …… Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Alhan-ll JES (10MWmi/10MWe) projesiyle ilgili olarak hazırlanmış olan ÇED raporunda söz konusu etkinlikle ilgili açıklanan jeolojik ve hidrojeolojik özelliklerin saha gerçekleriyle uyuştuğu,

Ancak,

* Büyük Ova Koruma Alanı (Manisa Ovası) sınırları içinde yer almasına karşın tarım dışı amaçla kullanılması hakkında DSİ vb. kurum görüşleriyle evrakların tamamlanamadığı,

* Maski ve DSİ gibi kurum görüşlerinin açıklanmadığı, Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlem olarak gönderilen Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen yeni ruhsat ve jeotermal kuyulara izin verilmemesi konusunun cevaplanmadığı,

* Dava konusu etkinliğin Gediz Havzasında fazladan 1.750 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, bu kapsamda Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından önerilen yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önlemin geçersiz kılındığı,

Gerekçelerine bağlı olarak “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının Jeoloji/Hidrojeoloji Mühendisliği yönünden kamu yararına ve mevzuatlara uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.

Dava Konusu İşlemin Jeofizik Mühendisliği Açısından Değerlendirilmesi;

Dava konusu olan alanda yapılacak santral ile ilişkili olacağı belirtilen toplamda 5 adet kuyunun kullanılması planlanmıştır. Bu kuyulardan kurulması planlanan santral yakınında bulunan 3 kuyuda üretim (Alkan-1, Alkan-5 ve Alkan-10A) etkinliği ve alanın kuzeyinde iki ayrı lokasyonda ise 2 yeniden basma (re-enjeksiyon) (Alkan-6 ve Alkan-7) kuyusundan da kullanılan akışkanın tekrar yeraltına gönderilmesi tasarlanmaktadır. Alanda üretim amaçlı sondajlarda 190°C sıcaklıktaki jeotermal akışkanın yeryüzüne akışının sağlanacağı Nihai ÇED raporu içinde belirtilmektedir.

 Özellikle rapor içinde belirtilen “Bölgede yapılan jeoloji- jeofizik çalışmalar, alterasyon mineralojisi ve maden yatakları araştırmalarının sonuçlarına göre bölgedeki jeotermal sistemler halen aktiftir. Kuyu verilerinin değerlendirilmesi sonucunda, bölgedeki sistemlerin derinlerde bağlantılı aktif tektonik hatlarının ısı taşıyıcı yollar olduğu anlaşılmaktadır. Ruhsat alanında bu fay sistemleri jeolojik ve jeofizik ölçümlerle belirlenmiş ve haritalanmıştır. Sondaj açılmadan önce yapılan sismik ve jeofizik çalışmalar ile temel seviyeler ve tektonik değişimler belirlenmektedir.” ifadeleri bulunmaktadır.

Ancak rapor ve ekleri üzerinde yapılan ayrıntılı incelemeler sonucunda; yapılması planlanan santral ile açılacak kuyuların konumlarının belirlenmesinde jeofizik yöntemlerden yararlanıldığını gösteren herhangi bir veri, yorum ya da görüş bulunmamaktadır. Rapor içerisinde jeofizik sözcüğü birkaç yerde sadece atıf biçiminde geçmektedir. Bu durum bölgede yapılması planlanan santral alanı ile kuyu yerlerinin belirlenmesinde jeofizik yöntemlerin kullanılmadığını göstermektedir ve Nihai ÇED dosyası açısından çok büyük bir eksikliktir. Oysa aktif bir fay sistemi üzerinde kurulacak santral yerinin belirlenmesinde ve kuyu yerleri ile yeraltından çekilmesi düşünülen akışkan ile kullanıldıktan sonra uygun bir ortama yeniden basılması gereken akışkanın hangi ortamlardan alınacağı ve basılacağı konusunda rapor içinde ayrıntılı veri, yorum ve görüşlerin olması beklenirdi. Burada açıkça belirtilmelidir ki, Nihai ÇED raporunda yapılması düşünülen etkinlik kapsamında yapılmış herhangi bir jeofizik çalışma bulunmamaktadır.

Şekil 3.2.2’de Türkiye Diri Fay haritalarının (MTA) birleştirilmiş İzmir ve Uşak paftalarında davaya konu olan ruhsat sahası ve santralın konumunu gösteren harita verilmektedir. Haritada ruhsat sahası koyu mavi poligon ve santralin kurulacağı alan ise yeşil daire ile çevrelenerek gösterilmiştir. Şekilden de açıkça görülebileceği gibi, ruhsat sahası 28.03.1969 Alaşehir depremi sırasında oluşan yüzey yırtılmasının bulunduğu kısımları kapsamaktadır. Etrafı yeşil daire ile çevrili kurulması planlanan santral alanı ise 1969 yüzey yırtılmasının görüldüğü kısmın tam üzerinde konumlanmaktadır.

1969 Alaşehir depreminde havzanın güney kısmında bulunan ve harekete geçen normalfayın oluşturduğu depremde KD bloğu çökmüş ve bu depremde 36 km uzunlukta ve 70°-80° arasında değişen yüzey kırıkları oluşmuştur. Alanda araştırıcılar tarafından yapılan çalışmalarda kırıklarda 3-13 cm düşey atımın ölçüldüğü ve vadilerin kenarlarında çökmeler, heyelanlar ve küçük ölçekte oturmaların ortaya çıktığı belirtilmiştir. Yüzey kırığı KB’da Dereköy’den başlayarak, GD’da Doğuşlar’a kadar uzanmıştır. Bu arada Alaşehir çevresinde çoklu kırılma karakterinde bir deformasyon ortaya çıkmış ve bu kırılmalarda Alaşehir-Salihli demiryolu kesilmiştir. Yüzey kırıkları, vadiyi sınırlayan alçak tepelerin eteklerindeki alüvyonların oturması ve çökmesi şeklinde gelişmiş olmalıdır. Ana şok, kırıktan yaklaşık olarak 35 km uzaklıklarda yer alan akarsu çökellerinde sıvılaşmalara neden olmuştur. Bölgede özellikle Alaşehir ile Sarıgöl arasında Holosen yaşlı alüvyal yelpazeler faylarla kesilmiş durumdadır ve genç tektonik hareketlerin doğuya doğru kayarak grabende batıdan doğuya doğru bir gençleşmenin olabileceğini  düşündürmektedir. Grabenin güneydoğusunda bulunan Sarıgöl’deki düşük yoğunluklu sismik etkinlikler günümüzde asismik sürünme biçiminde devam etmektedir. Bölgedeki gerilme 1969 depremiyle birlikte önemli oranda azalmakla birlikte, tektonik etkinliklerin halen asismik bir karakterde sürmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Açıkçası bölgede halen tektonik etkinlikler 1969 depremi sonrasında da sürmektedir ve bu nedenle özellikle santralin oturacağı alanın yer seçimi bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

Nihai ÇED raporunda planlanan alan ve çevresinin 100 km yarıçapındaki kısmı hakkında deprem risk analizinin yapıldığı belirtilmektedir ve elde edilen veriler sayfa 66 ve 67’de verilmektedir. Bu çalışmada AFAD Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Deprem Kataloğu kayıtlarında yer alan büyüklüğü 4,5 ve üzeri olan deprem verileri kullanılmıştır. Bu çalışmada uygulanan Poisson olasılık dağılımı sonuçlarına göre; Magnitüdü 6,0 olan bir depremin 50 yıl içinde gerçekleşme olasılığı 93,6. Magnitüdü 6,5 olan bir depremin 50 yıl içinde gerçekleşme olasılığı 84,4, Magnitüdü 7,0 olan bir depremin 50 yıl içinde gerçekleşme olasılığı ise 81,6’dır. Magnitüdü 6,0 olan bir depremin tekrarlama periyodu 18 yıl, Magnitüdü 6,5 olan bir depremin dönüş periyodu 23 yıl, Magnitüdü 7,0 olan bir depremin dönüş periyodu ise 30 yıldır. Sonuçlarda da açıkça görüldüğü gibi her ne kadar 1969 yılında güney kısımda kırılan segmentte önemli bir enerji azalımı olmakla birlikte, proje alanının 100 km çapındaki bir alanda 6 ve üzeri bir deprem olma olasılığı yüksektir ve dönüş periyotları da santralin aktif olarak çalışacağı süreler içinde kalmaktadır. Sonuçta 1969 depremi ile kırılan kısımda bulunan aktif bir zon üzerinde kurulması planlanan santral alanının genelini kapsayacak tümleşik jeofizik çalışmalar (iki boyutlu elektrik resistivite tomografisi-ERT, iki boyutlu sismik yansıma tomografisi-SRT ve Çok Kanallı Yüzey Dalgası tomografisi-MASWT yapılması gerekmektedir.

Bölgede, TPAO tarafından 1995, 1998 ve 2006 yılları arasında üç farklı zaman diliminde sismik yansıma çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda iki hat söz konusu proje sahasının yakınlarından geçmektedir. Proje Nihai ÇED dosyasında alan hakkında çok önemli veriler içeren bu bilgilerin verilmemesi dosya açısından önemli bir eksikliktir. Ekler kısmında EK-22’de akademisyen görüş raporu olarak innopark adına Prof. Dr. Fetullah Arık tarafından hazırlanan rapordaki Şekil 25, 28, 29 ve 79’da Çiftçi, 2007 ve Çiftçi ve Bozkurt, 2008 çalışmalarından sismik yansıma sonuçları hakkında alıntılar mevcuttur.  Ancak bu raporda jeofizik verilerin jeotermal ile ilişkisi konusunda yorum bulunmamaktadır.

Ayrıca derin üretim ve yeniden basma kuyularının doğru ortamlardan akışkan aldığı ve ortamlara verildiğini ortaya koyabilmek amacıyla da derin resistivite, manyetotellürik-MT, gravite gibi yöntemlerden oluşan verilerin ve bunların yorumlarının verilmesi gerekirdi. ÇED açısından jeofizik olarak belirlenen sonuçlar doğrultusunda alınacak gerekli önlemleri belirten veri ve görüşlerinde Nihai ÇED dosyası içinde bulunması gerekmektedir. Ancak jeofizik bilirkişisi olarak dosya ve eklerinde yapılan incelemeler sonucunda bu çalışmaların yapıldığını belirten herhangi bir rapor ya da belgeye rastlanmamıştır.

Sonuç olarak;

Eylül 2024 tarihli Nihai ÇED raporu içerisinde, yapılması planlanan santralin oturacağı alanın zemin çalışmalarının jeofizik uygulamalara ve açılacak üretim ile yeniden basma kuyularının olduğu kısımlarda yapılmış jeofizik çalışmalar ilişkin herhangi bir veriye ulaşılamamıştır. Böylece,

– Nihai ÇED raporunda jeofizik ile ilişkili herhangi bir veri, yorum ve görüş bulunmadığından “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının dayanağının bulunmadığı ve Nihai ÇED raporunun usulüne uygun hazırlanmadığı,

– Dava konusu jeotermal kaynak arama Alkan-lIl JES (10MWm/10MWe) projesinin bulunduğu alanların imar planındaki fonksiyonları ile bu alanlarda bu faaliyet yapmak için yapılacak santralin yer seçimi ve güvenli zemin seçimi için jeofizik, jeolojik ve sondaj çalışmalarının yapılmadığı,

– Dava konusu jeotermal kaynak arama faaliyetinin çevresel etkileri ve etki alanına ilişkin belirlemeler konusunda yapılmış herhangi bir jeofizik çalışmanın mevcut olmadığı,

– Proje sondaj noktalarının en yakın yerleşim yerlerine olan uzaklığı da dikkate alınarak çevre üzerindeki etkilerinin, jeofizik veriler, yorumlar ve görüşler olmadığından jeofizik açıdan belirlenemeyeceği ve bu konunun eksik olduğu,

– Proje konusu jeotermal kaynak arama faaliyetinin tesisler, tesislerin yapımı, üretim sürecindeki çevresel etkiler, faaliyetin çevresel etki alanı, süreç boyunca faaliyetin çevresel etkilerinin en aza indirilmesi için alınması taahhüt edilen önlemlerin etkin ve yeterli olarak alınıp alınmadığı konusunda; bu konularla ilişkili jeofizik veri, yorum ve görüş bulunmadığından eksik olduğu belirlenmiştir.

Davaya konu Nihai ÇED raporunun jeofizik açıdan gerekli verileri içermemesi raporun jeofizik inceleme açısından önemli bir eksiği olduğunu ve jeofizik bilirkişisi olarak yukarıda verilen gerekçelere bağlı olarak Manisa Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından verilen 17.02.2023 tarih ve E. 202392 sayılı “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının Jeofizik Mühendisliği açısından kamu yararı ve mevzuatlara uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.

 Dava Konusu İşlemin Ziraat Mühendisliği Açısından Değerlendirilmesi:

Ruhsat sahasının ve açılması planlanan kuyuların tamamı oldukça verimli tarımsal nitelikteki arazilerin ortasında bulunmaktadır. Alanın neredeyse tamamında zeytinlikler ve yoğun olarak bağ (üzüm bahçeleri) ile birlikte kuru-sulu koşullarda tarla tarımının yapıldığı, bu bağlamda yoğun olarak tarımsal üretim yapılan araziler yer almaktadır.

Davaya konu olan ve açılması planlanan kuyuların bulundukları alanlar düz-düze yakın veya hafif eğime sahip alanlar olup, kayalılık ve taşlılık problemi olmayan, çok derin(+120cm) toprak özelliğine sahip, yüksek verimli, 1. veya II. Arazi Kullanma Kabiliyet (AKK) sınıfı içerisinde değerlendirilen arazilerdir. Davaya konu alanın bulunduğu araziler, 5403 sayı Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Kanunu ölçütlerine göre sınıfı “Dikili Tarım Arazileri” eğer dikili tarım değil ise de “Mutlak Tarım Arazileri” olarak sınıflandırılmıştır.

Davada bilirkişilerden “projenin gerçekleştirileceği alandaki jeotermal kaynak arama faaliyetinin doğal kaynakların kullanımının olası etkilerinin neler olacağı, yöredeki bitki örtüsüne, canlılara ve tarım sektörüne etkisinin olup olmayacağı, bu doğrultuda projede çevreye olumsuz etki sağlayacak etkilere karşı etkin önlemlerin alınıp alınmadığı, ÇED olumlu kararının dayanağı PTD’de planlanan etkinliğin yeterli tanıtılıp tanıtılmadığı” nın incelenmesi konu edilmiştir.

Davaya konu işletme şekli Jeotermal enerji, jeolojik yapıya bağlı olarak oluşan, doğrudan ya da başka enerji türlerine dönüştürülerek yararlanılabilen, yeryüzüne su, buhar ve gaz ile de taşınabilen yer kabuğunun ulaşılabilir derinliklerindeki doğal kaynağın ısı enerjisidir.

Jeotermal sular, petrol ve doğalgaz gibi diğer akışkanlara benzer şekilde yeraltındaki rezervuarlarda bulunmakta, doğal olarak veya insan aracılığı ile yer yüzeyine çıktığında yüksek basınç ve sıcaklığa sahip su buhar fazında olabilmektedir. Bu kapsamda farklı kullanım alanları yanında enerji temini amacıyla kullanılabilmektedir. Bütün dünyada giderek artan sera gazı emisyonuna karşı tepkiler Jeotermal gibi kaynakların kullanımında daha dikkatli olunma zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Ülkemizdeki bazı jeotermal sahaların jeolojik özellikleri nedeniyle dünyadaki emsallerine göre daha fazla karbondioksit salımına yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca mevcut ve planlanan jeotermal enerji santrallerinin birlikte ele alınarak Kümülatif Etkinin değerlendirilmesi gerekliliği gözden kaçırılmaması gereken önemli diğer bir husustur.

Jeotermal kaynakların yapısı itibariyle akışkanın içerisindeki ağır metaller çevre ve insan sağlığı için kirletici unsurlardır. Doğru şekilde yönetilmesi zorunludur. JES’lerden atmosfere yüksek CO2 emisyonu verilmekte, sera etkisi yaratılmaktadır. Jeotermal kaynaklardan çıkan buhardaki karbondioksit, hidrojen sülfür, amonyak, azot, hidrojen ve metan gibi gazlardan kaynaklı hava kirliliği oluşmaktadır. Aynı şekilde, JES’lerin arama ve işletme faaliyetlerinden kaynaklanan hidrojen sülfür salımının hava kirliliği yarattığı iddia edilmektedir. Bu yönüyle, jeotermal kaynakların, hava kirliliği ve daha yüksek oranlarda karbon emisyonuna sahip olduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır.

Jeotermal sıvılar, sahip oldukları sıcaklıktan dolayı geçtikleri ortam boyunca kayalardaki ve topraktaki bazı maddeleri çözerek kendileri ile birlikte taşırlar ve jeotermal akışkan haline gelirler. Bu bağlamda yüzeye çıkan bu yüksek sıcaklıktaki sıvının yüzeye çıkışta yüksek CO2 salınımına neden olacağı, bununla birlikte diğer bazı sera gazlarının da atmosfere salınacağı ve bu gazların sera etkisi yaparak yörede çok yoğun yetiştiriciliği yapılan ve uzun yıllar ürün alınması amacına hizmet eden bağ ve zeytin gibi dikili sabit tesisleri etkilemesi kaçınılmazdır. Bu gazların atmosferde oluşturduğu sera etkisi nedeni ile bitkinin gelişimine, verimliliğine ve üretkenliğine olumsuz etkileri mevcuttur.

Jeotermal sıvılar, yüksek sıcaklıkları nedeniyle, bu kayaçlardan ve topraktan bazı maddeleri çözerek bu maddeleri yüzeye taşır. Bu süreç sonucunda, jeotermal akışkanlar oluşur. Yüzeye ulaştığında, bu sıvıların yüksek sıcaklığı, kayaca bağlı olarak CO2 başta olmak üzere çeşitli sera gazlarının atmosfere salınmasına yol açar. Bu sera gazlarının atmosferdeki birikimi, yerel iklim üzerinde sera etkisi yaratarak, bölgede yaygın olarak yetiştirilen bağ ve zeytin gibi dikili sabit tesislerin gelişimine, verimliliğine ve üretkenliğine zarar verebilir. Bu etki, bitkilerin büyüme süreçlerini olumsuz yönde etkileyebilir ve uzun vadede tarımsal ürün veriminde düşüşe neden olabilir. Bu durum, jeotermal enerji kullanımının çevresel etkilerini dikkatle değerlendirmeyi gerektirir.

Ülkemizde zeytin, üzüm ve incirin en fazla üretildiği yer Ege Bölgesidir. Üzüm üreticiliğinde de Türkiye, Tarım Bakanlığının 2019 verilerine göre Dünya üzüm ticaret hacminde 966.3’lük ihraç oranıyla 4. sırada yer almaktadır. Yine 2019 verilerine göre Türkiye’de en geniş alanda üzüm yetiştiriciliği yapılan bölge, Ege Bölgesidir. Ülkedeki bağ alanlarının yarısına yakını burada yer alırken Manisa, üretim alanının en büyük olduğu ildir. Türkiye’nin önemli ihraç ürünlerinden biri de zeytin ve zeytinyağıdır. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğünün 2018 verilerine göre dünyada zeytinyağı üreten ülkeler sıralamasında ve sofralık zeytin ihracatında Türkiye 5. sırada yer almaktadır. Zeytin üretiminin e 53’ü de Ege Bölgesindedir. Bu kapsamda, bu üç ürün Türkiye açısından stratejik bir önem taşımaktadır.

Üzüm, diğer meyve türlerine benzer olarak sınırlı miktarda bora ihtiyaç duyan bir bitki olup, bor fazlalığına karşı duyarlı bitkiler arasında yer almaktadır. Özellikle JES’lerin yoğun olduğu bölgelerde yapılan araştırmalarda, yeraltı sularının yüksek bor içerdiği, topraklarda bor kirliliğinin olduğu ve bağların büyük bir kısmında bor toksisitesinin gözle de belirgin olarak görüldüğü ve verim kaybı bildirilmektedir. Ayrıca daha öncede belirtildiği gibi açığa çıkan gazların oluşturduğu sera etkisi, Üzümün kurutulması aşamasında ve zeytinin kalitesi ve veriminde problem teşkil etmektedir. JES çevresindeki havada artan nem oranının yüksekliği genel anlamda hastalık edici etmenlerin daha uygun bir ortam bulunmasını sağlarken o bölgede yetiştirilen tarımsal ürünlerin vejetasyon dönemlerine bağlı olarak bazen çiçeklenmenin azalmasına bazen verim bazen de kalite özelliklerinin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Örneğin yetiştirme sezonundaki yüksek nem, meyvelerin renginin koyulaşmasına ve meyvenin çatlamasına neden olurken, kurumasını ise geciktirerek ciddi kalite kayıplarının yaşanmasına neden olabilmektedir. Buhar çıkaran yapıları itibari ile toz-duman çıkartan işletme tanımlamasına uygundur. Dolasıyla bu durumun çevrede şu ana kadar hiç etkilenmemiş tarım arazileri ile birlikte zeytin, bağ ve diğer meyve bahçelerini uzun yıllar ve sürekli etkileri sonucunda, olumsuz yönde etkileyecekleri kesindir. Davaya konu işletme şekli, tesis alanı çevresindeki tarımsal kullanım şekline göre de incelenmiştir. Çevredeki tarımsal ürün desenine göre ise dikkate alınacak yasalar değişiklik göstermektedir. Tarımsal üretim içerisinde sebze meyve üretimi söz konusu ise 5403 sayılı yasa dikkate alınmakta, ancak zeytin ağaçlarının olması durumunda ise 3573 sayılı zeytincilik yasası dikkate alınmaktadır.

Davaya konu talep edilen alanın çevresindeki arazilerin incelenme sınırı 3573 sayılı Zeytincilik Yasasında belirtilen 3 km mesafe olarak temel alınmıştır. Bu amaçla talepte bulunulan faaliyet alan sınırlarına 3 km yarıçapında çember çizilmiş ve bu alan içerisindeki ürün deseni haritaları çıkartılmıştır. Sayısal olan bu verilerden her bir kullanım şeklinin alanları hesaplanmıştır.

Arazi kullanım şekilleri Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tanımladığı uluslararası lejanta göre verilmektedir. Davaya konu alana 3 km mesafedeki arazi kullanım şekillerinin içerisindeki arazi kullanımına ait (Şekil 3.3.3. haritada) alanlarının hesabı sonrasında yaklaşık olarak 100 da Zeytinlik (T1), 20.745 da Bağ dikili tarım arazisi (S1), 2.746 da (A0) ekilebilir (sulu-kuru) verimli tarım arazisi varlığı olduğu görülmüştür.

Şekil 3.3.3’de Daire şeklindeki çizgi ile belirtilen 3 km’ lik alan dikkate alındığında, aslında bu alan içerisinde hem zeytin hem bağ dikili tarım arazileri hem de sebze tarımı ve kuru-sulu tarım arazilerinin oldukça fazla olduğu açıkça görülmektedir. Bunlarla birlikte açılması planlanan kuyuların tamamı T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı yazısı ile 20.01.2017 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen ve Manisa için ilan edilen “Büyük Ova” koruma alanı sınırları içerisinde kaldığı  görülmektedir.

Davaya konu işletme alanı, yoğun tarım yapılan arazilerin hemen üzerindedir. Ülkenin enerji ihtiyacı karşılaması açısından gerekli görülebilir. Ancak bulunduğu konum itibarıyla işletilmesi halinde çevre tarım arazilerinin zarar görmesi potansiyeli oldukça yüksektir. Ayrıca kümülatif etki düşünüldüğünde bu alanın doğası tamamen bozulacaktır.

Dava konusu alan tarımsal açıdan değerlendirildiğinde, yukarıda açıklanan nedenlerle birlikte, 3573 sayılı sayılı Zeytincilik Kanunu hükümlerine tabii olan zeytinlikler hakkında kanunun 20. Maddesi değişik ikinci fıkrasında zeytinlikler ile zeytin yetiştirmeye uygun alanlar daraltılamaz denilmektedir. Yine ayni kanunun 20. maddesi “zeytinlik sahaların içerisinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede, zeytinyağı fabrikası hariç, zeytinin vegetatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atik bulunan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez.” demektedir. Alan içerisindeki zeytinliklerin var olduğu bölgelerin incelenmesi ve T.C. Tarım ve Orman Bakanlığının ilgili verileri ışığında, proje alanı yer seçimi açısından dikkate alınması gerekmektedir. Yukarıda belirtilen gerekçeler altında davaya konu alan içerisinde JES işletmesi ve açılması planlanan kuyular uygun değildir.

Ayrıca, dava konusu mevcut işletme şekli doğaya, toprağa veya tarıma bir yarar sağlama durumu bulunmamakta aksine yukarıda sayılan olumsuz etkilere neden olacağı açıktır. Bu nedenle bir kamu yararı görülmemiştir. Sonuç olarak, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının Ziraat Mühendisliği açısından uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.

Dava Konusu İşlemin Orman Mühendisliği Açısından Değerlendirilmesi;

Davaya konu alanların Alaşehir ilçesi Şahvar ve Alkan mahalle sınırları içerisinde kaldığı tespit edilmiştir. Kesinleşen orman kadastro sınır koordinatları ile yapılması planlanan tesis koordinatları değerlendirildiğinde ise Şahvar ve Alkan mahallesi sınırları içerisindeki kesinleşen orman sınırları dışında kaldıkları ve en yakın orman sınırına 124m mesafede oldukları tespit edilmiştir. Amenajman planı ve meşcere haritası incelendiğinde ise dava konusu tesislerin, İzmir Orman Bölge Müdürlüğü, Salihli Orman İşletme Müdürlüğü, Alaşehir Orman İşletme Şefliği, 1 ve 2 nolu bölme sınırları içerisinde ve Kavaklıdere Orman İşletme Şefliği 1 ve 31 nolu bölme sınırları içerisindeki Z rumuzu ile gösterilen ziraat alanı içerisinde kaldıkları, bitişiğinde orman alanı bulunmadığı, en yakın orman alanlarında ise meşcere haritasına göre OT-E ( erozyonlu ağaçsız orman toprağı), BÇzMkr-E (erozyonlu bozuk kızılçam ve kermes meşesi ormanı) ve BMI (bozuk saçlı meşe ormanı) olduğu tespit edilmiştir.

Keşif günü yapılan incelemede, davaya konu santral alanı, üretim kuyuları, reenjeksiyon alanı ve isale hatlarının tarım arazileri içerisinde kaldığı, yakınlarında orman alanı bulunmadığı, santral alanının orman sınırına 124m kuş uçuşu mesafede olduğu görülmüştür.

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel müdürlüğünün 10.04.2023 gün ve 9517660 sayılı yazılı görüşünde “Söz konusu proje ile ilgili E-ÇED web sitesinden elde edilen Uydu Görüntüsü ve ÇED Başvuru Dosyası incelenmiş olup, proje alanının 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu (Milli Park, Tabiat Parkı, Tabiat Anıtı ve Tabiatı Koruma Alanı), 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu (Yaban Hayatı Koruma Sahası, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası), 04.04.2014 tarihli ve 28962 sayılı Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği kapsamında Genel Müdürlüğümüzün yönetimindeki Korunan Alanlar içerisinde kalmadığı tespit edilmiştir.” denilmiştir.

İzmir Orman Bölge Müdürlüğünün görüşü nihai raporda bulunmamaktadır. Sadece “Proje alanının tamamı Orman Genel Müdürlüğü e-harita verilerine göre Tarım Arazi (Z) olarak değerlendirilmektedir.” denmiş, meşcere haritasına göre orman sınırı içinde kalıp kalmadığı değerlendirilmiştir. Orman kadastro verilerinin de kullanılmasının daha doğru olacağı kanaatimdir.

6831 Sayılı Orman Kanunu kapsamında yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu faaliyetin ormanlar ve ormancılık çalışmalarına olumsuz etkisi bulunmadığı kanaatimdir.

 Dava Konusu İşlemin Çevre Mühendisliği Açısından Değerlendirilmesi:

– Su Kalitesi ve Kirliliği Açısından  Değerlendirilmesi

Dünyada son yıllarda teknolojinin gelişimi ile kullanımı artan jeotermal kaynakların yanlış uygulamalar sonucunda çevre üzerinde istenmeyen etkileri gözlenmeye başlanmıştır. Bu durum, iyi uygulamalara sahip işletmeleri de olumsuz etkilemiştir. Jeotermal santrallerin çevresel etkileri genellikle jeotermal akışkanın re-enjeksiyon yapılmadan çevredeki alıcı ortamlara deşarjı, santral bileşenlerinde korozyon ve kabuklaşma sebebiyle meydana gelen deformasyonlar sebebi ile ortaya çıkan sızıntı ve kaçaklar, gaz salımı, görüntü kirliliği, mikro-sismisite, çökmeler, termal ve kimyasal kirlilik şeklinde gerçekleşmektedir.

Ege bölgesinde özellikle tarımsal faaliyetin yoğun olduğu Büyük Menderes ve Gediz Havzalarında santral kurulumu jeotermalin çevresel etkisini artmasına sebep olmuş deşarj, gaz salımı ve diğer yanlış uygulamalar da bu durumu daha kötüye götürmüştür.

Her bir jeotermal sahadaki akışkanın kimyasal bileşimi karmaşık litoloji, tektonik ve volkanik aktivite nedeniyle farklılık göstermektedir.’ Jeotermal akışkan, yüksek konsantrasyonlarda ağır metal (Arsenik (As), Bor (B), Kadmiyum (Cd) ve Kurşun (Pb) gibi) içerebilir. Türkiye’deki jeotermal sahaların önemli bir kısmında bor, arsenik ve lityum gibi elementler bulunmaktadır. Özellikle, Ege bölgesinde yer alan jeotermal akışkanda yüksek konsantrasyonlarda bor ve arsenik mineralleri bulunmaktadır. Batı Anadolu’daki jeotermal sistemler kimyasal açıdan oldukça dikkatli incelenmesi gereken sistemlerdir. Bazı alanlarda bu akışkanın deşarjı veya yanlış uygulamaları sonucu toprak ve su kaynaklarında kirlenme meydana gelmiştir. Bu nedenle, üretim sonrasında re-enjeksiyon işlemi mutlaka yapılmalıdır. Aynı şekilde jeotermal kuyu açılması sırasında veya sonrasında kuyuda meydana gelebilecek patlamalar ya da fışkırmalar hem toprak hem de su kaynaklarını etkilemektedir. Alaşehir ve Kula buna örnek olarak verilebilir. Jeotermal kaynaklı elektrik üretiminde gelinen seviye ülke geleceği ve ekonomisi açısından oldukça olumludur. Ancak kurulu santrallerin Ege Bölgesi’nde çok dar bir alanda çok sayıda olması ve bunun yanında yerleşim alanlarının tarımda ülke için oldukça önemli ihracat ürünlerinin (üzüm, zeytin, incir vb.) üretim alanına denk gelmesi, son yıllarda yaşanan çevresel sorunların ana nedenleri arasında yer almaktadır. Ege Bölgesi’nde belirlenen çevresel sorunların büyük bir bölümü yanlış uygulamalar başlığı altında toplanabilmektedir. Geriye kalan kısmı ise jeotermal santrallerin inşa ve işletme aşamasında ortaya çıkardığı sorunlardır. Sorunların temelinde, mevzuatlardaki bazı eksiklikler, eğitim eksikliği ve sektör-yöre halkı-kurumlar arasındaki iletişim kopukluğu yer almaktadır. Bu şartlar altında denetleme ve izleme eksikliği ile çevresel sorunlar son zamanlarda daha çok yaşanmaya başlamıştır.”

TÜBİTAK MAM Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü tarafından T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü için hazırlanan Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planının Hazırlanması Projesi Önlemler Programı Nihai Raporu“ S:277-278(..-) jeotermal faaliyetlerin henüz başlamadığı bölgede bor parametresi için YO-ÇKS değerinin altında değerler ölçülürken, “Alaşehir Çayı Jeotermal Faaliyet Sonrası” numune noktasına ilave olarak TMDL 40 nolu istasyonda da YOÇKS değerinin çok üzerinde Bor konsantrasyonu ölçüldüğü görülmektedir. (…)

GHNHYP, 2018 raporunda Alaşehir Çayı’nda yapılan bor ve arsenik ölçüm sonuçları bölgedeki jeotermal faaliyetlerin bor konsantrasyonunda artışa neden olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu çalışmalarda, saha araştırmaları sırasında numune alınan noktalara ek olarak bu bölgeye yakın izleme noktalarında ölçülen bor ve arsenik konsantrasyonları birlikte değerlendirilmiş ve bor değerlerinde jeotermal faaliyetlerden sonraki istasyonlarda yüksek konsantrasyonlar ölçüldüğü vurgulanmıştır.

Davaya konu faaliyetin Gediz havzasında yer alması nedeniyle aşağıdaki Orman ve Su İşleri Bakanlığı (mülga), Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısı dikkate alındığında, özetle; “Bakanlığımız tarafından Gediz Havzası yeraltı sularında yapılan çalışmalarda, jeotermal faaliyetlerin yoğun olarak gerçekleştirildiği alanlarda arsenik başta olmak üzere metaller ve yarı metaller için yüksek konsantrasyonlara rastlanmış, birçok izleme noktasında eşik değerler, alıcı ortam kalite standartları ile içme ve sulama suyu limitlerinin aşıldığı görülmüştür.

(..) ülkemizde “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik” gereği içme sularında arsenik parametresi için izin verilen sınır değer 10 ppb olarak kabul edilmiştir. Havzada yeraltı sularının miktar ve kalitesinin ortaya konulması maksadı ile 2015-2017 yılları arasında gerçekleştirilen “Yeraltı Sularının Miktar ve Kalite Özelliklerinin Ortaya Konması ve Değerlendirilmesi Konusundaki Uygulamalar: Gediz Havzası Örnek Çalışması” ile havzanın yeraltı suyu kütlelerinde jeolojik formasyondan kaynaklı arsenik konsantrasyonu (arseniğin doğal arka plan seviyesi) 39,7 ppb olarak tayin edilmiş, havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde aşılmaması gereken arsenik seviyesi (arsenik eşik değeri) ise 53 ppb olarak belirlenmiştir. Ancak çalışmalar kapsamında yapılan 3 dönem izleme neticesinde özellikle jeotermal ve madencilik faaliyetlerinin yoğun olarak gerçekleştirildiği sahalardaki 14 yeraltı suyu kütlesinde eşik değerin aşıldığı, bu değerin bazı kütlelerde 3000 ppb’nin üzerinde değerlere ulaştığı görülmektedir. Havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde arsenik parametresi için belirlenen doğal arka plan seviyesinin 39,7 ppb olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu derece bir arsenik konsantrasyonu farkının olması, bu kirliliğin jeotermal ve madencilik faaliyetlerinin yoğunluğundan kaynaklandığının göstergesidir. Bu neticelere göre Bakanlık olarak hedefimiz havzadaki bütün yeraltı suyu kütlelerinde arsenik seviyesini eşik değerin altına düşürmektedir.

Manisa ili içme suyunun tamamını, İzmir ili ise %40 oranında içme suyunu Gediz Havzası yeraltı suyu kütlelerinden temin etmekte, özellikle içme suyu temin edilen yeraltı suyu kütlelerinde arsenik seviyelerinin yüksek olması insan sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Havzada yeraltı sularından temin edilen içme sularında arsenik seviyesinin yüksek olması; cilt kanseri, sinir sistemi rahatsızlıkları, dolaşım sisteminde kansızlık, kalp yetmezliği, kan kanseri ve lenf sistemi kanseri, anneden bebeğe geçerek doğuştan sakatlıklar, gelişmemiş bebek doğumları, akciğer kanseri, böbrek yetmezliği ve mental hastalıklar gibi önemli sorunlara yol açmakla, tarımsal sulamada kullanılan sularda arsenik seviyesinin yüksek olması ise bitkisel ürün kalitesini düşürmekte ve dolaylı olarak tüketilen bu inler ile arsenik insan vücudunda biyobirikime sebep olmakta ve sonuç olarak yukarıda değinilen söz konusu sağlık sorunlarına yol açmaktadır. (…)

Bu bağlamda yazımız ekinde yer alan, yeraltı suyu kütlelerindeki arsenik değerinin bu parametre için belirlenen eşik değerin altına düşürülmesi maksadı ile havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir. Havzada yeraltı suyu kütlelerinin miktar ve kalitesinin izlenmesi rutin hale getirilmiştir. Bundan sonra yeraltı suyu kütlelerinde yapılacak olan izleme neticelerine göre söz konusu kirletici parametrenin eşik değer konsantrasyonunun altına düşmesi durumunda kararımız gözden geçirilecektir.” denilmektedir.

Tüm bu veriler ışığında Gediz havzasında YAS kaynaklarının baskı altında olduğu, korunması ve sürekliliğinin sağlanması gerektiği sonucu çıkmaktadır.

Akışkanın doğası gereği sahip olduğu fiziksel ve kimyasal özellikler dışında sistemlerde işletme öncesi ve sonrasında yapılan yanlış uygulamalar problemlerin temelini oluşturmaktadır. Re-enjeksiyon yapılmaması, yani akışkanın alıcı ortamlara deşarj yapılması, çevresel etkinin en büyük nedenlerinden birisidir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlıklı Bir Çevre İçin Arsenik Maruziyetinden Korunma: Önemli Bir Halk Sağlığı Problemi başlıklı raporunda* “Çözünebilir inorganik arsenik akut toksiktir. Uzun süre inorganik arsenik alımı, kronik arsenik zehirlenmesine (arsenikoz) yol açabilir.

Maruz kalma seviyesine bağlı olarak uzun vadeli etkiler arasında; cilt lezyonları, periferik nöropati, gastrointestinal semptomlar, diyabet, böbrek sistemi etkileri, kardiyovasküler hastalık ve kanser sayılabilir. Yüksek seviyede inorganik arsenik seviyesine maruzyet; yüksek seviyede inorganik arsenik içeren suların tüketilmesi, bu su ile hazırlanan yiyecekler ve yüksek arsenikli su kaynakları ile sulanan bitkilerin yiyecek olarak tüketilmesi ile gerçekleşir.” denilmektedir.

Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (lARC 1987), arsenik ve arsenik bileşiklerini insanlar için Grup 1 kanserojen olarak sınıflandırmıştır. Bu da inorganik arseniğin insanlarda kansere neden olduğu konusunda yeterli kanıt olduğu anlamına gelmektedir. Jeotermal akışkanın yeraltı ve yerüstü sularına karışması durumunda insan ve bitki sağlığı açısından önemli sakıncalar oluşturduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Özetle, Jeotermal uygulamaları konusunda yapılan bilimsel çalışmaların birçoğu kötü uygulama kaynaklı sorunların çevre ve insan sağlığı üzerinde önemli olumsuz etkilere olduğunu belirtmektedir.

Kötü uygulamaların temelinde ise re-enjeksiyonun maliyet arttırıcı uygulama olması nedeniyle uygulayıcıların re-enjeksiyondan kaçınmasının olduğu bilim insanlarının ortak görüşüdür.

Birden fazla kuyunun açılacağı uygulamalarda, açılan ilk kuyunun tıkanmasını engellemek üzere kuyu temizliğinin yapıldığı testleri sonrasında kuyu performansının tam olarak belirlenmesi amacıyla yapılan üretim testlerine geçilmeden re-enjeksiyonun yapılabileceği yeni kuyunun açılması, Kuyu testleri sırasında oluşacak olan jeotermal akışkanın rezervuara geri basılması yani re-enjeksiyon yapılması teknik bir zorunluluktur.

Nihai ÇED Raporu incelendiğinde:

İşletme aşamasında enjeksiyon veya santral ile ilgili herhangi bir problemle karşılaşılması sonucu santralın devre dışı kalması ihtimaline karşı ise santral sahasında oluşturulacak acil durum  havuzunda (proje debisi dikkate alınarak (1.750 ton/sa) en az 7 saatlik jeotermal akışkanın depolanması için 13.000 m3 hacimli) problem giderilene kadar jeotermal sıvının depolanması amacıyla kullanılacaktır. Re-enjeksiyon prosesi sisteme dahil edilmeden tesis işletmeye geçmeyecektir. Problem giderildikten sonra havuzda biriktirilen su herhangi bir alıcı ortama deşarj edilmeden tekrar reenjeksiyon sistemine verilecektir. Proje kapsamında planlanan acil durum havuzu 5 m derinlikte olup 52 x 50 m boyutlarında olması öngörülmektedir. Sondaj işlemleri tamamlanan kuyuların üretim ve rezervuar özelliklerini ortaya koymak amacıyla kuyularda uygun zamanlarda kısa süreli testler yapılacaktır. Test süreci boyunca jeotermal akışkanın yüzeye kesikli olarak çıkmasına vana yardımıyla kontrollü olarak müsaade edilmekte ve kuyudaki stabilite sağlandıktan sonra (kuyu temizliği) jeotermal kaynaktan numuneler alınarak test edilmektedir. Testler sırasında kuyularda üretilen akışkanlar, sızdırmaz kelepçeli borular vasıtasıyla yine aynı bölgede yer alan yatırımcı firmaya ait mevcut acil durum havuzunda biriktirilecektir. Havuzlarda biriktirilen jeotermal akışkanlar, enjeksiyon pompaları kullanılarak, aynı bölgede yatırımcı firmaya ait daha önce açılmış olan re-enjeksiyon kuyuları vasıtasıyla rezervuara enjekte edilecek olup, hiçbir şekilde dere, göl vb. alıcı ortamlara kesinlikle deşarj edilmeyecektir. Tüm faaliyetler süresince alınacak jeotermal akışkan mutlaka alındığı jeotermal akifer seviyesine re-enjekte edilecek ve hiçbir şekilde başka türlü deşarj yapılmayacaktır. İşletme aşamasında enjeksiyon veya santral ile ilgili herhangi bir problemle karşılaşılması sonucu santralın devre dışı kalması ihtimaline karşı ise santral sahasında oluşturulacak acil durum havuzunda (proje debisi dikkate alınarak (1.750 ton/sa) en az 7 saatlik jeotermal akışkanın depolanması için 13.000 m3 hacimli) problem giderilene kadar jeotermal sıvının depolanması amacıyla kullanılacaktır. Re-enjeksiyon prosesi sisteme dahil edilmeden tesis işletmeye geçmeyecektir. Problem giderildikten sonra havuzda biriktirilen su herhangi bir alıcı ortama deşarj edilmeden tekrar reenjeksiyon sistemine verilecektir. Planlanan acil durum havuzu 5 m derinlikte olup 52 x 50 m boyutlarında olması öngörülmektedir.

(…) Proje kapsamında Çamur havuzları (mud pit) sondaj derinliğine ve geçilecek formasyonlara bağlı olarak boyutlandırılacak olup yapılan hesaplamalar sonucu çamur havuzunun 1.575 m³ hacme ve 35 m x 15 m x 3 m boyutlarında yapılması öngörülmektedir. Jeotermal sondajlar sırasında ortaya çıkacak olan atık sondaj çamuru ile test aşamasında ortaya çıkacak jeotermal akışkan ayrı depolama alanlarında depolanarak kesinlikle birbirleriyle karıştırılmayacak, ayrı ayrı ve mevzuata uygun olarak bertaraf edilecektir.  açıklamaları mevcuttur.

Sondaj çalışması sonucunda akışkana/kaynağa ulaşılması sonrasında; Birkaç gün sürebilecek kuyu tamamlama testlerinin ardından 3-4 hafta sürebilecek üretim testlerinin gerçekleştirilmesi söz konusudur. Üretim testleri koşullara göre birkaç aya kadar da uzayabilmektedir.

Kuyu tamamlama testleri kapsamında statik sıcaklık basınç profili, su kaybı testi, enjektivite testi, basınç düşümü testleri yapılmaktadır.

Üretim testleri ise, işletilebilir rezerv olup olmadığına ilişkin bulgulara ulaşmak amacıyla yapılan testlerdir. “santral sahasında oluşturulacak acil durum havuzunda (proje debisi dikkate alınarak (1.750 ton/sa) en az 7 saatlik jeotermal akışkanın depolanması için 13.000 m? hacimli) problem giderilene kadar jeotermal sıvının depolanması amacıyla kullanılacaktır (…) çamur havuzunun 1.575 m” hacme ve 35 m x 15 m x 3 m boyutlarında yapılması öngörülmektedir.

Testler sırasında kuyularda üretilen akışkanlar, sızdırmaz kelepçeli borular vasıtasıyla yine aynı bölgede yer alan yatırımcı firmaya ait mevcut acil durum havuzunda biriktirilecektir. (…), aynı bölgede yatırımcı firmaya ait daha önce açılmış olan re-enjeksiyon kuyuları vasıtasıyla rezervuara enjekte edilecek olup,”

Firmanın bölgede mevcut açılmış kuyularının bulunduğu ve kuyu açmakla ilgili yeterli deneyimi göz önüne alındığında test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği kanaatine varılmıştır.

Ancak, ÇED raporu içerisinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir (…) Bundan sonra yeraltı suyu kütlelerinde yapılacak olan izleme neticelerine göre söz konusu kirletici parametrenin eşik değer konsantrasyonunun altına düşmesi durumunda kararımız gözden geçirilecektir.” açıklamalarından sözü edilen arsenik parametresinin Gediz havzasında eşik değerin altına düştüğüne yönelik olarak, Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Tarım Orman Bakanlığının (Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı) yayımlanmış herhangi bir çalışması/açıklaması bulunmadığı, yazının geçerliliğini koruduğu “Manisa İli içme suyunun tamamını, İzmir ili ise % 40oranında içme suyunu Gediz Havzası yeraltı suyu kütlelerinden temin etmekte,” göz önüne alındığında ÇED Olumlu kararının uygun olmadığı kanaatine varılmıştır.

– Hava Kalitesi ve Kirliliği Açısından Değerlendirilmesi:

Havada asılı duran 10 pm altı aerodinamik çaptaki partiküller PM10 olarak adlandırılır. En önemli PM10 kaynakları; sanayi tesisleri, taşıt emisyonları, fosil yakıt yakılması, tarımsal faaliyetler ve ikincil kimyasal reaksiyonlardır. PM 9 insan sağlığını ve çevreyi etkilemektedir. PM10 emisyonları, jeotermal kaynak kullanımına ilişkin faaliyetlerde JES tesislerinin sondaj/inşaat fazları süresince gözlenmektedir. Ayrıca, işletme aşamasında su soğutmalı jeotermal enerji santrallerinde, soğutma kulesi üzerinden sistemdeki kondens buharlaştığında, çok düşük miktarda PM emisyonu salınabilmekte olup bu emisyonlar fosil yakıtlı enerji kaynaklarına göre ihmal edilebilir seviyededir.

Nihai ÇED raporu incelendiğinde sondaj alanları ve JES alanlarında inşaat aşamasında oluşacak PM10 emisyonlarının hesaplanarak mevzuatın ön gördüğü biçimde AERMOD modeli yardımıyla dağılımının hesaplandığı görülmektedir.

Yoğuşmayan Gazlar-NCG emisyonları: Jeotermal kaynak kullanımına yönelik projelerden kaynaklanan başlıca hava emisyonları, NCG içinde yer alan CO>, H2S, CH4, NH3, N>, H2 vb. gazlardır. Bu gazlar içerisinde en yüksek orana sahip olan emisyonlar CO> ve H>S’dür.

Hidrojen sülfür (H2S); renksiz, korozif, çürük yumurta kokusu olarak da karakterize edilen keskin bir kokuya sahiptir. Saflığa bağlı olarak 0,2-2,0 pug/m3’lük konsantrasyonlarda insan burnu tarafından algılanabilen koku eşiğine sahiptir. Havadaki 30 dakikalık ortalama konsantrasyonunun 7Hg/m3’ü geçmesi durumunda rahatsızlık vermektedir. Zehirli bir gaz olan H2S’in akut sağlık risklerini oluşturan konsantrasyonların çok altında hissedilebilen konsantrasyonlar insanlar tarafından fark edilebilmekte ve rahatsızlık vermektedir.

Kaynama sıcaklığı -60,2 °C olan de Hidrojen sülfür, diğer yoğuşmayan gazlar gibi yer altındaki basıncın etkisiyle jeotermal akışkan içinde çözünmüş halde bulunmaktadır. Enerjisi alınmak üzere yer altından çıkarılan jeotermal akışkan içindeki yoğuşmayan gazlar, sıvı fazdan gaz faza geçer.

Boru içindeki akışın engellenmemesi için gaz fazdaki yoğuşmayan gazların sistemden ayrılması gerekmektedir. Bu durum Jeotermal santrallerde H2S emisyonlarının oluşmasına neden olmaktadır. Bulunduğu litolojik yapıya göre değişiklik göstermekle birlikte teorik olarak üretilen MWh elektrik başına 0,5-1,8 kg H2S emisyonunun oluşmasına neden olur.

Yatırımcı firmanın bölgede yapmış olduğu analiz ve değerlendirmeler sonucu kaynağın yaklaşık olarak 40,34’ü kondens olmayan gazları (NCG) oluşturduğu bilgisi ve NCG’nin 0,000975 molar yüzdeye (975 pmol/mol) sahip H2S gazı içerdiği bilgisi kullanılarak 10 MWe güçte olacak Alkan-II JES projesinde 4,5 kg/saat kütlesel H2S emisyonu hesaplanmıştır. Literatür bilgilerle uyumlu bulunmuştur.

6 Kasım 2020 tarih ve 31296 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile; ”MADDE 1: 3/7/2009 tarihli ve 27277 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğine aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “Geçiş hükmü GEÇİCİ MADDE 8  (1) Bu maddeyi ihdas eden Yönetmelik ile EK-5’e eklenen “EE)YİRMİSEKİZİNCİ GRUP TESİSLER: Jeotermal Enerji Üretim Tesisleri” başlıklı kısımda yer alan hükümler 30/6/2021 tarihinden itibaren uygulanır. MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin EK-5’ine aşağıdaki kısım eklenmiştir. *EE) YİRMİSEKİZİNCİ GRUP TESİSLER: Jeotermal Enerji Üretim Tesisleri (1) Jeotermal enerji santrallerinde aşağıda verilen değerlerden fazla  H2S emisyonu salınamaz. Bu konuda Ek-1’de ver alan Tablo 1.2.1’deki sınır değer uygulanmaz.” biçiminde, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinde değişikliğe gidilerek, Jeotermal santraller için  kütlesel emisyonuna yönelik sınırlamalar getirilmiştir.

10 MWe güçte olacak Alkan-Il JES projesine ait hesaplanmış olan 4,5 kg/saat kütlesel  H2S emisyon miktarı 20 MWe’den daha az olması nedeniyle 6 kg/saat’lık sınır değer şartını sağlamaktadır.

Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği Ek-3’te “3) Gaz Emisyonlarının Sürekli Ölçümü:Bir tesisten, aşağıda verilen maddelerin herhangi birisi karşısında belirtilen miktarın üzerinde emisyon yayılıyorsa, bu sınırları aşan maddeler, yazıcılı ölçüm aletleri ile sürekli olarak ölçülmeli veya otomatik bilgisayar sistemi ile kontrol edilmeli ve ölçüm sonuçları kaydedilmelidir. Tesisten kaynaklanan kütlesel debinin belirlenebilmesi için hacimsel debinin de sürekli ölçülmesi gereklidir.” denilmekte ve ilişkili tabloda da Hidrojen sülfür 1 kg/saat sınır değeri verilmektedir.

Nihai ÇED Raporunda; 03.07.2009 tarihli 27277 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinin Ek-3 madde 3’ünde Bir tesisten, aşağıda verilen maddelerin herhangi birisi karşısında belirtilen miktarın üzerinde emisyon yayılıyorsa, bu sınırları aşan maddeler, yazıcılı ölçüm aletleri ile sürekli olarak ölçülmeli veya otomatik bilgisayar sistemi ile kontrol edilmeli ve ölçüm sonuçları kaydedilmelidir. Tesisten kaynaklanan kütlesel debinin belirlenebilmesi için hacimsel debinin de sürekli ölçülmesi gereklidir.” denmektedir. Yönetmelik sınır değerleri ile karşılaştırıldığında Hidrojen Sülfür (H>S) parametresinin sınır değeri aştığı görülmektedir. Bu kapsamda Hidrojen Sülfür (H>S) parametresi için proje kapsamında yer alacak 1 adet bacada Sürekli Emisyon Ölçüm Sistemi (SEÖS) kabini kurulacaktır. açıklaması bulunmaktadır.

H2S emisyonları için Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Ek-2 Tablo 2.2’de 100 pg/m³ (saatlik) 20 pg/m³ (Kısa Vadeli Sınır Değer- KVS) olarak verilmiştir.

bb) Kısa Vadeli Sınır Değer (KVS): Maksimum günlük ortalama değerleri veya sayısal değerlerinin büyüklüğüne göre dizildiğinde, istatistik olarak bütün ölçüm sonuçlarının 96 95 ine tekabül eden ve Ek-2 Tablo 2.2 de belirtilen aşmaması gereken değeri, “Tablo 2.2 Tesis Etki Alanında Hava Kalitesi Sınır Değerleri

Ek-18 Hava Kalitesi Modellemesi Raporu incelendiğinde:

Hava Kirlenmesine Katkı Değeri (HKKD), tesis etki alanı içinde her bir inceleme alanındaki tüm tepe noktalarında ve bütün yayılma durumları için hesaplanan değerin aritmetik ortalaması alınarak bulunur.

Yapılan ölçümler, modelleme çalışmasının son aşamasında alıcı olarak girilmiş ve alıcı noktalar için hesaplanan değer ile mevcut durum ölçüm sonuçları kümülatif değerlendirilerek Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği Ek-2, Tablo-2.2″ de verilen sınır değerleri ile kıyaslanmıştır. (…) H2S emisyonlarının model çalışma alanında oluşturacağı saatlik ve 24 saatlik maksimum YSK değerleri sırasıyla 73,63 pg/m³ ve 7,78 pg/m³ tür. Modelleme çalışmaları sonucu elde edilen değerler 2024 yılından itibaren uyulması gereken ilgili sınır değerlerin altında kalmaktadır.” denilmektedir.

Hava Kalitesi Modellemesi Raporunda Toplam kirlenme değerinin hesabında modelleme sonucu bulunmuş olan Hava Kirliliğine Katkı Değeri (HKKD) ile Ölçüm sonucu elde ettikleri değerin toplanmasıyla Toplam Kirlenme Değerinin elde edildiği görülmektedir.

Hava Kalitesi ölçüm sonuçları incelendiğinde bütün noktalar için ölçüm limiti olan 0,2 ug/m”değerinin altında belirlenmiş olduğu görülmektedir.

Dokuz Eylül Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüş olan bilimsel bir çalışma kapsamında, Manisa Alaşehir ilçesinde hava kalitesi ölçümleri gerçekleştirilmiştir.

Pasif difüzyon yöntemi ile Alaşehir’de, 10 farklı noktada gerçekleştirilen ölçüm sonuçlarına göre, 1. periyotta ölçülen  H2S konsantrasyonları 11,18 pg//m³ ile 57,94 pıg//m³ arasında ve 2. Periyotta ölçülen konsantrasyonlar ise 12,15 pıg//m³ ile 79,89 pg//m³ arasındadır.” Çalışmada pasif difizyon tüpleri yanı sıra Thermo Scientific Model 450i Hydrogen Sulfide & Sulfur Dioxide Analyzer ile ölçüm yapılmış sonuçlar tutarlı bulunmuştur.

Pasif difüzyon yöntemiyle yapılan ölçüm sonuçlarının KVS değerini aştığı ancak saatlik değeri aşmadığı görülmektedir. Ölçümlerin 14 günlük periyotlarda yapılmış olduğu” göz önüne alınacak olursa KVS değeri ile kıyaslanması gerektiği düşünülmektedir. T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından talep üzerine dosyaya sunulmuş olan Alaşehir’de bulunan ölçüm istasyonu H2S ölçüm sonuçlarının incelenmesiyle:

01/05/2024- 31/03/2025 tarihleri arasında 8040 saatlik süreçte 4758 saatlik veri üretilmiş olduğu, 4758 ölçüm sonucundan 1776 tanesinde 7 pg/m³  koku eşiği değerinin aşıldığı, ölçülen tüm verilerin ortalama H2S konsantrasyonun 6,14 pg/m³ olduğu görülmektedir.

Çevre Bakanlığı ölçüm istasyon verileri ve Dokuz Eylül Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüş olan bilimsel bir çalışma kapsamında, Manisa Alaşehir ilçesinde hava kalitesi ölçümleri sonuçlarıyla uyumlu olmaması nedeniyle hava kalitesi dağılım modellemesinin Bölgede oluşması beklenen H2S konsantrasyonlarının doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamamaktadır. Dış ortamdaki H2S Jeotermal Enerji Santrallerinin en önemli çevresel etkilerinden biri olması nedeniyle halihazırda koku eşiğinin aşılmış olmasına rağmen geri plan konsantrasyonun 0,2 pg/m³  alınarak eksik hesaplanmış geri plan konsantrasyonları ile yapılmış bir modelleme çalışmasının Çevresel Etkilerin doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı kanaatine varılmıştır.

Sonuç olarak:

Firmanın bölgede mevcut açılmış kuyularının bulunduğu ve kuyu açmakla ilgili yeterli deneyimi göz önüne alındığında test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği kanaatine varılmıştır.

Ancak, Manisa İli içme suyunun tamamını, İzmir ili ise % 40 oranında içme suyunu Gediz Havzası yeraltı suyu kütlelerinden temin etmekte,” göz önüne alındığında; ÇED raporu içerisinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir (…) Bundan sonra yeraltı suyu kütlelerinde yapılacak olan izleme neticelerine göre söz konusu kirletici parametrenin eşik değer konsantrasyonunun altına düşmesi durumunda kararımız gözden geçirilecektir.” Açıklamalarından sözü edilen arsenik parametresinin Gediz havzasında eşik değerin altına düştüğüne yönelik olarak, Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Tarım Orman Bakanlığının (Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı) yayımlanmış herhangi bir çalışması/açıklaması bulunmadığı, yazının geçerliliğini koruduğu, ÇED raporu içerisinde, işletme aşamasında H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili Oluşması muhtemel H2S gazının bertarafı noktasında yatırımcı firma tarafından aşağıdaki alternatif emisyon önleme yöntemleri uygulanacaktır. Söz konusu alternatifler;

1- H2S Arıtma Tesisi

2- Kapalı Çevrim Sistemi (Rezervuara Reenjeksiyon) şeklindedir. Açıklaması bulunmasına rağmen bu konuda bir projelendirme yapılmamış olması önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir.

Hava Kalitesi Modelleme çalışmasının halihazırda koku eşiğinin aşılmış olmasına rağmen geri plan konsantrasyonun 0,2 ug/m³ alınarak eksik hesaplanmış olduğu, modelleme ve ölçüm sonuçlarıyla hesaplanmış olan TKD değerinin gerçek durumu temsil etmediği, bu durumun eksiklik olduğu, söz konusu eksikliğin yörede yaşayan insanları direk etkilemesi nedeniyle Çevresel Etkilerin doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı kanaatine varılmıştır.

Bölgede yapılmış Akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S varlığı halihazırda tespit edilmiş olup, bölgede gerçekleştirilecek yeni JES Projelerinin devamı konusunda karar vermeden önce karar verici durumdaki kurumlar tarafından bütünleşik izleme çalışmalarının yapılması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.

SONUÇ:

Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar mahalleleri sınırları içerisinde ….. Jeotermal Enerji Elektrik Üretimi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Alhan-ll JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu kararının iptali istemiyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı açılan davada değerlendirmelerini yapan bilirkişi kurulumuz tarafından;

Jeolojik – Hidrojeoloji Mühendisliği Yönünden;  ÇED raporunda söz konusu etkinlikle ilgili açıklanan jeolojik ve hidrojeolojik özelliklerin saha gerçekleriyle uyuştuğu, ancak,

– Büyük Ova Koruma Alanı (Manisa Ovası) sınırları içinde yer almasına karşın tarım dışı amaçla kullanılması hakkında DSİ vb. kurum görüşleriyle evrakların tamamlanamadığı, Maski ve DSİ gibi kurum görüşlerinin açıklanmadığı,

– Gediz Havzası düzeyinde içme suyu üreten yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış bir önlem olarak gönderilen Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09-173934 sayılı yazısında belirtilen yeni ruhsat ve kuyulara izin verilmemesi konusunun cevaplanmadığı,

– Dava konusu etkinliğin Gediz Havzasında fazladan 1.750 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, bu kapsamda Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nce önerilen yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınmış önlemin geçersiz kılındığı,

Jeofizik Mühendisliği Yönünden; Nihai ÇED raporunda jeofizik ile ilişkili herhangi bir veri, yorum ve görüş bulunmadığından “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının dayanağının bulunmadığı ve Nihai ÇED raporunun usülüne uygun hazırlanmadığı,

– Dava konusu jeotermal kaynak arama Alkan-Il JES (10MWm/10MWe) projesinin bulunduğu alanların imar planındaki fonksiyonları ile bu alanlarda bu faaliyet yapmak için yapılacak santralin yer seçimi ve güvenli zemin seçimi için jeofizik, jeolojik ve sondaj çalışmalarının yapılmadığı,

– Dava konusu jeotermal kaynak arama faaliyetinin çevresel etkileri, etki alanına ilişkin belirlemeler bu konuda yapılmış herhangi bir jeofizik çalışmanın mevcut olmadığı,

– Proje sondaj noktalarının en yakın yerleşim yerlerine olan uzaklığı da dikkate alınarak çevre üzerindeki etkilerinin, jeofizik veriler, yorumlar ve görüşler olmadığından jeofizik açıdan belirlenemeyeceği ve bu konunun eksik olduğu,

– Proje konusu jeotermal kaynak arama faaliyetinin konusu, tesisler, tesislerin yapımı, üretim sürecindeki çevresel etkiler, faaliyetin çevresel etki alanı, süreç boyunca faaliyetin çevresel etkilerinin en aza indirilmesi için alınması taahhüt edilen önlemlerin etkin ve yeterli olarak alınıp alınmadığı konusunda bunlarla ilişkili jeofizik veri, yorum ve görüş bulunmadığından eksik olduğu,

Ziraat Mühendisliği Yönünden; Mevcut işletme şekli doğaya, toprağa veya tarıma bir yarar sağlama durumu bulunmadığı, aksine olumsuz etkilere neden olacağı,

– Davaya konu kuyu ve alanların tamamının Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen Manisa-Alaşehir için “Büyük Ova” koruma alanı içerisinde yer aldığı,

– Söz konusu alanların neredeyse tamamının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında belirlenmiş dikili tarım arazileri içerisinde bulunduğu; bu alanların büyük çoğunluğunu bağların oluşturduğu ve ilgil kanun çerçevesinde korunması ve değerlendirilmesi gerektiği,

– Ayrıca bu alanların bir bölümünün zeytinliklerden oluştuğu ve 5403 sayılı kanunun yanında, 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu’na tabi olması nedeniyle, bu alanların değerlendirilmesinde aynı kanunun 20. maddesi hükümlerinin esas alınması gerektiği,

– Söz konusu alanların inşası, bağlantı yolları ve diğer yapılaşmaların toprak bütünlüğünü ve doğal ekosistem dinamiklerini bozucu nitelikte olduğu,

– Kümülatif etkilerin ve ekolojik eşiklerin proje dosyasında yeterli bilimsel gerekçeyle değerlendirilmediği,

Orman Mühendisliği Yönünden; 6831 Sayılı Orman Kanunu kapsamında yapılan değerlendirme sonucunda söz konusu faaliyetin ormanlar ve ormancılık çalışmalarına olumsuz etkisi bulunmadığı kanaatimdir.

Çevre Mühendisliği Yönünden; Firmanın bölgede mevcut açılmış kuyularının bulunduğu ve kuyu açmakla ilgili yeterli deneyimi göz önüne alındığında test havuzlarının kuyu tamamlama testleri için yeterli olabileceği, boru hatlarının oluşturulmasından sonra üretim testlerinin gerçekleştirilmesi durumunda planlanan havuz hacimlerinin yeterli olabileceği,

Ancak,

– ÇED raporu içerisinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09- 173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir” görüşünün geçerliliğini koruduğu,

-H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili bir projelendirme yapılmamış olması önemli bir eksiklik olduğu,

– Bölgede yapılmış Akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S varlığının sayısal olarak belirlenmiş olduğu, ancak ÇED dosyası içerisinde geri plan konsantrasyonun 0,2 ug/m³ alınarak hesaplamaya dahil edilmiş olmasının H2S konsantrasyonlarının doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı, gerekçelerine bağlı olarak Alhan-ll JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu” kararının kamu yararına ve mevzuata uygun olmadığı kanaatine varılmıştır. ” yönünde görüş ve kanaat belirtilmiştir.

Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş olup, davalı idare ve müdahil tarafından yapılan itirazlar bilirkişi raporunu kusurlandıracak nitelikte görülmemiş, bilirkişi raporu karara esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.

Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile yukarıda alıntılanan bilirkişi raporunun bir bütün olarak değerlendirilmesi neticesinde;  Manisa ili, Alaşehir ilçesi, Alhan ve Şahyar Mahalleleri sınırları içerisinde yapılması planlanan Alhan-II JES (10MWm/10MWe) projesi hakkında Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu kararının; dava konusu etkinlikle ilgili olarak hazırlanan proje tanıtım dosyası raporunda etkinlikle ilgili açıklanan jeolojik ve hidrojeolojik özelliklerin saha gerçekleriyle uyuştuğu, ancak, Büyük Ova Koruma Alanı (Manisa Ovası) sınırları içinde yer almasına karşın tarım dışı amaçla kullanılması hakkında kurum görüşleriyle evrakların tamamlanamadığı, etkinliğin Gediz Havzasında fazladan 1.750 ton/sa jeotermal akışkan kullanımını gerektirdiği, bu kapsamda ÇED raporunda Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nce önerilen yeraltı suyu rezervlerinin korunması için alınması öngörülen önlemin dikkate alınmadığı, nihai ÇED raporunda jeofizik ile ilişkili herhangi bir veri, yorum ve görüş bulunmadığı, nihai ÇED raporunun usülüne uygun hazırlanmadığı, jeotermal kaynak arama Alkan-Il JES (10MWm/10MWe) projesinin bulunduğu alanların imar planındaki fonksiyonları ile bu alanlarda bu faaliyeti yapmak için yapılacak santralin yer seçimi ve güvenli zemin seçimi için jeofizik, jeolojik ve sondaj çalışmalarının yapılmadığı, jeotermal kaynak arama faaliyetinin çevresel etkileri, etki alanına ilişkin herhangi bir jeofizik çalışmanın mevcut olmadığı, proje sondaj noktalarının en yakın yerleşim yerlerine olan uzaklığı da dikkate alınarak çevre üzerindeki etkilerinin, jeofizik veriler, yorumlar ve görüşler olmadığından jeofizik açıdan belirlenemediği ve bu konunun eksik olduğu, davaya konu kuyu ve alanların tamamının Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen Manisa-Alaşehir için “Büyük Ova” koruma alanı içerisinde yer aldığı, söz konusu alanların neredeyse tamamının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında belirlenmiş dikili tarım arazileri içerisinde bulunduğu; bu alanların büyük çoğunluğunu bağların oluşturduğu ve ilgili kanun çerçevesinde korunması ve değerlendirilmesi gerektiği, ayrıca bu alanların bir bölümünün zeytinliklerden oluştuğu ve 5403 sayılı Kanunun yanında, 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu’na tabi olması nedeniyle, bu alanların değerlendirilmesinde aynı Kanunun 20. maddesi hükümlerinin esas alınması gerektiği, söz konusu alanların inşası, bağlantı yolları ve diğer yapılaşmaların toprak bütünlüğünü ve doğal ekosistem dinamiklerini bozucu nitelikte olduğu, kümülatif etkilerin ve ekolojik eşiklerin proje dosyasında yeterli bilimsel gerekçeyle değerlendirilmediği, ÇED raporu içerisinde bulunan Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün 14.08.2017 tarih ve 22850967-251.09- 173934 sayılı yazısında belirtilen “havzadaki yeraltı suyu kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir” görüşünün geçerliliğinin koruduğu, H2S emisyonlarının azaltımı ile ilgili bir projelendirmenin yapılmadığı,  bölgede yapılan akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S varlığının sayısal olarak belirlenmiş olmasına rağmen ÇED dosyası içerisinde geri plan konsantrasyonun 0,2 ug/m³ alınarak hesaplamaya dahil edilmiş olmasının H2S konsantrasyonlarının doğru biçimde öngörülmesine olanak sağlamadığı, proje tanıtım dosyasında yeterli açıklayıcı bilgi olmadığı hususları dikkate alındığında hukuka ve mevzuata uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. 

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan ve davacılar tarafından karşılanan 56.545,50-TL yargılama gideri ile karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre duruşmalı işler için takdir olunan 40.000,00-TL vekalet  ücretinin davalı idare tarafından davacılara ödenmesine, davalı yanında müdahil tarafından yapılan ve aşağıda ayrıntısı gösterilen yargılama giderinin müdahil üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin talebi halinde derhal, talep edilmemesi halinde kararın kesinleşmesinden sonra Mahkememizce re’sen ilgisine göre taraflara ve müdahile iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/A maddesi uyarınca kararın tebliğini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde Mahkememize verilecek dilekçeyle Danıştay nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, 14/11/2025 tarihinde oybirliğiyle  karar verildi.

Başkan                                                         Üye                                        Üye

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir