Kuvvetler ayrılığı uzun zamandır gündemde olan tartışılan bir kavram. Gerçekten dillerden düşmeyen, üzerinde uzun uzadıya tartışılan, iktidarların sevemediği bu kavram ne?
Kuvvetler ayrılığı, devlet gücünün birbirinde ayrı organları dağıtıldığı yönetim anlayışıdır. Devletin, Anayasal yapı içerisinde üç tane işlevi vardır. Yasama, yürütme ve yargı. Yasama, kanun yapma işlevini elinde bulunduran TBMM tarafından yerine getirilir. Yürütme, devlet mekanizmasının icrasını sağlayan Hükümet yani Bakanlar Kurulu tarafından sağlanır. Yargı, bağımsız mahkemeler eliyle gerçekleştirilir. Kuvvetler Ayrılığı ile bu üç gücün (erkin), birbirinden ayrı, birbirine müdahale edememesi, birbirinden etkilenmeden, yönlendirilmeden bağımsız olarak görevlerini yapabilmesi gerekir.
Peki Hukuk Sistemimizde durum nedir?
Türkiye Anayasaların’dan 1921 Anayasası’nda yer almaz. 1924 Anayasası’nda da yoktur ancak işlevler tanımlanmış, ortam hazırlanmıştır.1961 ve hala yürürlükte olan 1982 anayasaları kuvvetler ayrılığı ilkesine göre düzenlenmiştir. 1982 Anayasası’nın 7-8 ve 9. maddeleri açıkça kuvvetler belirlenmiştir.
1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesine göre, kuvvetler ayrılığının gerçekleşmediği ve yurttaş haklarının güvence altına alınmadığı toplumların anayasası olamaz. Böylelikle söz konusu ilke, devletin ve anayasanın temeli durumuna getirilmiştir. Bu noktada kuvvetler ayrılığı ilkesi, devletin bir bütün olarak sahip olduğu gücü dağıtır ve denetler. Her bir güç işbirliği ve denge ile çalışır.
Türkiyede kuvvetler ayrılığı neden tartışılır hale geldi?
Son on yılda, TBMM yer alan milletvekillerinin oy çoğunluğunun AKP de olması yasamanın AKP kontrolünde olması sonucunu doğurdu. Zaten yürütmeyi elinde tutan AKP böylece yasamayı da kontrolü altına almıştır. Kuvvetler ayrılığı sistemi içerisinde, bağımsız hareket edebilen tek güç olarak kalan yargı, iktidar için önemli hale gelmiştir.
Bu nedenlerle, Türkiyede kuvvetler ayrılığında en önemli nokta “bağımsız yargı” dır. Yargının, yürütmeden ve yasamadan ayrı olması, yargının her türlü baskı ve etkiden uzak ve siyasal çekişmelerin dışında kalmasını gerektirir. Yargının hak teslim eden yapısı nedeniyle de herhangi bir etkiden bağımsız olması gerekir. Anayasa 138’inci madde ile bunu güvence altına almıştır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, Başbakanlığı döneminde 2013 yılında kuvvetler ayrılığını tartışmaya açmıştır. “Türkiye’deki sistemin düzgün kurulmadığını, içinde hatalar barındırdığını” belirttikten sonra “Bu nedenle umulmadık şekilde bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, yargı ile karşı karşıya kalıyorsunuz” , “Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini düşünmesi lazım ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım. Güçlü hale geleceksek böyle güçlü hale gelebiliriz.” diye açıklama yapmıştır.
Son yıllarda yargı yönünden Türkiyede yaşananlar son derece ilginçtir.
Adalet Bakanlığı, bir yönetmelik değişikliğiyle, vali ve emniyet müdürlerine yeni yetkiler vererek, yargıda savcının başlatılan bir soruşturmayla ilgili olarak vali ve emniyet müdürü de bilgilendirmesi kuralı getirilmiştir. Savcı kimdir? Yargının en temel unsurlarından biri, Cumhuriyet adına her türlü suç sayılan eylem ve işlemleri inceleme ve suç unsuru tespit ederse ilgili mahkemeye kamu davası açmaya yetkili kişidir.
Vali kimdir? Hükümeti ilde temsil eden, yürütme erkinin vilayetteki uzantısıdır. Bu durumda, yargı yapacağı faaliyetle ilgili olarak yürütme tarafından denetlenecektir. Peki bu yönetmeliğin uygulanması ile Kuvvetler Ayrılığı ilkesi zedelenmiş olur mu?
04.03.2014 yılında yayınlanan ve doğruluğu kabul edilen ses kayıtları yargıya müdahalenin boyutlarını ve vahameti ortaya koymuştur. Twitter’da BAŞÇALAN ismindeki kullanıcının servis ettiği ve Youtube’de yayınlanan ses kaydında iddiaya göre, Başbakan Erdoğan, Sadullah Ergin’e (dönemin Adalet Bakanı) Aydın Doğan ile ilgili davayı yakından takip etmediği için kızıyor ve kesinlikle ceza alması gerektiğini ifade ediyor. Sadullah Ergin beraat veren hakimin alevi olduğunu ve rüşvet aldığını ima ederek, dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na geleceğini, orada 25-30 hakim olacağını, kendisinin Ceza Kurulu Başkanına söyleyerek halledeceğini ifade ediyor [1]. Recep Tayip Erdoğan bu ses kaydının yayınlanmasından bir gün sonra Ankara’da yerel medya yöneticileri toplantısında yaptığı konuşma sırasında bu ses kayıtlarını doğrulayarak, o konuşmalardaki ifadeleri savunmuştur.
Recep Tayip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra 14 Aralıkta medyaya karşı yapılan operasyonlar sonrasındaki sözleri son derece ilginçtir: “Son olarak operasyonda içeri alınan gazeteci (Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’yı kastederek) işte legal görünüm altında illegal bir yapının şekillenmesinde gayret olanlar arasında….Belki onunla beraber başka alınan da olacaktır, olabilir!” Cumhuriyet Savcısı önündeki bir soruşturma dosyası sadece ilgili Savcıyı ilgilendirir. Savcılık olayın özelliğine göre bir şahsın tutuklanmasını Sulh Ceza Mahkemesinden talep eder. Bu konuda ilgili Sulh Ceza Mahkemesi, duruşma sırasında sanığı dinler ve Cumhuriyet Savcısı’nın tutuklama istemini irdeleyip kararını verir. Bağımsız olan ve iki hukukçunun süzgecinden geçerek gerçekleşebilen bir tutuklama konusunda Recep Tayip Erdoğan’ın nasıl fikri olabilmektedir?
Ergenekon davası olarak anılan İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama ve süreçte yaşananlar ise başlı başına incelenmesi gereken bir süreçtir. Bu dava aşamasında Recep Tayip Erdoğan’ın “Ben o davaların Savcısıyım…” ifadesi kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından nasıl değerlendirilmesi gerekir?
Adana’da Suriye’ye giden TIR’ların durdurulması ve bununla ilgili yaşananlar son derece ilginçtir. Recep Tayip Erdoğan’ın, TIR ları durduran polisleri tutuklatan Savcıyı “kahraman” , tutukluları bırakan Hakimi “hain” ve “haşhaşin” ilan etmiştir. Recep Tayip Erdoğan verdiği demeçte “Adana’da bir vatansever savcı çıktı soruşturma başlattı. Bazı zanlılar tutuklandı. Aradan birkaç gün geçmeden paralel yapının elemanları araya girdi, zanlılar bırakıldı. Ortada ihanet varken zanlıların bırakılması düşündürücü. Birileri şantaja boyun eğmiş olabilir, birileri haşhaşı fazla kaçırmış olabilir.” şeklinde açıklama yapmış, hemen sonra Adana’da TIR operasyonu yapan 3 savcı sürülmüştür.
2014 yılında paralel örgüt suçlamasından tutuklanan 29 polis şefi Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali yapıldığına ilişkin başvuruları reddedildi. Bu karara muhalif kalan Anayasa Mahkemesi üyeleri Alpaslan Altan ve Erdal Tercan’ın karşı oy kullanarak, dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın polislerin gözaltı ve tutuklanma süreçlerinde yaptığı ve Sulh Ceza Mahkemeleri’nin bu amaçla kurulduğu yönündeki açıklamaları dahil yargıyı etkilemeye yönelik tüm beyanlarının masumiyet hakkını ihlal ettiğini savundu.
Üye Alpaslan Altan karşı oy yazısında “…Resmi makamlar açıklamalarında kişileri suçluymuş gibi göstermekten kaçınmalıdır. Başbakanın 3 bine yakın kişiyi dinlemişler, düşünün beni dinlemişler, CHP’yi MHP’yi dinlemişler…Zaten şimdi yargı süreci başlıyor. Sulh Ceza Mahkemeleri götürecek. Bugüne kadar toplanan tüm deliller paralel yapı olgusunu şayiadan vakıaya dönüştürdü” yönündeki bu beyanlarının başvurucuların iddia edilen suçları işledikleri hususunda kamuoyu oluşması ve bu suçları soruşturmak ve yargılamakla görevli makamlara etkileme olasılığı gözardı edilemez. Zira Başbakan, yürütmenin en etkili icra yetkisine sahip, en etkili kamu oteritesi konumundadır. Somut olayda haklarında soruşturma yürütülen başvurucuların haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararı olmadığı halde açıkça ve ima yoluyla suçlu gösterildikleri yönündeki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu söylenemez….Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.” şeklindeki ifadeleri son derece dikkat çekicidir.
Üye Erdal Tercan karşı oy yazısında “Doğal hakim ilkesine aykırı şekilde kurulan yargı mercilerinin bağımsız ve tarafsız olamayacakları açıktır.Zira politik kurumların yargıya müdahale etmek ve onu yönlendirmek amacıyla doğal hakim ilkesine aykırı olarak kurdukları yergı mercilerinin, kendilerini kuran irade doğrultusunda karar alacakları, en azından yargılanan şahıslarda ve toplumda bu yönde güçlü bir görünüm bırakacağı kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla da bir suçun işlendiği tarihten sonra kurulan mahkemeler, yargılanan kişide kendisini cezalandırmak üzere kurulduğu ve dolayısıyla, tarafsız olmadığı yönünde haklı bir şüphe oluşturabilir…” şeklinde açıklama yapmıştır.
17 Aralıkta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ardında yargının bağımsızlığı açık açık tartışılmaya başlanmıştır. Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yargı bağımsızlığı düzenleyen anayasa hükmüne atıfla “Anayasa’nın 138.maddesi ölmüştür.” şeklinde açıklaması yazımızın ruhunu da ifade etmektedir.
AKP, Şubat 2015’te yargıya yönelik son noktayı kondu. Anayasa Mahkemesi Başkanlığına, AKP’nin kapatılma davasını kabul ettiği için AYM “darbecilikle” suçlayan Zühtü Aslan seçildi. Yargıtay Başkanı olan İsmail Rüştü Cirit ise 2003 yılında Başkanlığını yaptığı İstanbul 2.Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan Recep Tayip Erdoğanı Akbil davasından beraat kararını vermişti.
Hukuk devleti, çağdaş demokrasilerin ayakta kalmasını sağlayan temel direğidir. Hukuk devleti ancak bağımsız bir yargı denetiminde gerçekleşebilir. Bu anlamda da kuvvetler ayrılığı uygulanabilmesi için bağımsız ve her türlü baskıdan uzak işleyen yargı büyük önem taşır. Hukuk sistemi ve yargı ile oynamak çok tehlikelidir. Güçler elinizdeyken yaptığınız müdahaleler, güç elinizden çıktıktan sonra aleyhinize dönebilir. Şunu unutmamak gerekir ki, hukuk bir gün herkese lazım olabilir.
O nedenle adil yargı, adil yargılanma hakkı zedelenmemelidir.
26.10.2015
[1]http://www.cumhuriyet.com.tr/m/haber/turkiye/46915/Basbakan_dan_bu_kez_de_yargiya_mudahale__Hakim_Alevi.html