Aynı taraflar arasında, aynı hukuki ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve ret ile sonuçlanan davadan sonra tarafların ”eylemli ayrılık” sebebine dayanarak açtığı ikinci davada yeni bir vakıanın ileri sürülemez

 

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E.2020/2-96
K.2022/1435
T. 2.11.2022

ÖZET : Dava, boşanma istemine ilişkindir.

Kadın eş tarafından açılan davada erkeğin kusurlu bir davranışının bulunmadığı gerekçesiyle boşanma davasının reddine karar verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Açılan ilk boşanma davasını inceleyen hâkim: o evliliğe münhasır ve dava tarihine kadar taraflarca gerçekleştiği iddia edilen kusurlu davranışların bulunup bulunmadığını incelemiş, erkeğin kusurlu bir davranışı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Açılan bir boşanma davasının reddi veya kabulüne ilişkin verilen hüküm kesinleştiği takdirde, taraflar “açılan dava tarihi itibariyle” kararda yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır. Hâl böyle olunca aynı taraflar arasında, aynı hukukî ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan “kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin” tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, ret ile sonuçlanan davadan sonra tarafların yeniden bir araya gelmedikleri gibi dava tarihinden sonra ve fiili ayrılık döneminde gerçekleşen yeni bir vakıanın da ileri sürülmediği, TMK’nın 166/4. maddesine göre görülmekte olan eldeki davada hâkimin, ret ile sonuçlanan boşanma davasında belirlenen kusur belirlemesi ile bağlı olduğu, başka bir ifadeyle hâkimin “aynı döneme ilişkin” yeniden bir kusur belirlemesi yaparak nafaka ve tazminatlara ilişkin karar veremeyeceği açıktır. Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin; ret ile sonuçlanan boşanma davasındaki kusur belirlemesi bir kenara bırakılarak, aynı döneme ilişkin yeniden kusur belirlemesi yapılması hatalı olduğu gibi, bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına tazminat ve nafaka ödenmesine karar verilmesi de doğru değildir.

4721/m.166,174,175

DAVA : 1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı kısmen direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

KARAR : I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 20.12.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 21.07.1994 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, evliliğin ilk zamanlarında eşler arasındaki ilişkinin iyi olduğunu, davacının tüberküloz hastası olduğunu, davalının bu hastalığını bilerek evlenmesine karşın, ilerleyen yıllarda eşinin hastalığını sorun etmeye başladığını, bu nedenle başlayan anlaşmazlığın günden güne arttığını, davalının birlik görevlerini yerine getirmediğini, yaşananlar neticesinde davalının … Aile Mahkemesinin 2005/541 E. sayılı dosyası ile boşanma davası açtığını, davanın ret ile sonuçlandığını, kararın 16.04.2009 tarihinde kesinleştiğini, ret kararından sonra ortak hayatın yeniden kurulmadığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı asıl 15.07.2013 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, dava dilekçesinde yer alan vakıaların asılsız olduğunu, davacının kendisini küçük düşürdüğünü, fiziksel şiddet uygulayarak evden kovduğunu, bıçak ile öldürmeye çalıştığını, bu nedenle evi terk etmek zorunda kaldığını belirterek boşanmayı kabul etmiş, ne var ki yararına 500TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 150.000TL maddi, 50.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. … Aile Mahkemesinin 07.05.2015 tarihli ve 2012/1093 E., 2015/378 K. sayılı kararı ile; tarafların 21.07.1994 tarihinde evlendikleri, ortak çocuklarının bulunmadığı, evlilik süresince davacının düzgün bir işinin olmadığı, bu nedenle başlayan anlaşmazlıklar sonucunda davacının eşine karşı şiddete yönelik tutum ve davranışlar sergilediği, davalının üzerine sıcak çay döktüğü, bıçak ile üzerine yürüdüğü, tehdit ettiği, bir gece yaşanan tartışmada eşini evden kovduğu, o tarihten sonra tarafların bir araya gelmedikleri, kadın eş tarafından erkek eş aleyhine boşanma davası açıldığı ve … Aile Mahkemesinin 25.07.2006 tarihli ve 2005/541 E., 2006/841 K. sayılı kararı ile davanın “aile birliğinin temelinden sarsılmasında erkek eşe kusur yüklenilmesinin mümkün olmadığı” gerekçesi ile reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmeyerek 16.04.2009 tarihinde kesinleştiği, dayanak davada “davalının süresi içerisinde tanıklarını hazır edemediğinden dinlenemediği” hâl böyle olunca kusur yönünden bağlayıcı olduğunun kabul edilemeyeceği, ret ile sonuçlanan boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren ortak hayatın yeniden kurulamadığı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında davacının tamamen kusurlu olduğu gerekçesi ile tarafların boşanmalarına, davalı yararına 150TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 7.000TL maddi, 7.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 05.10.2017 tarihli ve 2017/3465 E., 2017/10667 K. sayılı kararı ile;

“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda davacı erkek kusurlu kabul edilerek davalı kadın lehine maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davacı erkeğin Türk Medeni Kanunu’nun 166/4 maddesine dayalı işbu boşanma davasına esas alınan ilk boşanma davası; davalı kadın tarafından, Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesinde düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak açılmış ve dava, erkeğin boşanmayı gerektirebilecek nitelikte bir kusurunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu sebeple tanık anlatımlarında geçen olaylar kadının reddedilen boşanma davasından önce olduğu için bu vakıalar davacı erkek aleyhine değerlendirilemez. Bu durumda ilk davayı açarak boşanma sebebi yaratan kadın boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurludur. Boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olan davalı kadın lehine şartları oluşmadığı halde maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) ve yoksulluk nafakası (TMK m. 175) takdiri doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

3-Yargılama gideri davada haksız çıkan taraftan alınır (HMK m. 326). Vekâlet ücreti de yargılama giderlerindendir (HMK m. 323). Davacı erkeğin boşanma davası kabul edildiği halde davacı erkek yararına yargılama giderlerine ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken ve davalı kadın lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. … Aile Mahkemesinin 14.03.2019 tarihli ve 2018/1050 E., 2019/149 K. sayılı kararı ile; bozma kararına yargılama giderlerine ilişkin kısım yönünden uyulmasına, kusur belirlemesi yönünden ise önceki karar gerekçesi tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eşler arasında TMK’nın 166/4. maddesi uyarınca görülmekte olan eylemli ayrılık hukuksal sebebine dayalı boşanma davasına dayanak oluşturan “reddine karar verilen” davada kesinleşen kusur belirlemesinin, eldeki davada yeniden kusur belirlemesi yapılmasına engel nitelikte kesin delil teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir.

13. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin son fıkrası uyarınca, boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir. Bu fıkrayla “eşlerin sürekli ve fiili olarak ayrı yaşama biçimini benimsemeleri halinin, birlikte yaşama istek ve inancının kalmaması” değerlendirmesiyle evlilik birliğinin temelden sarsıldığı kabul edilerek eylemli ayrılık ilkesi benimsenmiştir.

14. Türk Medeni Kanunu’nun 166/4. maddesinde yazılı “eylemli ayrılık sebebine” dayanan boşanma davalarında, boşanma kararı verilebilmesi için eşlerin kusur durumunun bir önemi bulunmamaktadır. Burada; TMK’nın boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayatın yeniden kurulamamış olması boşanma kararı verilebilmesi için yeterlidir. Eylemli ayrılık sebebine dayalı boşanma davalarında kusur belirlemesi boşanmanın eki niteliğindeki istekler yönünden önem taşımaktadır.

15. Boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” hükmünü taşımaktadır.

16. Kanunun 175. maddesinde ise yoksulluk nafakası “ Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

17. Somut olayda; davalı kadının daha önceden açtığı boşanma davası reddedilmiş, redde ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmesine rağmen ortak hayat yeniden kurulamamış, bunun üzerine davacı erkek eş tarafından TMK’nın 166/4. maddesi uyarınca eylemli ayrılık nedeniyle boşanma davası açılmıştır. Mahkemece; tarafların … Aile Mahkemesinin 25.07.2006 tarihli ve 2005/541 E., 2006/841 K. sayılı ret kararının kesinleşmesinden sonra tarafların bir araya gelmedikleri, ne var ki evlilik birliğinin devamı sırasında erkeğin eşine karşı “şiddete yönelik tutum ve davranışlar sergilediği, davalının üzerine sıcak çay döktüğü, bıçak ile üzerine yürüdüğü, tehdit ettiği, bir gece yaşanan tartışmada eşini evden kovduğu” şeklinde gerçekleşen davranışlarıyla boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmün temyizi üzerine, Özel Daire eylemli ayrılık davasına dayanak kadın eş tarafından açılan ilk boşanma davasının “erkeğin boşanmayı gerektirir nitelikte kusurlu davranışının ispatlanamadığı gerekçesiyle reddedildiği, ret kararından sonra tarafların bir araya gelmedikleri, dolayısıyla reddedilen boşanma davasından önce gerçekleştiği anlaşılan olayların davacı erkek aleyhine değerlendirilemeyeceği, bu durumda ilk davayı açarak boşanma sebebi yaratan kadının boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu” olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece “kadın tarafından açılan dayanak davanın temyiz edilmeyerek kesinleştiği, söz konusu davada davacı konumunda olan kadın eşin tanıklarını hazır edemediği için dinletemediği, dolayısıyla ilk davada tüm deliller toplanarak kusura ilişkin esaslı bir değerlendirme yapıldığından söz edilemeyeceği” gerekçesiyle direnme kararı verildiği anlaşılmıştır.

18. O hâlde öncelikle; uyuşmazlığın çözümü için, temeli aynı hukukî ilişkiye dayalı davalarda kesinleşmiş olan ilk kararın, ikinci davaya kesin delil teşkil edip etmeyeceği hususunun açıklanması gerekmektedir.

19. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m.187/1). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. sayılı kararında “….Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür,…” şeklindeki gerekçeyle kesin delille ispatlanan olguların hukuksal olarak doğru kabul edilmesi gerektiği açıklanmıştır.

20. Kesin hüküm adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukukî güvenlik sağlanmaktadır.

21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nın 303. maddesine göre kesin hüküm hakkında; “1- Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. 2- Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder,…” hüküm ile şekli anlamda kesinlik, maddi anlamda kesinliğin ön şartı olarak kabul edilmiştir. Maddenin devamında ise; bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesini, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve son olarak dava konularının aynı olması şeklinde belirlenen üç şarta bağlamıştır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dâhil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava yeniden incelenemeyeceği (kesin hüküm itirazı) gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır (kesin delil).

22. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. ve 04.12.2013 tarihli ve 2013/20-300 E., 2013/1629 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.

23. Kesin hükmün kesin delil teşkil etmesi ise; yine başka bir olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.06.2010 tarihli ve 2010/19-287 E., 2010/305 K. sayılı kararında “…Taraf ve maddi sebep birliği olan ilk davadaki, iki davanın da temelini oluşturan aynı hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı yönündeki tespit kısmı, sonraki davada kesin delil oluşturur. Bu tespit, maddi olay bakımından kesinleşmiş olur. Bu hususun bir daha incelenmesi HUMK.nun 237.madde hükmü karşısında olanaklı değildir (Aynı yönde Prof Dr. Baki Kuru age. c. V, s. 5067 vd; YHGK 19.06.2002 gün ve 2002/2-484 E., 2002/544 K. sayılı ilamı)… Artık kesinleşen kararın içerisine girilerek; aynı hususlar yeni açılan bir davada yeniden tartışma konusu yapılamaz,..”” şeklindeki gerekçe ile açıklanmıştır. Buna göre; aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı konuya ilişkin yapılan yargılamada kesin hükme bağlanmış olan vakıa (HMK m.303/2), görülmekte olan diğer bir ikinci davada ileri sürülen aynı iddia veya savunma yönünden kesin delil teşkil edecektir.

24. Türk Medeni Kanunu’nun 166/4. maddesinde yazılı “eylemli ayrılık sebebine” dayanan boşanma davalarında kusur, yukarıda 15. bentte açıkça belirtildiği gibi boşanma kararı verilebilmesi için değil, boşanmanın malî sonuçları yönünden önem taşımaktadır. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep olmayan olayları kusur belirlemesinde ölçü olarak dikkate alamaz.

25. Tüm bu açıklamalar ışığı altında somut olaya gelince; kadın eş tarafından açılan … Aile Mahkemesinin 25.07.2006 tarihli ve 2005/541 E., 2006/841 K. sayılı kararında erkeğin kusurlu bir davranışının bulunmadığı gerekçesiyle boşanma davasının reddine karar verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Açılan ilk boşanma davasını inceleyen hâkim: o evliliğe münhasır ve dava tarihine kadar taraflarca gerçekleştiği iddia edilen kusurlu davranışların bulunup bulunmadığını incelemiş, erkeğin kusurlu bir davranışı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Açılan bir boşanma davasının reddi veya kabulüne ilişkin verilen hüküm kesinleştiği takdirde, taraflar “açılan dava tarihi itibariyle” kararda yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır. Hâl böyle olunca aynı taraflar arasında, aynı hukukî ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan “kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin” tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, ret ile sonuçlanan davadan sonra tarafların yeniden bir araya gelmedikleri gibi dava tarihinden sonra ve fiili ayrılık döneminde gerçekleşen yeni bir vakıanın da ileri sürülmediği, TMK’nın 166/4. maddesine göre görülmekte olan eldeki davada hâkimin, ret ile sonuçlanan boşanma davasında belirlenen kusur belirlemesi ile bağlı olduğu, başka bir ifadeyle hâkimin “aynı döneme ilişkin” yeniden bir kusur belirlemesi yaparak nafaka ve tazminatlara ilişkin karar veremeyeceği açıktır. Mahkemece bu hususlar gözetilmeksizin; ret ile sonuçlanan boşanma davasındaki kusur belirlemesi bir kenara bırakılarak, aynı döneme ilişkin yeniden kusur belirlemesi yapılması hatalı olduğu gibi, bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına tazminat ve nafaka ödenmesine karar verilmesi de doğru değildir.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.11.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

www.hukukihaber.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir