Anayasa Mahkemesi tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.

1. B., B. 2018/23894

T. 30.6.2021

Esas No.: 2018/23894

Karar tarihi: 30.06.2021

T.C. Anayasa Mahkemesi – Bireysel Başvuru Kararları – Birinci Bölüm
Esas No.: 2018/23894
Karar tarihi: 30.06.2021

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

FERHA PERÇİNBAŞVURUSU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

Başvuru 24/7/2018 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

27/4/2006 tarihinde bel fıtığı ameliyatı olan başvurucuya, tedavisinin devamı amacıyla 29/4/2006 tarihinde Edirne Devlet Hastanesinde enjeksiyon yapılmıştır. Bu işlem sonrasında başvurucunun sağ bacağı ile ayağında uyuşma ve güç kaybı oluştuğu, nihayetinde de meslekte kazanma gücünü %34 oranında kaybettiği anlaşılmıştır.

Başvurucu, hatalı tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlarının giderimi istemiyle 5/3/2007 tarihinde Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; bel fıtığı tedavisi gören başvurucuya yapılan enjeksiyon işleminin hatalı olduğu, iş gücü kaybı meydana geldiği, olayda ağır hizmet kusuru bulunduğu belirtilerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulmuştur. Davalı idare vekili cevap dilekçesinde; idareye atfedilebilir bir hizmet kusurunun bulunmadığını, oluştuğu ileri sürülen zarar ile idari faaliyet arasında illiyet bağı kurulamadığını ileri sürülerek davanın reddi gerektiğini ifade etmiştir.

Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) 3. İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 18/12/2009 tarihli raporda; başvurucunun sağ ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ve komplikasyon olarak kabul edildiği, enjeksiyon nöropatisine yönelik tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, ATK’dan yeniden rapor alınmasına karar vererek başvurucunun ayağında meydana gelen güçsüzlüğün bel fıtığı ameliyatının mı yoksa enjeksiyonun mu sonucu olduğunun açıklanmasını istemiştir. Mahkemeye sunulan 23/7/2010 tarihli raporda başvurucuda meydana gelen neticenin enjeksiyon işlemi sonucu ortaya çıktığı ve yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu vurgulanmıştır.

Mahkeme 23/9/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; ATK raporuna atıf yapılarak başvurucuda meydana gelen zararın idarenin kusurlu eylemi sonucunda oluştuğunun kesin bir şekilde ispatlanamadığı, ayrıca olayda kusursuz sorumluluk ilkelerinden söz etmenin de hukuken mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu vekilinin temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından 15/5/2014 tarihinde bozma kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmediği belirtilmiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda önceki kararda yer alan gerekçelerle 23/2/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiş olup bu karar da başvurucu vekilince temyiz edilmiştir. Daire 30/11/2017 tarihli kararı ile Mahkemenin ret kararının onanmasına karar vermiş, bunun üzerine başvurucu vekilince karar düzeltme yoluna müracaat edilmiştir.

Dairenin 9/5/2018 tarihli kararı ile manevi tazminatın reddine ilişkin hükmün bozulmasına, maddi tazminatın reddi hükmünün ise onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuda oluşan netice ile idarenin kusurlu eylemi arasında nedensellik bağı kurulamadığından maddi tazminata hükmedilmemesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Manevi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucunun enjeksiyon işlemine rıza gösterdiğine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamının alınıp alınmadığı hususunun araştırılmadığı vurgulanmıştır. Maddi tazminatın reddine ilişkin karar kesinleşerek başvurucuya 4/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 24/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Öte yandan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre bozma kararı üzerine manevi tazminata ilişkin yapılan yargılamada başvurucunun tıbbi müdahalenin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmemesi nedeniyle 30/9/2020 tarihinde davanın kabulü ile 40.000 TL manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiş olup yargılama kanun yolu aşamasında derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

Mahkemenin 30/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

Başvurucu; enjeksiyonun hatalı şekilde yapılması nedeniyle %34 engelli hâle geldiğini, enjeksiyon öncesinde bu işlemin olası sonuçları hakkında bilgi verilmemesi nedeniyle idarenin kusurlu olduğunu ve maddi tazminat talebi yönünden de sorumlu olması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme; idarenin kusursuz sorumluluğunun gözardı edilerek hatalı değerlendirme yapıldığını, sağlıklı yaşama hakkının elinden alındığını, bu nedenle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; … insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Anayasa’nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner,B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan,B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).

Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.

Somut olayda başvurucu; enjeksiyonun hatalı olarak yapılması nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğünü, bu işlemin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmemesine rağmen mahkemenin bu hususu incelemeden maddi tazminat istemini reddettiğini ileri sürmüştür.

Derece mahkemesi tarafından başvurucunun tıbbi işlem öncesinde bilgilendirilmediği iddiasının değerlendirilmesi sonucunda başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, bu kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır (bkz. § 15).Bu itibarla başvuru, enjeksiyon işleminin hatalı yapılması sonucu başvurucunun vücut bütünlüğünün zarar gördüğü iddiası yönünden incelenmiştir.

Bu bağlamda derece mahkemeleri, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren ATK raporlarına dayanarak maddi tazminat taleplerine ilişkin davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan ATK raporlarında, tarafların iddialarına ve başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgulara yer verilmiş ve sonuç olarak enjeksiyondan sonra karşılaşılan durumun komplikasyon olduğu ve enjeksiyon uygulamasının tıp kurallarına uygun bulunduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan uzman bilirkişi raporlarında yeterli, somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmektedir.

Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar hakkında alınan bilirkişi raporlarına dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

Başvurucu ayrıca idarenin kusursuz sorumluluğuna gidilmesi gerektiğini de ileri sürmüştür. Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi için devlete ait bir yükümlülüğün yerine getirilmediğinin ileri sürülmesi gerekir. Bir başka deyişle devlete, işlem ve eylemlerinden veyahut eylemsizliğinden dolayı bir kusur atfedilmesi zorunludur. Bu nedenle başvurucunun yükümlülükler bağlamında dile getirdiği iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiş, kusur şartının aranmadığı sorumluluk türü olan kusursuz sorumluluk iddiası ise anılan madde yönünden incelenmemiştir (Mustafa Kupal (2), B. No: 2015/4303, 10/10/2019 § 66).

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Kaynakça: lexpera.com.tr/ictihat/anayasa-mahkemesi/e-2018-23894-t-30-6-2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir