Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 18/5/2021 tarihinde, B.A. (B. No: 2016/9123) başvurusunda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar
Başvurucu, arkadaşı M.K. ile gittiği kaplıcada tesisinde birden fazla kişinin cinsel saldırısına maruz kaldığını belirterek olayın üzerinden yaklaşık sekiz ay sonra Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu, şikâyetteki gecikmeyi olayın öncesinde kendisine verilen bir maddenin etkisi ve yine maruz kaldığı travma nedeniyle olayın sonrasında yaşadıklarını hatırlayamaması olarak açıklamıştır. Anlatımına göre başvurucu, olayın faillerinden olduğunu belirttiği A.N.O. isimli sanığın olayın üzerinden altı ay sonra kendisini telefonla araması üzerine cinsel saldırıyı parçalar hâlinde hatırlamaya başlamış, bir müddet psikiyatri tedavisi gördükten sonra şikâyetçi olmuştur.
Başsavcılık, soruşturma süreci sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı, 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu verilen kararlara karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Yargıtay, 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı sonrasında Başsavcılığın iddianamesi üzerine yargılamayı yapan Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tüm sanıkların beraatine karar vermiş ve hüküm Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.
İddialar
Başvurucu, cinsel saldırı suçu işlendiği iddiasıyla yürütülen soruşturmanın etkisiz olması ve yargılama sonucunda sanıkların beraatlerine karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvurucu, Başsavcılığa şikâyet dilekçesi sunarken hakkında düzenlenmiş iki raporu da eklemiştir. Özellikle Eğitim ve Araştırma Hastanesinin rapor içeriği başvurucunun beyanlarını destekler nitelikte gözükmektedir. Söz konusu rapor başvurucunun olaya ilişkin anlatımı ile birlikte değerlendirildiğinde savunulabilir bir iddianın olduğunu kabul etmek gerekir. Kaldı ki Başsavcılık da şikâyet sonrasında derhâl soruşturma işlemlerine başlamış, başvurucunun ifadesini alarak hakkında Adli Tıp Şube Müdürlüğünden rapor düzenlenmesini sağlamıştır.
Soruşturma kapsamında şikâyetin ertesi günü başvurucudan yer gösterimi yapması ve olayın faili olduğunu bildirdiği kişileri teşhis etmesi istenmiştir. Teşhis edilen kişilerin şüpheli sıfatıyla ifadeleri aynı gün alınmıştır. Bununla birlikte başvurucunun iddialarında esaslı yer tutan M.K. ve A.N.O.nun ve yine V.KA.nın ifadeleri şikâyet tarihinden üç gün sonra alınabilmiştir.
Somut olay bağlamında Başsavcılık, başvurucunun ifadesinde cinsel saldırı sırasında kamerayla çekim yaptığını belirttiği ve şüpheli sıfatıyla hakkında işlem yaptığı kişilerden sadece M.K.nın evinde yaklaşık dört ay sonra arama yapmış; el konulan bilgisayar, fotoğraf makinesi, CD ve DVD’ler hakkında bilirkişi raporu aldırmıştır. Öte yandan haklarında soruşturma açılan diğer şüphelilerin de evlerinde veya telefonlarında neden bu tarz bir arama yapılmadığı izaha muhtaçtır. Her ne kadar kovuşturma aşamasında olayın tüm faillerinin evlerinde arama ve elkoyma işlemi yapılıp suç konusu olabilecek nitelikte bir görüntü bulunup bulunmadığı konusunda bir araştırma yapılmış ise de yaklaşık üç yıl sonra bu eksikliğin tamamlanmasının soruşturmanın yeteri kadar özenli yürütülmediği gerçeğini değiştirmeyeceği ifade edilmelidir.
Diğer taraftan üzerinden aylar geçtikten sonra yapılan şikâyet ve başlatılan soruşturmada ifadeleri büyük öneme sahip potansiyel faillerin birbirlerinden habersiz şekilde dinlenip gerektiğinde beyanları arasındaki çelişkilerin sorularak gerçeğin ortaya çıkarılması yerine başvurucunun beyanlarından soruşturmada kilit konumda olduğu anlaşılan M.K. ve A.N.O.nun diğer şüphelilerden sonra dinlenip soruşturmadaki delillere erişim imkânına sahip olmaları da eleştirilmesi gereken diğer bir husustur.
Bunlarla birlikte somut olayda soruşturmaya sekiz ay gecikmeli başlandığı dikkate alındığında kusursuz bir soruşturma yürütülmüş olsaydı dâhi başvurucunun beyanlarını destekler nitelikte delillere ulaşılamayacağı ihtimalini gözardı etmemek gerekir. Dolayısıyla Başsavcılık aşamasında birtakım delillerin geç toplanması veya hiç toplanmamış olmasının sonuca etkisi olmayabilir. Ne var ki etkili soruşturma yapma zorunluluğu uygun araçların kullanılması yükümlülüğüne ilişkin olup soruşturmadan çıkan sonuçtan bağımsızdır.
Sonuç itibarıyla yukarıda izah edilen birtakım eksiklikler veya gecikmeler nedeniyle yürütülen soruşturmada gerekli özenin gösterilmediği değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla incelenen başvuruda soruşturmanın gereken özenle yürütülmemesi sebebiyle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlal kararı verilmiş olmasına rağmen özellikle kovuşturma aşamasında belirtilen bazı eksiklerin giderilmiş olması veya bazılarının düzeltilmesindeki imkânsızlık nedeniyle bu aşamadan sonra yeniden yapılacak yargılamada -ulaşılan sonucu değiştirmeyeceğinden- hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmelidir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ve Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
Kararın tam metni için: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9123
Kaynak: anayasa.gov.tr