Anayasa Mahkemesi, Şahin Alpay hakkındaki gerekçeli kararını açıkladı.

DAHA ÖNCE TESPİT EDİLEN İHLALİN VE SONUÇLARININ ORTADAN KALDIRILMAMASI NEDENİYLE KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNE İLİŞKİN KARARIN BASIN DUYURUSU

 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 15/3/2018 tarihinde, Şahin Alpay tarafından yapılan ikinci başvuruda (B. No: 2018/3007), aşağıda özetle belirtilen gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ve başvurucunun tutukluluk durumunun sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını güvence altına alan 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklamanın ön koşulu suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunmasıdır. Bu nedenle tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda bu koşulun incelenmesi anayasal bir zorunluluktur. Anayasa Mahkemesinin buradaki incelemesi, yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlıdır. Bu itibarla başvurucu hakkında verilen önceki ihlal kararının, ceza davasının esasına ilişkin bir değerlendirme içerdiği söylenemez.

Öte yandan Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği ihlal kararının yargı organları dâhil herkes yönünden nihai ve bağlayıcı olduğu açıktır. Buna göre derece mahkemelerinin görevi, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Mahkemece tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır.

Anayasa Mahkemesi önceki kararında ihlal sonucuna varırken suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulmadığı tespitinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin bu nitelikteki ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerinin, ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen tutukluluğu sona erdirmeleri gerekir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçları ortadan kaldırılmamış olur. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti”nin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir. Somut olayda ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumu sonlandırılmamış, yukarıda belirtilen istisnai hâlin varlığı da ortaya konulmamıştır.

Olaylar

15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında, bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) medyadaki örgütlenmesine yönelik olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır.

Başvurucu tarafından yapılan ilk bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11/1/2018 tarihinde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Mahkeme başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca tutuklamanın ön koşulu olan “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin soruşturma mercilerince yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verirken de esas olarak tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası kapsamındaki tespitlerine dayanmıştır.

Bunun üzerine başvurucu tarafından yapılan tahliye talepleri ve bu talepler sonucunda verilen kararlara yönelik itirazlar derece mahkemelerince reddedilmiştir. Mahkemeler bu kararlarda temel olarak “Anayasa Mahkemesinin delilleri değerlendirip kanun yolunda gözetilmesi gereken hususları inceleyemeyeceği ve yerindelik denetimi yapamayacağı; davanın esasına girmesinin ‘görev gaspı’ niteliğinde bulunduğu; somut olayda yasal sınırların dışına çıkılarak verilen ihlal kararının kesin ve bağlayıcı olmadığı ve otomatik olarak tahliye sonucunu doğurmayacağı, aksini kabul etmenin mahkemelerin bağımsızlığı, mahkemelere emir ve talimat verilemeyeceği yönündeki düzenlemelere aykırı olduğu” gerekçelerine dayanmışlardır.

İhlal kararı sonrası tahliye talepleri kabul edilmeyen başvurucu 1/2/2018 tarihinde yeni bir bireysel başvuru yapmıştır.

İddialar

Başvurucu, Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararının derece mahkemelerince uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile diğer bazı hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre herkes, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.

Somut olayda Anayasa Mahkemesinin önceki kararına konu bireysel başvuruda başvurucu Anayasa’nın 19. maddesine aykırı olarak suç işlediğine dair kuvvetli belirti bulunmadan tutuklandığını ileri sürmüştür.

Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı Anayasa’nın 19. ve AİHS’in 5. maddelerinin ortak koruma alanındadır. Dolayısıyla tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabileceği ve Mahkemenin bu kapsamdaki başvuruları karara bağlayacağı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi önceki kararında başvurucunun yukarıda belirtilen iddiasını Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelemiştir. Anılan maddede “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler … tutuklanabilir.” denilmek suretiyle tutuklama tedbirine ilişkin anayasal güvencelerden birinin de suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunması olduğu açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin “suç işlendiğine dair kuvvetli belirti”nin bulunup bulunmadığını incelemesi anayasal bir zorunluluktur.

Esasen her somut olayda -tutuklamanın ön koşulu olan- suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki değerlendirmesi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Mahkeme bu husustaki denetimi, özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapar.

Anayasa Mahkemesi önceki kararında da yukarıda belirtilen kapsam ve yöntem doğrultusunda inceleme yapmıştır. Dolayısıyla bunun “kanun yolunda gözetilmesi gereken bir hususun incelenmesi” veya “yerindelik denetimi” olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

Ayrıca önceki kararda da ifade edildiği üzere Anayasa Mahkemesinin buradaki incelemesi, yargılamanın muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesiyle sınırlıdır. Bu itibarla anılan ihlal kararının, başvurucu hakkındaki ceza davasının esasına ilişkin bir değerlendirme içerdiği söylenemez.

Öte yandan Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Anılan maddenin altıncı fıkrasına göre ise bu kararlar yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği ihlal kararının nihai ve bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararları başka bir merci tarafından Anayasa’ya veya Kanun’a uygunluk yönünden denetlenemez. Başvurucunun tahliye taleplerini karara bağlayan derece mahkemelerinin aksi yöndeki değerlendirmelerinin anayasal veya yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verip 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesi uyarınca bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına hükmettiği durumlarda derece mahkemelerinin görevi, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil, Mahkemece tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Bu zorunluluk, Anayasa’nın 138. maddesi anlamında mahkemelere verilmiş bir emir veya talimatın yerine getirilmesi değil, bir hukuk devletinde mahkemeye erişim hakkının hayata geçirilmesidir. Nitekim Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında, 138. maddesinden farklı olarak, Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı organları yönünden de bağlayıcı olduğu ifade edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi önceki kararında ihlal sonucuna varırken suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulmadığı tespitinde bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesinin bu nitelikteki ihlal kararları sonrasında derece mahkemelerinin, ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen tutukluluğu sona erdirmeleri gerekir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçları ortadan kaldırılmamış olur. Bununla birlikte daha önce tutuklama gerekçesi olarak gösterilmeyen, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair “kuvvetli belirti”nin ortaya konulabildiği oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği kabul edilebilir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığı ilk tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır. Böyle bir durumda “kuvvetli belirti”nin yeni olgularla ortaya konulup konulmadığı yönündeki nihai değerlendirme Anayasa Mahkemesine aittir.

Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrasında derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumu sonlandırılmamış, yukarıda belirtilen istisnai hâlin varlığı da ortaya konulmamıştır.

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkındaki kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılmadığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla suç işlediğine dair “kuvvetli belirti”nin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen başvurucunun tutukluluğunun sonlandırılmamış olması Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırıdır.

Sonuç olarak mahkemeye erişim hakkının sağladığı güvencelerle de bağdaşmayacak şekilde Anayasa Mahkemesinin tutukluluğa ilişkin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Başvurucunun tutukluluk durumu hâlen devam etmektedir.  İncelenen başvuruda tespit edilen ihlalin niteliği dikkate alındığında bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun tutukluluk durumunun sona erdirilmesi dışında bir imkân kalmadığı değerlendirilmiştir. Bu nedenle başvurucunun tutukluluk durumunun sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın Mahkemesine gönderilmesi gerekir.

Karara ulaşmak için tıklayınız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir