Anayasa Mahkemesi, darbe girişimi sonrasında tutuklanan ve OHAL ilanıyla birlikte telefon görüşmesi 15 günde bir olarak belirlenen FETÖ sanığının, haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruyu, “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle kabul edilemez buldu. Yüksek Mahkeme, darbe girişiminin ardından tutuklanan bir başka FETÖ sanığının, cezaevinde eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine dahil edilmemesini de hak ihlali saymadı. Kararda, FETÖ sanıklarının ceza infaz kurumlarında bir araya gelmesinin ve örgütsel faaliyetlerine devam etmelerinin muhtemel olduğu, bu olası durumun engellenmesi amacını taşıyan söz konusu farklı muamelenin objektif ve makul sebeplere dayandığı vurgulandı.
Anayasa Mahkemesi, darbe girişimi sonrasında tutuklanan iki Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) sanığının, cezaevlerindeki kısıtlamalar nedeniyle yaptığı iki ayrı bireysel başvuruyu kabul edilemez buldu.
Yüksek Mahkemenin her iki kararı da Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı.
Yüksek Mahkeme, darbe girişimi sonrasında İzmir’de tutuklanan ve olağanüstü hal (OHAL) ilanıyla telefon görüşmesi 15 günde bir olarak belirlenen FETÖ sanığının, haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasını, “açıkça dayanaktan yoksun” olduğu gerekçesiyle kabul etmedi.
Karara göre, Bayram Sivri, darbe girişiminin ardından FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle İzmir 3. Sulh Ceza Hakimliğince tutuklanarak Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na konuldu.
İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) uyarınca olağanüstü halin devamı süresince tutukluların on beş günde bir telefonla haberleşme hakkından faydalandırılmasına karar verdi.
Sivri’nin karara karşı Karşıyaka İnfaz Hakimliğine verdiği şikayet dilekçesi kabul edilmezken, bu karara yaptığı itiraz da Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildi. Bunun üzerine Sivri, haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Yüksek Mahkeme, sanığın iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olması nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetti.
Kararda, başvurucunun telefonla haberleşme hakkına yapılan müdahalenin, 667 sayılı OHAL KHK’sı ve bu KHK’nın uygun bulunmasına dair 6749 sayılı Kanun’a dayandığı belirtildi. Bu nedenle sınırlamanın kanunilik koşulunu karşıladığına işaret edilen kararda, isnat edilen suçların ağırlığına göre, tutuklu ve hükümlülere tanınan birtakım hak ve imkanların farklılaşmasının doğal olduğu bildirildi.
Kararda ayrıca, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçların ağırlığı, devam eden OHAL koşulları dikkate alındığında kamu düzeni ile infaz kurumu güvenliğini ve disiplinini sağlama amacıyla bir kısım suçtan tutuklu olanlar için telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılmasının meşru amaç taşıma koşulunu karşıladığı kaydedildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe teşebbüsünün ulusun varlığını tehdit eden kamusal bir tehlikenin varlığını ortaya koyduğunu kabul ettiğinin altı çizilen kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:
“Başvuru konusu olayda telefonla haberleşme hakkının kullanım sıklığı bakımından başvurucuya suç temelinde bir kısıtlama yapılmıştır. Bu kısıtlamada esas alınan hususun İnfaz Kurumunun disiplini ve güvenliği olduğu anlaşılmaktadır. Darbe teşebbüsünün ulusal varlığı tehdit eden boyutu, darbe teşebbüsü sonrasında terör suçları kapsamında çok sayıda kişinin tutuklandığı ve/veya mahkum olduğu, tutukluların ve hükümlülerin güvenliği ile muhafazasını sağlamakla görevli kamu görevlilerinin sayısının da önemli ölçüde azalmış olduğu dikkate alındığında başvuruya konu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı söylenemez.”
Başvurucuya yönelik telefonla haberleşme hakkının kısıtlanması ile ilgili yapılacak ölçülülük değerlendirmesinde anılan kısıtlamanın sadece OHAL’in devamı süresiyle sınırlı olduğu ve görüşme süresinin kısaltılmadığının da dikkate alınması gerektiği vurgulanan kararda, şöyle denildi:
“Başvurucu, telefonla haberleşme hakkını kullanamadığına dair bir iddia da ileri sürmemiştir. Tüm bu hususlar göz önüne alındığında OHAL koşullarının gerektirdiği kamu düzeninin korunması ihtiyacı ile İnfaz Kurumunun güvenliğini ve disiplinini sağlama amacı doğrultusunda -isnat edilen suçun ağırlığı da dikkate alınarak- başvurucunun aile fertleriyle olan ilişkisinin sürdürülmesini engellemeyen telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılması şeklindeki söz konusu müdahalede kamu makamları tarafından güdülen meşru amaç ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulduğu, demokratik toplumda gerekli olan müdahalenin ulaşılmak istenen amaçla ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan gerekçelerle bir ihlalin bulunmadığı açık olan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.”
Eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılmama kararı
Resmi Gazetede yayımlanan diğer karara göre, darbe girişiminin ardından İzmir’de FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine konulan İbrahim Kaptan, Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının “Tutuklular Hakkında Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Faaliyetlerinin Uygulanması” başlıklı kararı gereği, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine dahil edilmedi.
Karara karşı yaptığı itiraz, İnfaz Hakimliğince reddedilen Kaptan, yapılan itirazın da Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Kaptan, cezaevinde eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine dahil edilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının, bu tür bir engellemenin yalnızca FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilere uygulanması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürdü.
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, ihlale ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verdi.
Yüksek Mahkemenin kararında, Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının “Tutuklular Hakkında Uygulanacak Eğitim ve İyileştirme Faaliyetlerinin Uygulanması” kararının gerekçesinde, OHAL sürecinin devam ettiği ve FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilerin sayıca fazla olduğu belirtilerek, herhangi bir güvenlik zafiyeti yaşanmaması amacıyla söz konusu tedbirin alındığının vurgulandığı belirtildi.
Başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden yapılan değerlendirmede, başvurucunun, tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda mevzuat gereği, günde en az bir saat havalandırma bahçesinde gezinme ve bu alanda bireysel olarak spor yapma imkanına sahip olduğu kaydedildi.
Ayrıca başvurucunun, sakıncalı olmaması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan yararlanma hakkına, resmi kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkarılan gazete, kitap ve basılı yayınları edinme hakkına sahip bulunduğu ifade edildi.
Başvurucunun açık ve kapalı spor salonları ile kütüphaneden yararlanma gibi eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinden yoksun bırakıldığı belirtilen kararda, şu tespitler yapıldı:
“Ceza İnfaz Kurumu, tutukluların güvenliğinin sağlanması, örgütsel faaliyetlerin engellenmesi, terör örgütleri tarafından bu kişilerin yönlendirilmesinin ve bu kişilere emir ve talimat verilmesinin önüne geçilmesi amacıyla söz konusu uygulamaya ihtiyaç duyulduğu yönünde bir gerekçe açıklamıştır. Bu kapsamda yapılan değerlendirmede, Ceza İnfaz Kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi, disiplinin ve güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.”
Bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildi.
Başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasını da kabul edilemez bulan Yüksek Mahkemenin kararında, şu değerlendirmeler yapıldı:
“FETÖ/PDY’nin yapısının karmaşıklığı ve örgütsel ilişkinin sıkılığı ile OHAL kararının gerekçeleri dikkate alındığında söz konusu soruşturmalar kapsamında çok sayıda kişinin tutuklanması üzerine bu kişilerin aynı ceza infaz kurumlarında bir araya gelmesinin ve örgütsel faaliyetlerine devam etmelerinin muhtemel olduğu açıktır. Bu olası durumun engellenmesi amacını taşıyan söz konusu farklı muamelenin objektif ve makul sebeplere dayandığı kanaatine varılmıştır. Her ne kadar başvurucuya farklı bir muamelede bulunulduğu açık olsa da somut olaya konu muamelenin objektif ve makul bir sebebe dayandığı, kullanılan yöntemin ölçülü olduğu değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.”
Kaynak: AA