Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü 15/6/2021tarihinde, Neriman Yonat (B. No: 2018/33554) başvurusunda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar
Başvurucu ölen bebeğin annesidir. Başvurucunun eşi O.Y. 18/8/2004 tarihinde evlerinin önünde bir bebek bulduğu ve bebeği kimin bıraktığını bilmediği iddiasıyla Polis Merkezine başvurmuştur. Bebek aynı gün Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurduna (Çocuk Yuvası) teslim edilmiştir. Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (Müdürlük) yetkililerince bebeğe R.G. ismi verilmiştir. R.G. bu olaydan yaklaşık beş ay sonra Çocuk Yuvası binasının dışındaki bir su birikintisi içinde ölü olarak bulunmuştur. Yapılan otopsi işlemi R.G.nin kafa travması sonucu beyin kanamasından öldüğünü ortaya koymuştur.
Cumhuriyet Başsavcılığı R.G.nin Çocuk Yuvasında barınan 12-15 yaş grubundaki orta derecede mental retardasyonu bulunan H.A. tarafından balkondan atıldığı sonucuna varmıştır. Hakkında düzenlenen adli raporlara göre işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan, davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmemiş olan H.A.nın cezai sorumluluğunun olmadığı sonucuna varan Cumhuriyet Başsavcılığı H.A. ile bebeğin bakım sorumlusu F.O. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu ile eşinin İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davası ve tazminat talepleri reddedilmiş, temyiz başvurusu üzerine karar Danıştayca onanmıştır.
İddialar
Başvurucu, çocuk yuvasına yerleştirilen çocuğunun yaşamı koruyucu tedbirlerin alınmaması sonucu ölümü ve bu ölümden doğan zararların tazmini için açılan tam yargı davasının manevi zarar doğmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Somut olayda başvurucunun kendi beyanına göre çocuğunu evinin önüne koyduğu, başvurucunun eşinin de çocuğun başkasına ait olduğu yönünde güvenlik güçlerine bildirimde bulunduğu, buna istinaden çocuğun Çocuk Yuvasına teslim edildiği anlaşılmıştır. Ne var ki açtığı tam yargı davasında başvurucu, geçim sıkıntısı çekseler de ayıplanma korkusu ve bazı toplumsal ön yargılar nedeniyle çocuğunu doğrudan Çocuk Yuvasına teslim edemediklerini öne sürmüştür. Başvurucunun anılan iddiası, ölen çocuğun başvurucu tarafından dünyaya getirildiği gerçeği ve ölenin doğduğu tarih ile öldüğü tarih arasında geçen süreyle birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu açıktır. Olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru, derece mahkemeleri tarafından tespit edilse de başvurucu lehine tazminata karar verilmediği için başvurucunun mağdur sıfatı ortadan kalkmamıştır.
Gerek Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması gerek idari soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgeler Çocuk Yuvası yetkilerinin H.A.da orta düzeyde mental reterdasyon olduğundan ve H.A.nın bebek bölümüne girmesinde sakınca bulunduğundan haberdar olduklarını ortaya koymaktadır. Nitekim hemşire Ö.T. tarafından Çocuk Yuvası yönetimine sunulan yazıda H.A.nın bebeklerin bulunduğu bölüme alınmasının sakıncalı olduğu ifade edilmesine karşın önlem alınmamıştır. Soruşturma kapsamında alınan bazı ifadeler H.A.nın daha önce bir bebeğe tokat attığını ve birkaç bebeği boğmaya çalıştığını göstermektedir.
H.A.nın bir rehabilitasyon merkezine nakli için Çocuk Yuvasınca yazışmalar yapılmıştır. Hatta Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, rehabilitasyon merkezlerinin kapasitelerinin üzerinde hizmet vermesi nedeniyle H.A.nın özel rehabilitasyon merkezlerinden yararlandırılmasının sağlanmasını Müdürlükten istemesine rağmen bu talep yerine getirilmemiştir.
Ayrıca olay hakkında yürütülen soruşturmalar kapsamında ifadesi alınanlardan bazıları bebek bölümündeki kapıların kilidinin değiştirildiğini ve anahtarının bulunmadığını ifade etseler de idari soruşturma kapsamında dinlenen Ö.T. ve bakıcı anne M.S.nin beyanlarından bebek bölümünün anahtarlarının ölenin bakımından sorumlu F.O.da olduğu anlaşılmıştır. Bundan dolayı Çocuk Yuvası yetkililerinin bakım ve gözetimleri altında bulunan başvurucunun yakınının esenliğinin sağlanması yönündeki sorumluluklarını yerine getirmedikleri kanaatine ulaşılmıştır. Kaldı ki sözü edilen sorumluluğun yerine getirilmediği derece mahkemelerince de tespit edilmiştir.
Derece mahkemeleri idarenin ölüm olayındaki sorumluluğunu saptamış ancak başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu gözetilmeden başvurucunun manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Diğer bir ifadeyle derece mahkemelerince yürütülen yargısal süreç yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklere rağmen uygulamada etkili bir şekilde işlememiştir.
Başvurucu, çocuğunun ölümünden doğan maddi zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ne var ki başvurucu tam yargı davası açarken maddi tazminat talep etmemiş, bireysel başvuruda dava açarken maddi tazminat talep etmesine engel olan bir husustan da söz etmemiştir. Ayrıca başvurucunun iddiasının aksine İdare Mahkemesinin ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talep edilmesinin davanın genişletilmesi yasağı kapsamında olduğu gerekçesiyle maddi tazminat talebini reddetmesi keyfî değildir. Bu bakımdan başvurucunun maddi tazminat talebinin derece mahkemelerince reddedilmesi ihlale neden olmamıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Kaynak: anayasa.gov.tr